Un Homme Et Une Femme: Rastlantılar Üzerine Bir Film
Başrollerini Anouk Aimée ve Jean-Louis Trintignant’ın paylaştığı yönetmenliğini Claude Lelouch’un yapmış olduğu 1966 yılı Fransız yapımı Un Homme Et Une Femme; 2 dalda Oscar Ödülü ve Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanmış bir film. Siyah beyaz ve renkli olmak üzere oldukça estetik sahnelerle dolu olan filmle benim tanışmam ise Francis Lai imzası taşıyan ve filmle aynı isme sahip enfes müziğine denk gelmem sayesinde oldu.
Francis Lai o kadar zarif bir eser ortaya çıkarmış ki yalnızca müziğini dinlemek bile beni etkileyince, filmi büyük bir heyecanla açıp izledim. Konu olarak genelde izlemeye alışkın olduğumuz bir hikayeyi ele alsa bile sunuş tarzı, anlatım tekniği, sahnelerin çekim perspektifleri, karakterlerin aralarında geçen nahif ve zarafet dolu diyaloglar ile bana kalırsa üzerinden 55 yıl geçmesine rağmen hala klişe denemeyecek kadar zamanın ötesinde bir film. (Editör Notu: Yazının ilerleyen bölümleri filme ilişkin spoiler içermektedir. Dilerseniz filmi izledikten sonra yazıya yeniden dönebilirsiniz. )
Un Homme Et Unne Femme, hem birbirlerine çok benzeyen hem de hiç benzemeyen bir hayat öyküsüne sahip olan Anne ve Jean-Louis’nin tecrübe etmiş oldukları ortak bir kayıp üzerine kurulu. Film setinde çalışan ve sakin bir hayat süren Anne Gauthier (Anouk Aimée), epik bir aşkla sevdiği dublör olan eşi Pierre’i sette yaşanan bir talihsizlik sonucu patlama sahnesi çekimi sırasında kaybetmiş bir kadın olarak çıkıyor karşımıza. Anne’a göre daha hareketli bir hayat yaşayan hız tutkunu bir yarışçı olan Jean-Louis ise bir yarışı sırasında büyük bir kaza geçiriyor ve ağır şekilde yaralanıyor. Jean-Louis’nin hayati tehlikesinin devam ettiği sırada eşi Valérie bütün bu yaşananları kaldıramıyor ve hayatına son veriyor. “Bir şey ciddi olmadığında film gibi deriz. Neden sence filmler ciddiye alınmaz? Bilmem. Belki her şey iyi olduğunda gittiğimiz içindir. Yani iyi olmayınca mı gitmeliyiz? Neden olmasın?”
Birbirleriyle birçok ortak noktası ve birçok farklılıkları bulunan Anne ve Jean-Louis Duroc’un yolları ise çocuklarının Deauville’da aynı yatılı okula gitmesi sebebiyle kesişir. Dakik bir karakter olmayan Anne, kızı Françoise’ı okula bıraktıktan sonra Paris’e dönmek üzere yola koyulur fakat treni kaçırdığı için geri dönemez. Jean-Louis ise oğlu Antoine’yi okula bırakıp Paris’e döneceği sırada trenini kaçırdığı için Paris’e dönemeyen Anne ile karşılaşır ve birlikte Paris’e dönmek üzere uzun bir yolculuğa çıkarlar. Yol boyunca sohbet ederler ve aralarında daha sonra aşka dönecek bir dostluk gelişir. Bu sırada ikisinin de eşlerini kaybetmiş olmasına karşın evlilik yüzüklerini çıkarmamaları ve birbirlerine evli olduklarını söylemeleriyle birlikte ikisi de birbirinin geçmişte yaşamış oldukları acı olaylardan haberdar değildir. Birlikte çıktıkları bu uzun yolculukta aralarında bir yakınlık kurulur ve Jean-Louis bir sonraki hafta sonu Deauville’ye çocuklarını görmeye birlikte gitmeyi teklif eder.
Süregelen bu uzun yolcuklar ve çocuklarıyla birlikte hep beraber geçirdikleri zamanlar esnasında aralarındaki ilişki elbette dostluğun ötesine geçer ve birbirlerine karşı itiraf edemedikleri hisler beslemeye başlarlar. Yarışçı olan Jean-Louis’nin Monte Carlo Rallisi’ne katılması sebebiyle ikili bir süre görüşemez. Bu sırada Monte Carlo Rallisi’nin sonunda başarı elde eden Jean-Louis’yi tebrik etmek için Anne ona bir telgraf gönderir ve gönderdiği bu telgrafta onu sevdiğini de söyler. Anne’dan bu telgrafı alır almaz hemen yüzlerce kilometrelik yola koyulan Jean-Louis, oldukça sempatik şekilde bütün yol boyunca kafasında Anne’la ne konuşacağını nasıl davranacağını çok detaylı şekilde tasarlar. Saatler süren yolculuktan sonra soluğu Anne’ın yanında alır ve ikisinin arasındaki birliktelik bu şekilde başlamış olur.
Yaşanan bütün acılara rağmen hayatın devam ettiğine şahit olduğumuz Un Homme Et Une Femme filminde, her şeyin güzel şekilde devam ettiği sırada bir pürüz ortaya çıkar. Jean-Louis ile birlikte oldukları süreç boyunca Anne kaybetmiş olduğu eski eşiyle geçirdiği bütün güzel anıları sanki tekrar canlanıyor gibi hisseder ve eski eşine karşı kendini suçlamaya başlar. Jean-Louis’yi sevmesine karşın bu durumun üstesinden gelemeyen ve eski eşinin acısının hala kendisi için çok taze olduğunu düşünen Anne, Jean-Louis ile ilişkisine son verir ve yollarını ayırır.
Jean-Louis de Anne’ın bu kararına saygı gösterir fakat onu sevdiğini söylediğinde gerçek olduğunu bildiğinden ve aslında bir şansları olduğuna inandığı için “mutluluğu reddetmek delilik” der ve ayrılıkları sebebiyle son derece üzgün olan Anne’ı bulmak için yola çıkar. Kaçırılan bir tren sebebiyle yolları kesişen ikili yine bir tren istasyonunda bu sefer mutlu sonla bir araya gelerek bize veda eder. (Minik bir dipnot: Söylenenlere göre bahsetmiş olduğum tren istasyonuna Jean-Louis’nin Anne’ı bulmak için geldiği sahne tamamen spontane şekilde çekilmiş. Doğal bir tepki yakalamak amaçlandığı için Anouk Aimée’nin bu sahneden haberi yokmuş.)
“Giacometti demiş ki: Bir yangında Rembrandt ile bir kedi arasında seçim yapmam gerekirse kediyi kurtarırdım. Ve sonra kediyi bırakırdım. Bunu da mı demiş? Güzel olan da bu. Evet öyle. Sanat ve yaşam arasından hayatı seçermiş.” Renkli ve siyah beyaz sahnelerin bir arada olduğu enfes bir müzikalle estetik şekilde sunulduğu ve üzerinden 55 sene geçmesine rağmen hala büyük bir seyir keyfi veren Un Homme Et Une Femme fimini izlemeyen herkese mutlaka öneririm. Şimdiden iyi seyirler!
Kapak Fotoğrafı: Pinterest
İlginizi Çekebilir: İrem Daştan’dan Les Choristes
İlk yorumu siz yazın!