212 Photography Istanbul: Jüri ve Katılımcılarla Fotoğrafa Dair
Fotoğraf sanatı üzerinden disiplinlerarası diyalog fırsatı sunan, 212 Photography Istanbul, bu yıl 1-11 Ekim tarihleri arasında İstanbul’un farklı noktalarında gerçekleşiyor. Bu kapsamda düzenlenen Uluslararası 212 Fotoğraf Yarışması da 6 Eylül’e -Düzeltme: 17 Eylül’e- dek fotoğraf sanatı ile ilgilenen herkesin başvurularını bekliyor. Ben de meraklı bir fotoğrafçı olarak etkinlik ve yarışma öncesinde aklıma takılan soruları jüri üyelerine, katılımcılara ve yarışmanın geçmiş kazananlarına sordum.
212 Photography Istanbul
Bu yıl dördüncüsü gerçekleşecek 212 Photography Istanbul’un başlamasına çok az kaldı. Festival ve yarışma öncesinde merak ettiklerimi derledim ve birbirinden değerli altı isme bu soruları yönelttim. Peki bu röportajda kimler yer alıyor derseniz; Jüri üyelerinden Magnum Photos New York Kültür Direktörü Pauline Vermare ve Photo London Festival Kurucu Direktörü Michael Benson’a fotoğrafın geleceğine dair sorular yönelttim. Festivalin bu seneki katılımcılarından Esra Özdoğan ve Mine Kasapoğlu’na ise çalışmaları hakkında merak ettiklerimi sordum. Son olarak da Uluslararası 212 Fotoğraf Yarışması’nı 2020 yılında kazanan Fabiola Cedillo ve aynı yarışmayı 2019’da kazanmış olan Ekin Çekiç, yarışma deneyimlerini anlatarak bana bu röportajda eşlik etti. Hadi o halde, daha fazla uzatmadan röportaja başlayalım!
Pauline Vermare
Fransız fotoğraf küratörü Pauline Vermare, New York’taki Magnum Photos’un kültür direktörlüğünde görev alıyor. 2017’de Magnum’a katılmadan önce, Uluslararası Fotoğraf Merkezi’nde (ICP) ve Modern Sanatlar Müzesi’nde (MoMA) küratörlük yapan Vermare, 2002-2009 yılları arasında ise Paris’te yer alan Henri Cartier-Bresson Vakfı’nda çalıştı. Pauline Vermare, şu an Magnum Photos’un yanı sıra Saul Leiter Vakfı ve Catherine Leroy Fonu’nun yönetim kurulunda yer alıyor.
Bir direktör ve küratör perspektifinden günümüzde, özellikle sosyal medyada fotoğrafa göre daha video ağırlıklı görsellerin dikkat çekmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu açıdan fotoğrafın dijital dünyadaki geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fotoğraf ve video arasında bir ayrıştırma yaparak başlamak gerek. Video, sosyal medyada açık ara en eğlenceli olan şeylerden biri. Ama fotoğraf, benim gördüğüm şekli ile sanat, politika ve tarih alanında hâlâ müthiş bir önem ve etkiye sahip. Hem sosyal medya ve dijital platformlara rağmen hem de onların sayesinde…
Fotoğraflar tamamıyla okunmak ve anlaşılmak için bağlama ve dolayısıyla daha fazla dikkate ihtiyaç duyarlar. Bu da sosyal medyadaki dikkat süremiz çok kısa olduğu için oldukça zorlayıcı. Ama güçlü bir fotoğraf her zaman, hızlı ve derinden bir tepkiye yol açar. Mesela fotoğraf kitapları çok iyi konumda şu an; fiziksel objeleri hala arzuluyor ve ihtiyaç duyuyoruz. Fotoğraf tarihçisi Fred Ritchin’in vurguladığı gibi, 19. Yüzyıl’da fotoğraf doğduğunda resim sanatı ölmedi, ki çoğunluk resmin yok olacağından korkuyordu. Resim kendini yeniden icat etti; böylece yeni yaratım ve ifade biçimleri doğdu. Empresyonizm’in doğuşu fotoğrafın doğuşu ile birebir bağlantılıydı. Aynı durum bugün fotoğraf için de geçerli. Yeniden icat etmeliyiz, hikâye anlatmak, arşivleri ziyaret etmek ve daha fazlası için yeni yöntemler hayal etmeliyiz. Dünya çapında hala anlatılacak ve paylaşılacak birçok hikâye var ve çoğu fotoğrafçı bunu hâlâ yapıyor, tutku, adanmışlık ve yetenek ile.
