Ahmet Rüstem Ekici ile: Artırılmış Gerçeklik ve Dijital Sergiler Üzerine
Ahmet Rüstem Ekici fotoğraf, seramik, dijital çizim gibi sanatın birçok farklı alanında faaliyet gösteren bir sanatçı. Üniversite sonrasında yaklaşık 13 sene kadar sanat yönetmenliği yapan Ahmet Rüstem, şu anda bir yandan sanat ve sergiler hakkında yazılar yazıp, MEF Üniversitesi’nde dersler verirken, diğer yandan da üretimlerine devam ediyor. Ben kendisinin çalışmalarını büyük bir zevkle takip ediyorum. Geçtiğimiz sene Pg Art Gallery için oluşturduğu sergi mekanı Pg Online’da VR gözlükleriyle gezdiğim sergiden sonra çalışmalarına ilgimin daha da arttığını söyleyebilirim! Kendisiyle 2021’de sanatın nasıl değişeceği, dijital sanat platformları ve kurmuş olduğu AREdeko hakkında sohbet ettik.
Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirdikten sonra televizyona yönelik set, stüdyo ve sahne tasarımı konusunda sanat yönetmenliği yapmışsın. Bunun şu andaki işlerine nasıl bir katkısı oldu? Bu süreç kendini geliştirmeni nasıl etkiledi?
Bilkent İç mimarlık bölümünde Burcu Aydınalp Egel’in verdiği Sahne Tasarımı ve Aydınlatması ile Irmak Özman’ın verdiği TV Set Design seçmeli derslerinden sonra izleyici ve kameranın algısına göre mekan tasarlama konusunda uzmanlaştım. İç mimar olarak her daim standart ölçü ve ölçeklerde projeler tasarlarken, kamera için farklı bir ölçek dünyasına giriş yapmak heyecan vericiydi. Onlarca TV kanalı ve yapım şirketine yüzlerce dekor tasarladım.
Günümüzde herhangi bir Instagram paylaşımı için bile aslında lens ne görüyor, kadraja ne sığıyor gibi yaklaşımlarla fotoğraf çekiyor ve sosyal medyada paylaşıyoruz. Bunu günlük bir paylaşımda, kahvesinin fotoğrafı çekerken çiçeği biraz daha sağa doğru çeken birisi de yapıyor. TV set tasarımcıları olarak bizler de ödül töreni vb. büyük dekor tasarımlarında kamera nerede hangi kütleyi nasıl görür kaygıları ile ilerliyoruz.
Tüm bu13 yıllık deneyim, sanal gerçeklik, LED teknolojileri ile erken tanışmamı, kamerada görünenin ötesine artırılmış gerçeklik ile sanat üretmemi sağladı. Eserlerimi çoğu zaman artırılmış gerçeklik ile kurguluyorum ya da bir hikaye anlatıcısı olarak anlatmak istediklerime set tasarımı gibi yaklaşıyorum.
Çoğunlukla sosyal sorunlar, LGBTQ ve cinsiyet konularını işlediğini görüyoruz. Bu konular ile ilgili olarak izleyicilere aktarmak istediğin mesaj nedir? Vermek istediğin bu mesajı işlerinle nasıl yansıtıyorsun?
“Varlığım hakkında sessiz kalmam öğretildi.” cümlemi burada yeniden kullanmak istiyorum. Bu cümle aslında sanat pratiğimde ve yaşam sürecimde hala peşimi bırakmıyor diyebilirim. Dayatılan sansür mekanizmasına ek olarak, kendimi sıkça otosansür ile boğuşurken buluyorum. İlk yerleştirmem Nesrin Esirtgen Collection Open Call Open Door sergisinde Türkiye’de çekilmiş ilk LGBTQ filmlerden biri olan “Dönersen Islık Çal” filminin final sahnesiydi. Buradan sonra hep queer kimlik üzerine okumalar yaparak deneyimlerimi aktarmaya karar verdim. Arkeoloji sevgim beni ilk çağlardan günümüze toplumsal cinsiyet ile ilişkilenen mekan tasarımlarına sürükledi. Şimdi de mekanların alternatif kullanımı, şekillenmesi üzerinden kendi hikayelerimi anlatmaya çalışıyorum. Bunu yaparken deneyimlerimden faydalanıyor ve benden deneyimi daha fazla olan queer arkadaşlarımın sözlü anlatımlarından faydalanıyorum.
