Pratfall Etkisi: Kusurlu Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
Hayatımız boyunca belki de hepimizin o “kusursuz” olmanın dayanılmaz yükünün altına girdiği zamanlar olmuştur. Belki her şey olmaya çalışmış, sonucunda hiçbir şey olamamışızdır; belki küçücük bir hatada “rezil oldum” diyerek arkamıza bakmadan kaçmışızdır; belki de aslında içten içten kusurlarımızdan utanarak çevremize karşı kendimizi kusursuz göstermeye çalışmışızdır. Ama özellikle pandemi sonrasında insanların kendilerine biraz daha şefkatli yaklaşmayı bir nebze öğrendiği, “elimden bu kadarı geldi” demeyi başardığı, kendine yüklenmeyi biraz olsun bıraktığı şu dönemde, hem ruhumuza hem de bedenimize yıllardır yüklediğimiz kusursuz olma yükünü hafiflettiğimizi düşünüyorum. Bu konu üzerine biraz düşünüp araştırdığımda hepimiz kadar beynimizin de kusursuz olanı sevmediğini öğrendim ve kusurlu olmanın verdiği hafiflikle tanıştım: Pratfall Etkisi.
Pratfall Etkisi Nedir?
Pratfall Etkisi ilk olarak 1966’da sosyal psikolog Elliot Aronson tarafından incelenmiş. Sosyal Psikolog Elliot Aranson’un Minnesota Üniversitesinde yaptığı bir deney akabinde ortaya atılmış. Bu deneyi gerçekleştiren Elliot Aronson “Kişi ne kadar mükemmel değilse, sevilme oranı da o kadar artmaktadır.” demiş ve deney 48 üniversite öğrencisi ile gerçekleştirilmiş. Deneyde 4 farklı kişiye 50 soru sorulmuş ve cevapların ses kayıtları 48 öğrenciye dinletilmiş. Görüşmelerin tamamı önceden kurgulanmış. 4 kişinin eğitim seviyesi de birbirinden farklıymış, ikisinin entelektüel seviyeleri yüksek diğer ikisinin de orta düzeydeymiş. Doğru cevap sayısı daha fazla olanlardan birisi masadaki kahveyi dökmüş ve ses kaydı esnasında bunu özellikle belli etmiş. Aynı kurgu orta yetenekli kişilerden birinin kaydında da tekrarlanmış. 48 üniversite öğrencisinden bu 4 kişiye karşı hissettikleri duyguları -7 ile +7 arasında puanlamaları istenmiş. Sonuçlara göre; sorulara %98 oranında doğru cevap veren ve entelektüel seviyesi yüksek olan 2 kişiden kahveyi döken, diğerine göre daha sempatik değerlendirilmiş. Yani kusuru, o kişiyi daha sempatik göstermiş. Hata yapmayan ve mükemmel bir imaj çizen diğeri ise ulaşılmaz ve soğuk bulunmuş.
Benzer bir deney de kurabiyeler üzerinde yapılmış. Deneklere fotoğaftaki iki kurabiyeden hangisinin daha lezzetli olduğu sorulmuş ve soldaki “kusurlu” kurabiye daha pürüzlü bir yüzeye sahip olması nedeniyle %66 oranında diğerine tercih edilmiş.
İnsan Beyni Mükemmeli Sevmiyor
Doğamız gereği hepimiz sevilmek ve onaylanmak istiyoruz. Her an her şeyin dört dörtlük olamayacağımızı unutup, bir şeyleri başarmak için o mükemmel koşulların oluşmasını bekliyoruz ve sonucunda o mükemmel koşullar hiçbir zaman oluşmuyor. “Ya tam yapacağım ya da hiç yapmayacağım” diyerek bazen “kervanın yolda düzüldüğünü” unutuyoruz. Bazen yargılanma, sevilmeme, eleştirilme endişesine düşüp asıl yapmak istediklerimizi yapamıyor, asıl düşüncelerimizi dile getiremiyoruz. Sizin de bazen kendinize şunu sorduğunuza eminim: “Neden ben her şeyi kusursuz şekilde yerine getirdiğim halde kusurlu olanlar daha çok seviliyor?”
Çünkü kusursuz duran kimseler daha soğuk algılanabiliyor ve belki de insanlar onlara yaklaşmaktan korkuyorlar ya da onları çekici bulmuyorlar. İnsanlar bu kimselerle aralarında aşılması güç mesafeler olduğunu, onların ulaşılmaz olduklarını düşünüyorlar. Ayrıca kusurlarını açık etmeyen insanlar kusursuz algısı yarattığından kusurlu yani normal olan insanlar onların yanlarında bulunduklarında kendini “eksik ya da hatalı” hissediyorlar ve rahat davranamıyorlar. Aslında biraz daha samimi ifade etmek gerekirse bu mükemmel görünen insanlar bizim biraz içimizi bayıyor! Bunun yanında hatalar ve sakarlıklar yapan hatta bundan utanmak yerine kendiyle dalga geçebilmeyi başaran insanlar ise daha özgüvenli ve cana yakın olarak algılanıyorlar. Çünkü anlıyoruz ki, o da bizim gibi kusurlu, o da bizden. Örneğin; Jennifer Lawrence Oscar ödülünü almaya çıkarken iki kez elbisesine takılıp düşmüştü ve bu olay sonrasında bile herkes onu eskisinden daha da sevimli ve doğal bulmuştu.