Sanatın üretimden satış aşamasına dijitalleştiği, teknolojik gelişmelerden etkilendiği bir dönemdeyiz. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz, örneğin son zamanların çılgınlığı NFT hakkında düşünceleriniz neler?
Söz konusu dijital gelişmelerle ilgilenmek isteyen fotoğrafçılar için birçok olumlu fırsat bulunuyor ve açıkçası bu diyaloğu da son derece ilgi çekici buluyorum. Her zamanki gibi, hem fotoğrafçılar hem ajanslar için yeni ürünlerine ve arşivlerine dair kontrol sahibi olmaları çok önemli bir yere sahip. Aynı zamanda, fotoğrafın benim için çok değerli bir boyutu olan; “Tarih ve miras” konusunun da bu teknolojik ilerlemelerle birlikte gelişmesini umuyorum.
Uluslararası 212 Fotoğraf Yarışması başvurularını değerlendirirken dikkat ettiğiniz kriterler nelerdir?
Eserlerin belirli bir derinlik ve içtenliğe sahip olmaları benim için çok önemli.
Michael Benson
Michael Benson, 10 yıl boyunca şimdiki ismiyle Londra Sanat Üniversitesi olan Londra Enstitüsü’nde çalıştı ve burada Richard Deacon, Nicola ve Julian Opie gibi önde gelen çağdaş sanatçılar, tasarımcılar ve fotoğrafçıların yanı sıra öğrencilerin çalışmalarını sergileyen Londra Enstitüsü Galerisi ve sergi programını geliştirdi. Millbank’ta bulunan Tate Galeri’nin yanındaki Chelsea Sanat Okulu’na yeni bir yer bulabilmek için çalışmalara önderlik etti. CERN, Cenevre işbirliğiyle, önemli bir sergi olan Signatures of the Invisible’ı geliştirmek için Avrupa’nın önde gelen galerileriyle çalıştı. Sergi, 2002 yılında MoMA PS1’de sona erdi. 2015 yılında, Financial Times ve Maja Hoffman’ın Luma Vakfı’nın desteğiyle Candlestar, Photo London’ın ilk açılışını yaptı ve beş yıl içinde fuar, uluslararası sanat dünyası takviminde önemli bir etkinlik haline geldi. Michael Benson, Foundation for the Exhibition of Photography Yönetim Kurulu Üyesi, aynı zamanda bir Royal Society of Arts üyesi olarak kariyerine devam ediyor.
Uzun yıllardır fotoğraf dünyasında çalışan bir profesyonel olarak kurgu ile doğal anları fotoğraflamak arasındaki farkı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle bu ikisi arasında herhangi bir ayrım yapmıyorum diyebilirim. Fotoğraf, hem görsel hikâye anlatıcılarının hem de sözüm ona doğal anları kaydedenlerin tutkularını kolaylıkla destekleyebilecek, çok geniş bir disiplin. Aralarında ayrım yapmıyor olmam bir yana, en iyi işlerin çoğunlukla bu yaklaşımların kesiştiği zaman ortaya çıktığını gözlemliyorum.
Fotoğrafın dijital dönüşümü, ulaşılabilirlik arttıkça üretimin katlanması, bir telefon kamerasıyla bile üstün kalitede kareler yakalanabilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Teknolojinin gelişmesiyle artan fotoğraf üretimi ve niteliği hakkındaki düşünceleriniz neler?
Dijital, her şeyi mümkün kılmayı vaad ediyor ama aslında o sadece bir araç. Günümüzde herkesin üstün kalitede fotoğraf çekebiliyor olması, herkesin fotoğrafçı olduğu anlamına gelmez. Harika imgeler yaratmak için sadece harika bir fotoğraf makinesine sahip olmaktan çok daha fazlası gerekir. Estetik, vizyon, fikirler ve hikâye ile ilgili bir yığın şeyin çözümlenmesi fotoğraf makinesinin yanına yaklaşmadan çok daha önce geliyor.
Bu sene dördüncü edisyonu gerçekleşen Uluslararası 212 Fotoğraf Yarışması’na katılmak isteyen yarışmacılara tavsiyeleriniz ne yönde olur?