Örneğin “Hamam” sergisinde en büyük mesaj hamamı oryantalist bir bakış açısı ile sadece dans, uçuşan kumaşlar, kaselerde meyveler, kaslı erkekler gibi sunmak yerine queer deneyime dair ipuçları ile izleyiciye aktarmak oldu. Mekanları irdelerken queer perspektiften bakmayan akademik yayınların bazılarının belki de benim geçtiğim sansür filtrelerinden geçtiğini görmek oldukça üzücü. Bu nedenle çok bahsedilmeyen, üstüne durulmayan utanılan sakınılan konuları işleyerek izleyicide yeni pencereler açmak istiyorum. Sözlü tacizlerle, suskun görünen bir çocuk olarak büyümüş biri olarak açtığım bu pencereler benim de açılmamı sağlıyor.
Hem blogunda yazılar yazıyorsun hem ders veriyorsun bir yandan da sürekli üretim halindesin. Hepsine nasıl yetişiyorsun?
Aslında hepsi bir bütün. Bu yüzden bu bütünü yaşarken hepsine keyifle yetişiyorum. Öğrenmek, deneyimlemek için geziyorum. Gezilerim ve deneyimlerimin çoğu zamanla yazıya dökülecek şeylere, yeni tanışıklıklara dönüşüyor. Hepsi bütün olarak keyifli bir motivasyon kaynağı. Deneyim paylaşmak bana iyi geliyor. TheMagger’a katılmamın en büyük nedeni buydu. Başka insanların deneyimlerini okumanın ve kendi deneyimlerimi paylaşmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Vlog, blog gibi gelişmelerin hepsi çok değerli. Eskiden bir şehir hakkında harita veya seyahat kitapları okurduk ve bunların çoğu yönlendirilmiş bilgiler içerirdi. Şimdi sadece graffiti, mural üzerinden bir şehir gezisi kurgulayacak veriler ve araçlara sahibiz. Bu çoklu bilgi akışı beni daha çok çalışmaya motive ediyor. İnsan değişiyor ve eski blog yazılarımın çoğunun dilini yetersiz, hatalı bulduğum için utanıyorum. Ancak verilere bakınca 2013 yılından bu yana 1 milyon üzerinde ziyaret mevcut ve hala merak edilip okunduklarını görünce yayından kaldırmak istemiyorum.
Blogunda bir de gezi yazıları yazıyorsun. Gezilerini hep sanat üzerinden mi değerlendiriyorsun? Bu yazıları yazarken neye odaklanıyorsun?
Gezilerimin hepsinin merkezinde sokak sanatı, arkeoloji ve sanat rotaları var. Bir sanatçı olarak gideceğim bir şehirde ” Yapılması gereken 10 şey” listesine ek olarak mutlaka sokak sanatı ve galeriler rotası ekliyorum. Örnek olarak, Cape Town gezime sokak sanatı rotası ile başlamış olmam beni inanılmaz bir ağ içerisine çekmişti. Tanıştığım sokak sanatçısı Juma sayesinde graffiti sanatçıları ile tanışarak turistik deneyimin ötesine geçmiş ardından kendimi harika atölyelerde ve özel randevu gezilen Dylan Lewis Sculpture Studio Garden’da bulmuştum. Oradaki tasarımcı ve sanatçılar ile dostluk kurmadan queer performansların düzenlendiği yerleri deneyimleme şansım olmayabilirdi. Bu nedenle gezilerimi hem yerel sanatçılar ile tanışma hem sokak sanatı üzerinden kurguluyorum.
Çok farklı alanlarda işlerin var. Hepsi arasında özellikle üretim sürecinde sana en çok keyif veren hangisi ve neden?
Mekan üzerine çalışmak bana büyük keyif veriyor. Bu sanat üretim için de geçerli kamera için alan tasarlama konusunda da geçerli bir durum. 3D bir yazılım ile tasarladığım bir haber stüdyosunun, dekorun fiziksel olarak üretimi ve onun televizyon aracılığı ile her yerde olması oldukça keyifli. “Çıktı” kelimesi en keyif veren şey. Bu çıktı; 3D print, kağıt üzerine bir baskı veya inşa edilmiş bir dekor olabilir.
Bir sergiye başlama sürecin nasıl oluyor? Hangi malzemeleri kullanacağına nasıl karar veriyorsun?
