Hiçbir zaman çok ‘fashion forward’ olmadım, bu alanda mecburen sık kullanılan “trend” sözcüğünden zerre hazzetmem ama modaya her zaman ilgi duydum. Samimi bir şekilde, modanın kişinin kendini ifade etmesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu noktada lükslerin ve ayrıcalıkların öne çıktığının son derece farkındayım ama modanın sanıldığından çok daha erişilebilir olduğunu ve moda tarihinin ekonomiden, politikaya, psikolojiden sosyolojiye birçok alanla iç içe olduğunu da biliyorum. Bu yüzden bugün biraz modaya bakışımızı mercek altına almak istedim.

Moda
Moda | Fotoğraf: Unsplash/@zuizuii

Modanın Kanunları

Beni tanıyan insanlar bilir ki 15 yaşından beri param olsun olmasın her ay Vogue alırım ve diğer insanlarda gözlemlediğimin aksine yazıları (beğendiklerimi) köküne kadar da okurum. Birkaç yıl öncesine kadar param olduğunda başka edisyonlarını da alırdım (yükselen kurlarla birlikte kaybettiğim gelirim için bir dakikalık saygı duruşu). Vogue Mayıs sayısında ise Anıl Atalan’ın “Moda Kanunları” başlıklı yazısı beni başka insanlara saçma gelecek derecede heyecanlandırdı. Çünkü yazı, Standford Üniveritesi’nde İnsan Hakları ve Çalışma Hukuku üzerine eğitim veren Prof. Richard Thompson Ford ile yeni kitabı “Dress Codes: How the Laws of Fashion Made History”den yola çıkarak modaya dair az konuşulanları içeren bir röportaj niteliğindeydi. Modayla ilgili yazan bir hukuk profesörü: #relatable.

Elbette bu yazı bahsettiğim yazının bir özeti olmadığından orada değinilen başarı için giyinmek, flapper feminizm, modanın cinsiyeti gibi başlıkların hepsine değinmeyeceğim. Fakat yazının özeti niteliğinde ve Richard Ford’a tamamen katıldığım çok önemli bir cümle var: “Modanın 21. Yüzyılda belki daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir noktaya geldiğini söyleyebiliriz ama geçmişteki yargılar, sosyal kastlar ve etiketler hala sona ermedi. Hatta belki daha karmaşık hale geldi.

Moda Yargıları: Siz Nereden Bakıyorsunuz?

Moda söz konusu olduğunda özellikle de Türkiye’de benim gözlemlediğim temel iki davranış kalıbı var: modaya aşık olduğunu iddia edip abartılı bir biçimde trendlere tutunmak, çeşitli obsesyonlar geliştirmek ya da bütünüyle reddetmek ve gereksiz, anlamsız olduğunu iddia etmek. Modayla ilgilenmek ya da en azından kendi giyim tarzında değişikliğe gitmek isteyen insanlarsa bunu sıklıkla zor ve kısıtlayıcı buluyorlar. Oysa moda bu anlayışın tam aksine kalıplara girmek değil kalıpları yıkmakla ilgili. Ek olarak moda tarihini en çok etkileyen şeylerden biri de insanların ihtiyaçları.

Geriye dönüp bakarsak; kadınların korselerden kurtulup hareket kabiliyeti sağlayan giysiler ve sonunda pantolona kavuşmaları sosyal ve politik hayatta görünür hale gelmeyi başarabilmeleriyle başlıyor. Kot pantolonun günlük giyime dahil olmasının arkasında 2. Dünya Savaşı’nın ardından fabrikalardaki çalışma düzeni var. Elbette lüksler ve imkanların ‘haute coture’ gibi bazı etkileri var ama sonuç olarak moda sanılanın aksine çoğunlukla lükslerle değil ihtiyaçlarla şekilleniyor. Günümüze döndüğümüzde büyük şehirlerde yaşayan ve her daim bir sonraki işi halletmeye odaklı insanlara alan tanımayı hedefleyen “athleisure” trendinin yükselişi bile bunun basit bir göstergesi.

Moda Karşıtı Moda

Gelelim moda karşıtı değer yargılarına. Mark Zuckerberg gibi girişimcilerden David Dobrik gibi influencerlara, büyük kitleler tarafından ilgi gören ve işinden ciddi anlamda gelir elde eden insanların siyah bir t-shirt, basit bir sweatshirt tercih ettiklerini ve her gün aynı giysileri giymek gibi eğilimleri olduğunu görüyoruz. Ford bu durum için “Silikon Vadisi’nde başlayan ve sonrasında dünyaya yayılan bu üniforma athleisure trendi aslında tam olarak tersine snobluk olarak adlandırdığımız kıyafet kodlarına işaret ediyor. Aslında “ne giydiğimi umursamıyorum” demek de güçlü bir moda söylemi ve sinsi bir elitizmi içinde barındırıyor.” diyor. Bu cümle benim de sıklıkla düşündüğüm şeylerin teyidi gibi adeta.