Yarışma katılımcılarına işlerini iyi editlemelerini ve en iyi kareleri hakkında başka birinin görüşlerini almalarını öneriyorum.
Esra Özdoğan
Fotoğraflarınızı ve stilinizi kendi cümlelerinizle tanımlamanızı istesek?
Fotoğraflarımı seriler halinde ve belli bir tema etrafında hazırlıyorum. Bu temalar sanat tarihi, edebiyat kaynaklı olabiliyor ya da insanın bildik, kadim meselelerine odaklanabiliyor. Örneğin “Dünyanın Tasviri” adlı seride, Italo Calvino’nun Görünmez Kentler’inden yola çıkarak iktidar fikrini, köhnemiş gücün yalnızlığını, mutlak kudretin hem mahrem alanıyla hem de hükmettiği topraklarla ilişkisini ele almaya çalıştım. Temaları böylece bir kitaba dayanarak kurguladım ve fotoğraf dilindeki karşılıklarını aradım. Zaten fotoğraf üretmenin en zevkli yanı da benim için bu arayış oluyor. Şu an üzerinde çalıştığım seride örneğin, Hamlet’ten bu yana dört yüzyıl boyunca edebiyat ve sanat tarihini beslemiş Ophelia imgesinin olası temsilleri hakim. Bu imgenin de benim için mekanda tekinsizlik, boğulma ve kapalı kapılar içerisindeki çaresizlik hissi gibi açılımları var. Ürettiğim fotoğraflarda rengi, ışığı, figürlerin ve nesnelerin konumunu bu öznel yorumlar belirliyor. Tonlar, ışık ve atmosfer konusunda da örneğin Hollanda Barok’undan çok etkilendiğim oluyor. Özetle çalışma biçimim kafamı meşgul eden konularda dünyanın sunduğu görüntüleri hali hazırda yakalamaktansa fotoğrafı kurgulayıp üretmek üstüne kurulu. Bu da fotoğraf tarihinin ilk dönemlerinden itibaren izlenmiş bir yöntem aslında, yeni bir tür ya da yaklaşım değil.
İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümü mezunusunuz, yüksek lisans ve tez çalışmalarınız, editörlük ve çevirmenlik deneyiminiz bize dil ile yakından ilişki hâlinde olduğunuzu gösteriyor. Fotoğraflarınızda edebi ve şiirsel bir yaklaşım gözlemlemek mümkün. Dile olan eğiliminiz fotoğraf üretimini nasıl etkiliyor?
Aslında lisansta dilbilim ağırlıklı bir bölümde okudum, benim için asıl belirleyici olan ve fotoğrafa bakışıma da doğal olarak etki eden edebiyat eleştirisi alanındaki yüksek lisansım oldu. Bunu yayıncılık mesleği, editörlük ve çeviriler izledi, bunları bir yandan hâlâ sürdürmeye özen gösteriyorum. Hep bir yazı kültürünün içinde oldum. Sanatın her alanında yazılı kültürün tasarım, kurgu ve üretim süreçlerinde çok önemli bir yer tuttuğunu ya da tutmasının elzem olduğunu, temel sanat eğitiminde mutlaka yer alması gerektiğini düşünüyorum. Benim on bin saat kuralımda bu var sanırım.
Özel olarak fotoğrafa gelince, yukarıda da söylediğim gibi, insiyaki olarak kafamda dönüp duran bazı edebi temalar var ve bunların fotoğraf dilindeki karşılıklarını aramak benim için çok zevkli bir süreç. Fotoğraf daha çok bu benim için, yazılı imge dilinden görsel imge diline bir tür çeviri işlemi. Üstelik daha yaratıcı, olanakları çok daha serbest bir tercüme süreci. Bu da fotoğrafın, temelde tek ve yassı bir kare olarak hikaye anlatma olanaklarını kurcalamakla eşdeğer. Fotoğraf yüksek lisans tezimde de Jeff Wall ve Nan Goldin örnekleri üzerinden fotoğrafın anlatısallık kapasitelerini çalıştım. En sevdiğim fotoğrafçılar da bu kapasiteleri zorlayabilmiş olanlar. Bu meseleye biraz Bergson’cu bir bakışım var, fotoğrafın tek bir görüntüde, o görüntüdeki tek bir jest ya da hareket içinde çok sayıda başka görüntüyü ve hikayeyi tetikleyebilen bir zamansallığı olduğuna inanıyorum.