Sergilere yoğun okumalar ile başlıyorum. İlk serim olan Gynaeceum için Bizans ve Kadın olma durumu, kadın bedeni ve mimari ilişkiler üzerine çok fazla kaynaktan faydalanmıştım. Hamam serisi için hazırlanırken antik dönemlerden günümüze hamama dair oldukça fazla kaynaktan faydalandım. Bu okumalar bana antropolojik, sosyolojik veriler sunarken kendi deneyimlerim ile sunma şansı veriyor ve serilerimi şekillendiriyor. Malzeme ile oynamayı çok seviyorum. Set tasarımcısı olarak malzemeler ile başka bir diyaloğum var. Kamerada başka bir görünüme kavuşan malzemelerin değişimi beni her zaman büyülüyor. Sergilerde işlediğim kavram ile uyumlu materyal seçiminden yanayım. Gynaeceum – kadınlar mahfili serisinde geleneksel bir kazıma yöntemi olan sgraffito tekniğini nasıl günümüze uyarlarım sorusu üzerinden lazer kazılamar, cnc kalıplar üzerinden kurguladığım çalışmalarım vardı. Malzeme olarak toprak, beton ve ahşap ağırlıklı bir seriydi. Hamam serisinde ise mermer gibi bilinen malzeme yerine tekstile yönelerek hikayelerimi anlatmıştım. Peştemal ve cinsiyete, örtünmeye dair bir gizem vardı. Bu nedenle tekstil ağırlıklı bir seri ortaya çıktı ve üstüne artırılmış gerçeklik animasyonlar ile gizlenmiş, örtülü hikayeyi deneyimlemiş olduk. Artırılmış gerçeklik bu sergide bir anahtar deliği olarak çalıştı. Tasarımcı kimliğimden dolayı sanırım neyi neden kullanmam gerektiği sorusu ve cevaplarından kopamıyorum. Kavram ve malzemenin bağına önem veriyorum.
AREdeko diye bir tasarım stüdyon da var. Biraz ondan bahseder misin?
13 yıllık bir TV set tasarımı geçmişim var ve tüm bu deneyim birikiminin yok olmasını istemediğim için AREdeko’yu kurdum. AREdeko; dekor, TV Set ve sahne tasarımlarını gerçekleştirdiğim bir stüdyo. MEF Üniversitesi Sanat Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde her dönem onlarca öğrenciye yeni bakış açısı sağlayan deney ve deneyimler bu stüdyodan çıkıyor. Yakın zamanda VR, AR gibi teknolojilerin işbirliği ile multidisipliner bir stüdyo haline getirmeyi planlıyorum.
Pandemi sonrası dönemde sanatın daha çok dijitalleştiğini, online veya VR ile gezilebilen sergilerin giderek arttığını gözlemliyoruz. Sence bu ne ölçüde devam edecek? Dijital sergiler, fiziksel olarak gezilen sergilerin yerini alacak mı?
Pandemi beklenmedik bir anda geldi ve galerilerin, müzelerin, sanatçıların planlarında değişikliklere neden oldu. Buna alternatif çözüm olarak dijital sergiler ön plana çıktı. Dijital sergiler aslında yıllardır vardı ancak web sitesi tasarımı veya sıralanan görsellerden oluşan bir tasarıma sahipti. Pandemi sürecinin ilk VR sergilerinden biri olan “PG Art Gallery Hakan Sorar Through The Skin” oldukça yeni kapılar açtı sektörde. Bu sergi ilk haftasında 7000 ziyaretçiye erişti. Hali hazırda çeşitli web sitelerinin hazır şablonlarını kullanarak online sergi yapma fikrine ek olarak sergi teması ile örtüşen bir mekan tasarımı sunması açısından daha özgün bir deneyim sundu izleyiciye. Sonrasında giderek deneyimler değişti. Dünyada bir sürü yeni girişimler oluşmaya başladı 3D, AR, VR sergiler adına. Bu konuda “yerini alacak” katı söylemlerden hoşlanmıyorum. Teknolojik araçlar için yeni çıkan bir tasarımın eski tasarımdan daha değer görmesi ve gelecekte de eskiyecek olması doğal bir süreç. Tüm tasarım nesneleri için bunu söyleyemeyiz.
Sanat piyasasında da artık tüm sergiler dijital olacak, dijital sergi en iyisidir gibi bir cümle kurmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Fiziksel ve dijitalin paralel yolculuğunun, birbirini nasıl beslediğinin keyfini çıkarmalıyız. Sosyal medya bir sürü bağımsız sanatçının çok işine yaradı. Müzik, edebiyat, performans ve plastik sanatlar alanında bir sürü isim kendisini daha çok kitleye ulaştırdığı bir platformda boy gösteriyor artık. Bu nedenle dijitalleşmeyi bir tehdit olarak görmek yerine sürekli değişen bir iletişim aracı olarak görmeye devam edeceğim.
