Pandemi nedeniyle evdeyiz evet, belki sıkıldınız. Artık bir seneye yaklaşan bir evde olma alışkanlığımız, mecburiyetimiz var. Belki siz de benim gibi salgın bitince maskeleri indirip, sevdiğiniz yazarın yeni romanını elinize alıp, dostlarınıza, sevdiklerinize sıkı sıkı sarılıp, Kadıköy’den Fenerbahçe’ye yürümek, bir kahve içip, kedilere mama verip motorla Adalar’a geçmek istiyorsunuz Bostancı’dan… Olacak elbette bunlar. Yaşayacağız. İşte tam o gün elinizde olmasını çok isteyeceğim bir romanla sizi tanıştırmak istiyorum bugün: “Ev”. Nermin Yıldırım okuyucuları çoktan tanıştı bile, bana da anlatmak kaldı…

youtube play youtube play

Önce romandan küçük bir parça okumanızı diliyorum, okurken dinleyebileceğiniz bir şarkı ile…

Önündeki deftere bir şeyler karaladıktan sonra anlayışlı gözlerle yüzüme bakıp, “Konuşacağımız ilk fotoğraf bu mu olsun istiyorsunuz?” diye soruyor Çiğdem Hanım.
“Yo, bunu dünmüş gibi berraklıkla hatırlayabildiğim için anlattım. Açıkçası neden anlattım ben de bilmiyorum.”
“Dedenizin ölümü sizi etkilemiş olmalı.”
“Bilmem. Henüz ölümün anlamını çözemeyecek yaştaydım. Garip gelmişti sadece. O çarşaf, bıçak ritüeli filan. Saçma bir şeydi yani ölüm, sanırım hâlâ da öyle.”
“Peki bu kayıp hayatınızda neyi değiştirdi sizce?”
Hazırlıksız yakalandığım soru karşısında durup düşünüyorum. En nihayet zihnimin kuytularında ürkütücü bir aydınlanmayla yanıp sönen cevap beni rahatsız ediyor. Sükûnetle yüzüme bakan genç kadını kırık dökük cevaplıyorum.

“Evimi.”

3 Kasım’da raflarda yerini aldığı gün satın alarak bir gecede bitirdim Ev’i. Cesaretini, yolculuğunu, hikayesini, karakterlerini, fonda durmaksızın işitilen okyanusun dalga seslerini, Seher’i, Ogo’yu hala saklıyorum zihnimde. Bir yolculuk hikayesi anlatırken ev kavramınızı da sorgulatıyor Nermin Yıldırım. Nasıl bir ikilem size anlatamam. Yol yürürken kilometrelerce, evi düşünmek…

Nermin Yıldırım bu yolu on bir günde tamamlamış, Portekiz’in kuzeyinden İspanya’nın kuzey batısına kadar yürümüş, anlattığı yollar ağaçlar patikalar ormanlar hep kendi objektifinden. O yüzden ağaç ağaç size görmüşsünüz gibi hissettiriyor bence.

Camino
Camino  | Fotoğraf: Stingy Nomads

Biz okurlar yolculuğa Seher ile çıkıyoruz. Seher evini bulamamış, kaldığı yerlerden zorla koparılmış, uzaklaşmış, yerleşememiş, bir yere sığamamış bir çocukluk anlatıyor bize. Sonra da soruyor: Sahi, sizin eviniz neresi?

Romanda Camino de Santiago’nun Portekiz ayağının kıyı rotasını arkadaşı Ogo ile yürüyen Seher’in iç yolculuklarına, geçmiş hesaplaşmalarına tanık oluyoruz. Bu yolculuğa çıkanların hepsinin bir nedeni olduğunu okuyoruz sayfalar ilerledikçe. Zaten Camino de Santiago, Portekiz Hac Yolu olarak biliniyor. Bir amaç uğruna yürümek de mutlaka yeni şeyler öğretiyor, keşfettiriyor, iyileşmeye dönüşmeye yardımcı oluyor. Seher’in iç dünyasına ve Camino de Santiago’nun bitiş noktasına uzanan yolculuğu tüm roman boyunca paralel ilerleyip aynı anda sonlanıyor. Tabii kendi içsel yolculuğumuza da çıkıyoruz yer yer, söylememe gerek bile yok. Çocukluk, okul yılları, aile, akrabalar, arkadaşlar sıra sıra geçiyor gözlerimizin önünden… Seher’in hiçbirini ev olarak sahiplenememesini düşünürken kendimizi de gözden geçiriyoruz. Bir gecede okusam da etkisini uzun süre yaşadım Ev’in bu nedenle. Kolay bir yolculuk değil, benden söylemesi…

Camino Routes
Camino Routes | Fotoğraf: santiagoways.com

Romanda aynı zamanda Seher’in terapisti Çiğdem ile EMDR tekniğiyle hafıza üzerinden ve fotoğraflar vasıtasıyla çocukluğuna, oradaki duygulara dönmesini, o günlere yeniden bakmasını okuyoruz. EMDR ile çeşitli izole anılar işleniyor, beyin zamanında yapamadığı muhakemeleri yapabiliyor. EMDR terapisiyle kişi yeni bakış açısı sayesinde olumlu duygulara ve pozitif inançlara sahip olabiliyor. Böylece dünyaya bakışı da olumlu yönde gelişebiliyor.

Nermin Yıldırım’ı Unutma Dersleri, Dokunmadan, Unutma Beni Apartmanı, Saklı Bahçeler Haritası gibi romanların tanıyorum. Dil kullanımını, küçük zihin oyunlarını, gülümseten paragrafları, hüzünlendiren sayfaları, düşündüren cümleleri çok iyi biliyorum. Ev de onları içeriyor. Bu bir okuru evinde hissettiren bir durum bence.

Ev benim için bir arayış hikayesi. Seher de kendi zihninin duvarlarına çarpıp çarpıp geri dönen ama sağlam, güçlü bir kadın karakter. Görseniz, tanısanız, karşılaşsanız bir kahve içmek istersiniz onunla. En azından ben isterdim. Pes etmemesini, mücadelesini, yürüdüğü yolları, ayaklarındaki yaraları, hiçbir zaman hikayeyi yarıda bırakmayan tavrını öyle sevdim ki, zihnimde o benim için hep ayağa kalkan, güçlenmeye ve yeniden yürümeye devam etmeye çalışan sapasağlam bir kadın!

Herkes güçlü sapasağlam olmalı diye bir söylemim asla yok, ama bu Seher’i sevmeme hep anımsayacak olmama engel değil. Yani ne desem ne yazsam eksik kalacakmış gibi hissediyorum Ev ile ilgili. Yazdıkça ipucu vermekten, sizin romanı okumanızı engellemekten çok korkuyorum. O nedenle okuyun, okutun demek isterim son olarak. Herkese, tüm dostlara harika bir hediye olur bu kitap.

Kitap Koala’dan alırsanız da hem Ev’i okuyup hem de sokak hayvanlarına destek olabilirsiniz. Kitaptan aldığım, çok sevdiğim bir cümle ile sonlandırmak istiyorum yazımı:

“Sevdiğini söylemeye, sevildiğini işitmeye bile lüzum duymadan, beklemeden, ummadan, borçlanmadan, alacak defterine yazmadan, hesap kitap yapmadan, sırf içinden öylesi geldiği ve elinden de başka türlüsü gelmediği için, sevivermek birini.”

Kitapla kalın…

Kapak fotoğrafı: Instagram / @hepkitap.hepsanat

İlginizi çekebilir: BiblioMagger’dan Kitap Önerileri