212 Photography Istanbul’un 4. edisyonunda sergilenecek olan çalışmalarınızda bahsedebilir misiniz?
Aile Albümü adlı bu serinin fotoğrafları oğlumla bir yaz mevsimini geçirdiğimiz ev ve çevresinde çekildi. Özel olarak bu seride benim için fotoğrafın hatıra değeri, öteki tüm okuma biçimlerinde edinebileceği değerlere üstün geliyor. Çünkü çocuk imgesine fotoğrafta hep zamanı belirsiz ve yalnız bir konu olarak baktım. Onların fotoğraflarına baktığımda, belki yetişkinlere göre fiziksel dönüşümleri çok daha hızlı ve fark edilmez olduğu için, zamanın bir noktasında saptanmış ve iki gün sonrasında değişime uğramaya mahkum bir yüzün, artık mevcut olmayan bir bedensel ifadenin ya da duruşun yitmiş, iç burkucu hatırasını görüyorum. Kaldı ki bu seride konu kendi çocuğumdu. Dolayısıyla fotoğrafın çekildiği andan sonra ancak kısacık bir süre için aynı kalabilecek bir varoluşu yakalama kaygısı var. Bu mevcudiyeti bir zaman için çevreleyen, etrafını dolduran, sonrasında miyadını doldurup rafa kalkacak nesneler için de aynı kaydetme kaygısı geçerli.
Fotoğraflarda kendini çokça hissettiren yalnızlığa gelince, çocuklara doğrultulmuş objektifi, amaçtaki masumiyet ve iyi niyet ne olursa olsun, her durumda savunmasızlığa doğrultulmuş bir silah, bir saldırı gibi görmemek elde değil. Bu noktada, fotoğrafın bir kayıt cihazı olarak işleyişinin ötesinde, çocuk temsilinin mitolojilerde, dinlerde ve tarih içerisinde öteden beri üstlenmek zorunda bırakıldığı kurban ve kurtarıcı rolleri işin içine giriyor. Çocuk, kullanım değerinden bihaber bir varlık olarak, tanrılar, savaşlar, ırklar, bilimler ve sanatlar için kurban edildi. Daha iyi bir dünyanın güvencesi olarak da her birinin geleceğinin parlak yüzü, kurtarıcısı olarak öne çıkarıldı. Bu noktada Aile Albümü, saldırgan bir üst bakışla, yetişkinler toplumunda çocuğun yerini, tarihsel konumundaki savunmasızlığı ve yalnızlığı, ve belki ancak böylesi bir yalnızlıkta var olabilecek tekinsiz gücünü görmeye çalışan bir seri olarak da düşünülebilir.
Mine Kasapoğlu
Spor fotoğrafçılığı üzerine deneyiminiz ayrıca sporcu geçmişinizle de ilgili yanılmıyorsam. Benzer geçmişlere sahip olmanız fotoğrafını çektiğiniz kişiyle aranızda özel bir bağ kuruyor ve bu sinerji karelerinize yansıyor mu? Bu bağı nasıl değerlendirirsiniz?
Evet bence sporculuktan gelmem fotoğrafçılığımı kesinlikle çok etkiliyor. Antrenman veya yarışlardaki spor psikolojisini yaşamış olduğum için sporcularla rahat empati kurabiliyorum. Onların dilini, yani sporcu dilini iyi konuşuyorum diyebilirim. Bu da sporcuların benim yanımda daha rahat, daha gerçek olabilmelerini sağlıyor.
Spor dışında backstage ve portre fotoğrafları da çekiyorsunuz. Peki sizi birbirinden farklı disiplinlere yönelik çalışmalarınızda motive eden şeyler neler?
Ben her zaman gerçek bir an, gerçek bir duygu yakalamanın peşideyim. Spor fotoğrafı da çeksem portre de aradığım şey aslında hep aynı. Motivasyonum, bu yakaladığım anları paylaşıp, insanlara bir şeyler hissettirmek. En çok motive eden şey de sporcuların fotoğraflarımı beğenmesi.
212 Photography Istanbul’un 4. edisyonunda sergilenecek çalışmalarınızdan bahsetmenizi istesek? Önümüzdeki dönem içerisinde çalışmalarınızı görebileceğimiz etkinlikler olacak mı?