Dijital platformlarda gezilen sergilerin fiziksel olanlara kıyasla daha avantajlı olduğu alanlar neler?
En büyük avantajı ulaşılabilirlik. X galerideki herhangi bir sergiyi sadece o galeride fiziksel olarak var olabilecek kişiler deneyimleyebiliyor. Sergi hakkında yazılmış bir metni basılı ise dergiyi satın alanlar, dijital ise bağlantıya erişebilen herkes okuyor. Sanal sergilerin en büyük avantajı bu. Başka ülkelerden herkese bir bağlantı kadar uzaksınız. Şehirler, sınırlar yok oluyor ve sergiyi deneyimleme kolaylaşıyor. Burada deneyimin niteliği oldukça önemli. Hazır şablonlarda, eserin orijinal ölçeğinden farklı görünen, mekan-ölçek ilişkisinden yoksun tasarımlar daha güçsüz bir deneyime neden olabiliyor. Kullanıcı dostu deneyimlerin giderek geliştiği arayüzlerde ise oyun oynar gibi keyifli bir gezi mümkün. Artırılmış gerçeklik geliştiğinde bu deneyimler çok daha gerçekçi ve keyifli hale gelecek. Diğer bir avantaj ise eğer bir prodüksiyon bedeli varsa serginin bütçesi. Dijital ortamda kum, harç, yer çekimine maruz kalan öğeler yok. En büyük dezavantajı ise gerçekliğin verdiği his, koku, deneyim.
Yeni bir sergi geliyor mu? Bu sergi ne üzerine olacak? İzleyicilere nasıl bir deneyim yaşatmayı hedefliyorsun?
Uzun süredir üzerine çalıştığım Sauna sergisi için pandemi nedeni ile herhangi bir galeri ile netleşemedik. Bu nedenle ilk fazda Sauna’yı dijital olarak oluşturuyorum. Cruising mekanı olarak kurguladığım Sauna’ya queer hafıza mekanı olarak yaklaşıyorum. Deneyimlerim ve sözlü anlatımlardan yola çıkarak tasarladığım plan Hamam serisi gibi (Ilıklık, Sıcaklık, Soğukluk, Cehennemlik) çeşitli bölümlerden oluşacak. Her bölümde beden üzerine çalışan queer sanatçıların eserleri eşlik edecek. Bu eserlerden yola çıkarak tasarlanan hacimler için eserlerini paylaşan tüm sanatçılara buradan tekrar teşekkür ederim. Ziyaretçi sauna sergisi ile saunaya yeni bir pencereden bakacak. Sürekli bizlere dayatılan normatif beden algısı dışında bir sauna ile karşılaşacaklar. Queer kültür üzerinden deneyim, örgütlenme, haz alanı olarak kurgulanan saunanın odalarını gezerken sadece kişisel üretimlerimi değil farklı sanatçıların bedene dair yorumlarını da izleyebilecekler. Böylece pandemi nedeni ile uzak kaldığımız saunalar yeniden bir arada olma mekanımıza dönüşecek. Mekan ve cinsiyete dair okumalara devam ederken dijital saunanın inşa sürecine çoktan başladım. Hem sanatçı hem iç mimar kimliğim ile ele aldığım yapı ve kolektif deneyim alanı olarak “Sauna” Şubat ayında izleyici ile buluşacak VR gözlüklerle de deneyimlenecek.
İlginizi çekebilir: Melis Buyruk ile: Seramik, Sergiler ve Köpeği Thor Üzerine
Yaa 💙💙 Gülümseye gülümseye okudum!!
Çok iyi hatırlıyorum 2014 yılıydı. Okuldan çok sevdiğim hocam Cemal Erez’in sergisi vardı Depo’da. İnternette dolanırken de ne tesadüf ki theMagger’da Ahmet’in bu sergi yazısına gelmiştim. Ve böylece önce Ahmet’in yazılarının takipçisi sonra da Magger’ın sık bir okuru olmuştum.
Aradan yıllar geçti, Gynaeceum sergisiyle kendisine tekrar hayran kaldım. Bu sefer de işlerinin takipçisi olmaya başladım.
Kendisini bu şekilde bu harika platformla tanıyıp, yine aynı platformda bir söyleşisini okumak inanılmaz keyif verdi. 💙
Şubat’ı bekliyoruz heyecanla.