Athleisure
Athleisure | Fotoğraf: Pinkfo

Şu anda başımızı nereye çevirsek spor ayakkabılar hoodieler, sloganlı t-shirtler görüyoruz. Evet iş yerlerinde dahi bir takım zorunlu ve konforsuz giyim kalıplarının ortadan kalkması harika. Bununla birlikte bu “casual” giyim trendleri hiç de öyle göründüğü kadar casual ya da erişilebilir değil. Streetwear markalarının çoğu son derece basit tasarımlar için yüksek fiyatlar talep ediyorlar. Çeşitli tasarımlarda kullanılan feminizm, kuir hareket vb. bir takım mücadelelere ilişkin sloganlar ve sembollerin daha çok ürün satmak için mi yoksa markanın hedeflediği iyi bir amaç için gelir elde etmek üzere mi kullanıldığını kestirmek zor. Günlük hayatta pratiklik sağlayan ve geçmişte kolay erişilebilen spor ayakkabılar artık birer arzu nesnesine dönüşmüş durumda. Ünlü isimlerle iş birlikleri, sınırlı sayıda üretilen özel tasarımlar…

Moda Karşıtı Moda | Fotoğraf: Corporate Bytes

Yani o çok övdüğümüz “casual” giyim aslında bir prestij göstergesine dönüşmüş durumda ve bence hep birlikte çok pahalı ve “cool” evsizlere benziyoruz. Şahsen benim bir tane daha havalı bir spor ayakkabıyla kombinlenmiş pahalı olduğu belli ama sebebini anlayamadığım, paçaları dar gri ‘sweatpants’ görmeye gücüm kalmadı. İçimdeki emekli albaya hakim olamıyor ve Beyoğlu’na takım elbisesiz çıkılmayan günler geri gelsin istiyorum. Ek olarak bu hızlı hareket edilmesine yardımcı olan, “günlük yaşam koşuşturmacasına uygun” rahat kıyafetleri giyenler genellikle koşuşturmayanlar?! Ben hiçbir avukatın icra müdürlükleri arasında taytla gezdiğini görmedim (ki bilen bilir stajyerken adliyenin içinde günde 10 km. yaparsınız) ama bütün freelancerlar ve influencerlar yaklaşık olarak aynı eşofmanımsı üniformayla geziyor. Peki tam olarak nereye koşuyoruz ve rahat kıyafetlerimizin bize kazandırdığı zamanla ne yapıyoruz?

Sinsi Cinsiyetçilik Kodları

Pandemi dönemi, hastalık ya da depresyon gibi ekstrem durumları saymazsak her zaman giyinmeyi, denemeyi, keşfetmeyi seven biri oldum. Ortaokulda korkunç 2000’ler modası etkisinde beyaz gömlek üzerine Betty Boop’lu kravatla dershaneye gidişim, lisede ayağıma yapıştırmışlar gibi okul dışında asla çıkartmadığım topuklu ayakkabılarım, farklı dönemlerde yüzlerce başarılı başarısız makyaj denemesi ve sonsuz aksesuar. Fotoğrafları görünce tabii ki çok gülüyorum ama hepsini iyi ki yapmışım.

Bununla birlikte ortaokuldan üniversiteye giyinme şeklimin her zaman bana dair bir ön fikir oluşturduğunun farkındaydım. Ne giydiğinize özen göstermek, buna zaman harcamaktan keyif almak sıklıkla “sığ” olarak etiketlenmenize neden oluyor. “Süslü”, “abartılı”, “ne gerek vardı” (çünkü canım öyle istedi Berk) gibi daha çok erkeklerden gelen eleştiriler, “ay ben hayatta bu kadar uğraşamam”, “her gün nasıl makyaj nasıl yapıyorsun, ben evden 10 dakikada çıkıyorum” (evet belli oluyor Merve) gibi daha çok kadınlardan gelen eleştiriler… Sonuç olarak günümüzün tersine snob giyim kodlarında “sade” olmak zorundasınız gibi bir yaklaşım var ve daha çok kadınları ilgilendiren bu yaklaşım içinde sinsi bir cinsiyetçilik barındırıyor.

Moda Yargı Dağıtımı
Moda Yargı Dağıtımı | Fotoğraf: Wror

İlginç olan bir diğer şey şu ki bu sadelik arayışı, rahatlıkla sanıldığı kadar ilişkili değil. Seçtiğiniz giysilerin yine fiziğinizi en iyi şekilde vurgulaması, derli toplu görünmeniz, “makyaj yokmuş gibi bir makyajınız” olması da içten içe bekleniyor. Özellikle ofislerde bir kadın olarak bakımsız görünebilecek biçimde salaş olmanız mümkün değil ama göze fazla “süslü”, “iddialı”, “abartılı” gelebilecek şekilde de giyinmemeniz gerekiyor. Bu sırada erkekler ise diğer pek çok konuda olduğu gibi çoğunlukla bu eleştirilerden muaflar.

Sonuç olarak giyimimiz hala tek başına çekingen, sıkıcı, abartılı, sığ, zeki gibi pek çok önyargı yaratmak için yeterli. Bu da bize rahatladığını sandığımız giyim kodlarının sandığımızın aksine karmaşıklaştığını ve Anıl Atalan’ın sözlerinden atıfla “özellikle profesyonel hayatta aktif olan kadınlar için bunun hala kazanması zor bir oyun olduğunu hatırlatıyor.”

Kapak Fotoğrafı: Allure

İlginizi çekebilir: Chic Magger’dan Jean: İş Kıyafetinden Popüler Kültür Ögesine