Çok heyecanlıyım bu sergi için. Sporcuların en mükemmeli yakaladıkları anları ölümsüzleştirmeye çalıştım. Önümüzdeki aylarda uluslararası yüzme ligini çekeceğim. Beni ve fotoğraflarımı aktif olarak Instagram hesabım üzerinden takip edebilirsiniz.
Fabiola Cedillo
Bir sanatçı olarak kariyerinizin nasıl başladığını sormak istiyorum. Bu doğrultuda hatırlayabildiğiniz belirli bir anı varsa bizimle paylaşabilir misiniz?
Her şey arkadaşım Fernando’nun kız arkadaşının portresini görmemle başlamış olabilir. Açıkçası bu fotoğrafı gördüğüm ilk andan itibaren çok fazla şey hissettiğimi hatırlıyorum. Fernando’nun kız arkadaşına karşı neler hissettiğini anlamış, hatta onun kişiliğini bu fotoğraf üzerinden görebilmiştim. Bir duygu ve anıyı hissedebilmek bana sihirli gibi gelmişti. Ben de birisinin veya bir şeyin görüntüsünü yakalayabilmek ve görenlerle bir iletişim kurmasını sağlamak istiyordum. Heykel bölümü mezunuyum ve öncesinde fotoğraf sadece ilgi duyduğum, çok önemsemediğim bir konumdaydı. İleride benim mesleğim olacağını asla tahmin etmiyordum, istediğim tek şey sadece fotoğraf çekmekti.
İlk fotoğraf kitabımı yayınladıktan sonra kendime fotoğrafçı diyebilmek için ihtiyacım olan güvene sahip olmuştum. Sıra dışı olduğunu biliyorum ama Latin Amerika’da üniversitelerde bir fotoğraf bölümü dahi bulunmuyor. Çoğu kişi fotoğraf çekmeyi kendi kendine öğreniyor. Bu nedenle 2017’de Kito’da AULA adlı ilk fotoğrafçılık okulunu kurdum. Benim ülkemde ve benim küçük şehrimde (Ekvador, Kito) bu çok zor ama şimdi teknolojiyle her yerde olabiliyorsunuz. Bu da bana yürüdüğüm yolun güzel bir yere gidebileceğini gösteriyor.
2020 yılında Uluslararası 212 Fotoğraf Yarışması’nı kazandınız, önce ve sonrasında hayatınızda neler değişti? Katılımcılar için ne tür tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
İstanbul’dan çok uzak bir konumda, Ekvador’da olduğum için bu yarışmayı kazanmak çok heyecan vericiydi. Fotoğraflarım Uluslararası 212 Fotoğraf Yarışması’na uyum sağlayabilecek miydi bilmiyordum, o nedenle biraz risk aldım ve yarışmaya başvurdum. Başvurmadan önce ilk yaptığım şey, önceki senelerde yarışmaya katılan fotoğrafları görmek oldu. Bu fotoğrafları çok sevmiştim ve öyle ki bu fotoğraflar beni bu festivalin bir parçası olmaya yönelik motive etti de diyebilirim.
Yarışmaya katılmak isteyenlere önerim ise dünyanın neresinde olursanız olun, başvurun! Biliyorum ki birçok hikâye başkaları tarafından bilinmiyor ve bu hikâyelere erişebilmek fotoğrafı geliştiren en önemli unsurlardan. Örneğin yarışmaya katıldığımda projemin baş kahramanı Tita’nın dünyanın diğer ucunda olmasına rağmen sendromunun biliniyor olması beni çok duygulandırmıştı. Engelli bir kız kardeşimin olması ve hissettiklerimin başkaları tarafından görülebilmesi de…
Yarışmayı kazanmak ise bana çok yardımcı oldu diyebilirim. Ödülle birlikte yeni projem “HUMANO”ya odaklanabildim. Yarışma sonucunda elde edilen ödüllerin, sanatçılara kişisel projelerini ilerletmeleri açısından yardımcı olduğunu düşünüyorum. Sanatçıların kişisel projelerini genişletmeleri ve komisyonlu işlerinde bir parantez koyabilmeleri adına bu ödülleri çok yararlı buluyorum.
Biraz da gelecek çalışmalarınız hakkında konuşalım, şu an ne tür projeler üzerinde çalışıyorsunuz?