Sonuçlara göre aslında beynimiz kusurlu olanı seçiyor ve seviyor. Farkında olmasak da hata yapanları ve hatalarından utanmayanları hatta bunları saklamak yerine gülüp geçenleri, dışarıya karşı mükemmel bir imaj çizenlerden daha sıcak ve samimi buluyor çünkü ufak hatalar doğallığı arttırıyor. Hatalardan kaçınanlar ve mükemmel olmaya çalışanlar aslında daha “normal” olanlarla arasına bir duvar örmüş oluyor.
Kimler Pratfall Etkisinden Yararlanıyor?
Bu etki tüm dünyada siyasetçiler tarafından sıklıkla kullanılıyor. Bir siyasetçinin karşısındaki kitleye hitap ederken ağlaması, konuşmacının konuşmasını gerçekleştirdiği esnada dilinin sürçmesi ve ortaya komik bir görüntü çıkması aradaki tüm buzları eriterek onu halka daha çok yakınlaştırıyor.
Kitlelere hitap eden bir sosyal medya ünlüsünün hata sayılacak bir davranışta bulunması, sosyal medyanın o “sahte kusursuzluğunu” kaldırıp, onun da bizim gibi bir insan olduğunu hatırlamamıza yardımcı oluyor. Mankenlerin podyumda bilerek düştüğü veya dili sürçünce gülerek devam eden sunucuların bu etkiyi sevimli bir imaj çizmek için özellikle kullandığı iddia ediliyor. Bu etki pazarlama dünyasında da oldukça revaçta ve markalar tarafından sıklıkla kullanılıyor. Örneğin; Tesla firmasının yeni Cybertruck aracının kırılmaz camlarını tanıtırken camın kırılmasının bu etki çerçevesinde gerçekleştirdiği söyleniyor.
Sosyal Medya Pratfall Etkisinde
Çok uzun zamandır insanlar, günlük hayatlarında kullanıkları üst düzey markalar, kusursuz makyajlar, gittikleri özel mekanlar, kullandıkları ultra lüks arabalar vs. ile birbirlerine caka satıyor. Fakat bunun inanılmaz bir hata olduğunu anlayan insanlık, ne yazık ki uzun süredir bu konuda hata yapıyor. Ama son dönemlerde Pratfall etkisiyle (belki tam tanımını bilmiyorlardır fakat bilinçli olduğuna eminim) biraz daha “normal” gözükmeye çalışıyor. Belki de “halka inmeye”.
Sosyal medyada yıllardır içimizi şişiren aşırı başarılı, aşırı güzel fiziği olan, aşırı iyi anne olan, aşırı iyi yönetici olan, aşırı aşırı ve aşırı olan insanlar aslında tamamen kendi hür iradeleriyle bu imajı çiziyorlar ve küçük bir araştırmayla bu kimliklerinin aslında ne kadar sahte olduğunu görüyoruz. Hatta araştırmamıza bile gerek, zaten birinin kusursuz olması, hayatındaki her şeyi eşit seviyede başarıyla gerçekleştirmesi mümkün değil. Belki çok çalışıp, ailesine yeterince zaman ayıramıyor ve gece çocuğuna masal okurken koyduğu o milyonlarca like alan sahte fotoğraf sayesinde biz onun hem mükemmel çalışan hem de mükemmel anne olduğunu sanıyoruz. Belki harika vücuduyla spor salonundan pozlar paylaşıyor ama arka planında yeme bozukluğu var. Artık hayatımızın neredeyse tamamında yer alan ve bir şekilde uzak kalamadığımız sosyal medyada bunların daha fazla dile getirilmesinden umutlu ve gururluyum!
Kapak Fotoğrafı: Youtube
İlginizi çekebilir: Yaprak Civan’dan Schadenfreude
Teşekkürler. Çok güzel bir içerik olmuş. Özellikle kadınların kusursuz görünme gibi bir bilinçaltı kodlaması bulunuyor. Galiba çocukluğumuzdan gelen bir mesaj bu. "Sürekli kusursuz görünmek zorundasın" bildirimleri aldık. Şu anda anlıyorum ki kusursuz bir beden, kusursuz bir zihin yoktur. Kusurlarımızla mükemmeliz aslında.