Şu an “Depression in Zaruma” adlı kitabımın üzerinde çalışıyorum. Bu kitapta maden işçilerinin yaşadıkları psikolojik ve fizyolojik depresyona odaklanıyorum. Extractivism ve kapitalizmin etkisinde, toprağı nasıl kazıp sömürebildiğimizi ve “değerli” şeyleri çıkarıp içimizi nasıl boş ve kırılgan bir şekilde bırakıyor olduğumuzu yansıtabilmeyi amaçlıyorum.
Ayrıca “HUMANO” projeme de devam ediyorum. İlk bölüm teknoloji yardımıyla çocuk sahibi olmaya odaklanıyor. Üreme ve bununla ilgili olan bütün yöntemleri araştırıyorum. İlgilendiğim şey ise; üreme isteği, hayvansal bir güdü mü yoksa sosyal baskıların bir sonucu mu? Ayrıca bu güç, bizim tanrı rolüne bürünerek teknolojiyle her şeyi kontrol edebileceğimiz ve mükemmel çocuklar oluşturabileceğimiz durumuyla da ne kadar bağdaşıyor? Bunun yanı sıra taşıyıcı anneliğin, bekar, kısır ya da homoseksüel çiftlere sağladıklarıyla ilgili de araştırmalar da yapıyorum.
Her şeye farklı noktalardan yaklaşmaya çalışıyorum. Örneğin ben de bekar biri olarak yumurtalıklarımı dondursam mı diye düşünüyorum. Çocuk yapmama kararımdan ileride pişman olur muyum, onu da bilmiyorum. Projem “HUMANO” şu an hâlen devam ediyor ve farklı hikâyelerle bir araya geldikçe de değişecek gibi gözüküyor.
Ekin Çekiç
Kariyeriniz, fotoğraf makinenizle tanışmanız ya da kısacası her şey nasıl başladı?
2012 yılında “Shoot Your Life” isimli bir workshop ile fotoğraf makinesiyle tanıştım. Bu proje Berlin, İstanbul ve Paris şehirlerinde yaşayan 16 çocuğun kendi hayatlarını 6 ay boyunca fotoğrafla anlatmasını hedefliyordu. 6 ay boyunca gittiğim her yere fotoğraf makinemi de götürmeye başladım ve artık yanımdan ayırmadığım bir parçam haline gelmiş oldu. Her zaman anlamaya çalıştığım şeylerin fotoğrafını çektiğim için de kariyerim bu şekilde ilerledi.
Çalışmalarınızda fotoğrafa bir gözlem olgusu olarak baktığınıza şahit oluyoruz, yani çoğu belgesel niteliğinde işler. Peki kariyeriniz sizce de bu doğrultuda mı ilerliyor, ne dersiniz? Son olarak da gelecekte nasıl bir “Ekin” ile karşılaşacağız?
Belgeselin doğrudan ve çarpıcı anlatımı beni her zaman etkilediği için o saf gerçeğe olabilecek en az müdahaleyle yaklaşmayı seviyorum. Bazı projelerimde ise bu doğrudanlığı biraz kırarak “garip” görseller üretmeye yeni yeni başladığımı söyleyebilirim. Elimdeki makine aracılığıyla insanlarla, doğayla ya da hayvanlarla iletişim kuruyorum. Genel olarak içine kapanık bir insan olduğum için fotoğraf makinesi benim için sosyalliği yaratan bir nesneye dönüşüyor. Görsel ile bir anlatım kurmanın gücünü de gün geçtikçe daha iyi anladığım için gelecekte de yine lens tabanlı işler üreteceğimi düşünüyorum. Belki daha kurgusal ve kişisel taraflara doğru eksenimi değiştirebilirim.
2019 yılında Uluslararası 212 Fotoğraf Yarışması’nı “Horsepital” serisindeki fotoğrafla kazandınız. Peki yarışmayı kazandıktan sonra hayatınızda neler değişti?
Böyle uluslararası bir yarışmayı kazanmak her şeyden önce inanılmaz bir görünürlük sağlıyor. Sergi süresince jüri üyesi fotoğrafçılarla görüşme fırsatım olduğu için onların projemle ilgili görüşlerini almak, bambaşka bir perspektiften bakmamı sağladı ve ödül sayesinde de diğer projelerime kaynak yaratmış oldum.
Kapak Fotoğrafı: Esra Özdoğan
İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan İstanbul Sergi Takvimi
İlk yorumu siz yazın!