Yazmaya Dair: Kendine Ait Odası Olan Kadınlar
Kapanma döneminde davet edildiğim onlarca ‘challenge’dan birinde soru “en sevdiğiniz kadın yazarlar ve eserleri” idi. Nedense beş tane kadın yazar ve eserini bir çırpıda sayamadım. Gerçekten okumaktan keyif aldığım kadın yazar yok mu peki? Hemen kontrol için ‘Goodreads’ hesabımı açtım. Gezindikçe onlarca kadın yazar ve kitabı tek tek aklıma düştü. Hepsine nasıl güzel değerlendirmeler yazmışım halbuki.
Erkek Egemen Bir Alanda Kadın olmak
Bir kadın olarak nedenini çok uzak yerlerde aramaya gerek olmadığını biliyorum zira edebiyat da maalesef erkek egemen bir alan. Bu konuya yıllar önce kafa yoran feminist aktivist yazar Virginia Woolf da ‘Kendine Ait Bir Oda’da’ ‘Neden kadınlar kurmaca eser yazamıyor?’ sorusuna cevap aramış bundan 92 yıl önce. Belki ayrıcalıklı coğrafyaların kadınları için bir çok şey değişmiş olabilir (ki orada da bu farkın kapandığını söylemek mümkün değil) geri kalan yerler için hala durum hiç iç açıcı değil.
Peki Shakespeare, Çehov kadın olsaydı?
Virginia Woolf kitabında bir kadının yazabilmesi, üretebilmesi için kendine ait bir odası ve parası olmalı diyor. Böyle söyleyince kolaylıkla erişilebilir gibi görünen şeyin bugün bile ‘anne, eş, kardeş, çalışan, evlat’ olan kadın için çok da erişilebilir olmadığını görüyorsunuz. 19.yy’ın başlarına kadar bırakın kendine ait bir odasının olmasını söz hakkı bile olmayan kadın maalesef bir de erkek egemen toplumun heves kırıcı söylemlerine maruz kalıyordu. Mesela o dönem Shakespeare, Çehov aynı yetenekle kadın olarak doğsaydı yine de Shakespeare, Çehov olabilir miydi?
İşte bu ve bunun gibi kısıtlamalar devam ederken bütün imkansızlara rağmen yazan Austen, Bronte gibiler ise o dönem için bir imkansızı başarıyorlar. Hatta Jane Austen’ın yeğeni anılarında “Yazmak için odası ve zamanı da yoktu. Oturma odasında yazardı” diyor. Oturma odasında da yazdıklarının görülmemesi için üstünü herhangi bir şeyle kapatıyormuş.Bir kadının öyle güzel romanlar yazarken yazdıklarından utanması ve tanıdıklarından saklaması, kapı açılırken kapının gıcırdamasından mutlu olması(çünkü çalışmalarını saklama şansı buluyor.) o dönem ki zorlukları anlamamıza yardımcı anektodlar.
Bunun üzerine Woolf de kitabında “Yıllardır kadınlar neredeydi?” diye sorarlarsa milyarlarca insanı (tabii o zamanlar dünya nüfusu 1.7 milyar civarındaymış) doğurdu, besledi, uyuttu, yıkadı, büyüttü ve bu bir hayli zaman alır diyor. Bu tanım benim çok hoşuma gitti: “Milyarlarca insanı doğurmak.”
Velhasıl şimdi bazı şeyler değişiyor. Cesur kadınlar her şeye rağmen yazıyorlar. Bu vesileyle ben de bu güzel kadınlara hakkını verebilmek hem de henüz tanışmamış olanlar için tanışmanıza vesile olmak adına okumaktan en keyif aldığım üç kadın kurmaca yazarı ve çok sevdiğim kitaplarını sizlerle paylaşmaya karar verdim. Aslında paylaşmak istediğim çok fazla kadın yazar ve kitabı mevcut ama bu seriyi devam ettirmek istiyorum. Bir sonraki yazımda kısa kısa daha çok yazarı paylaşacağım. Hazırsanız başlıyoruz. (Çok önemli not: Sıralama herhangi bir önem sırası taşımamaktadır)
Okumanız Gereken Üç Kadın Yazar
Ayfer Tunç
Ayfer hanım okumaktan en keyif aldığım Türk roman yazarı. Birçok konuda başına ‘en’ koyabilmek benim için zor olsa da bu konuda uzun süredir düşüncem bu şekilde. Peki Ayfer Tunç’u böyle konumlandıran şey ne? Biraz bundan bahsetmek isterim.
Murat Gülsoy’la yaptıkları bir söyleşide kendisi bir hayli uzun yazmasına karşın kısa yazmanın zorluğundan bahsediyor. (Aziz Bey Hadisesi, Kapak Kızı gibi kitapları hariç.) Ancak bana kalırsa uzun yazarken merakı yüksek tutabilmek (kendisinin böyle bir amacı olduğunu düşünmüyorum bu arada :)), mantık hatası yapmamak, olay örgüsünü koruyabilmek özellikle dönem romanlarında hataya düşmemek çok zor ve bunu başarabilmesi kaleminin ve zekasının ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor.
Kurmaca yazıyor ama kendinin de dediği gibi hep gerçeğe dokunuyor. Kadın-erkek eşitsizliğini, Türk siyasi tarihini mesele ediyor. Hatta “Yeşil Peri Gecesi” aktardığı konu için böyle bir olay yaşandı mı acaba diye arama motorlarında aratma gereği duymuştum. Çünkü aslında standart 90’lar Türkiye’sinde olma olasılığı oldukça yüksek bir olaydı.
Şu an okumadığım çok az kitabı kaldığı için üzgün hissetmem bir yana henüz başlayacaklar için önlerinde uzun bir yolculuk olduğunu haber vermek istiyorum: “Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi” de tanışma kitabı olmak için muazzam.
Margaret Atwood
Bilmeyenler için Atwood bir hayli izlenen ‘Handsmaid Tale’ dizisinin uyarlandığı “Damızlık Kızın Öyküsü’nün yazarı. Sanat, psikoloji ve Fransızca lisans eğitimine sahip Kanadalı yazar Damızlık Kızın Öyküsüyle gördüğü ilgiye kayıtsız kalamayarak 35 yıl sonra ‘Ahitler’i yazıyor. Zaten bu kitapla da Booker ödülünün sahibi oluyor. Bu iki kitapta İncil’deki Yakup, iki karısı,sevgilisi ve 12 çocuğunun hikayesinden ilham alınarak muazzam bir distopya yaratmış. Gilead sınırları içerisinde aşırı bir grubun kontrolü ele almasıyla başlayan hikayede kadınlar gruplandırılıyor, isimsizleştiriliyor, hayatta tek var olma sebepleri doğurganlıkları haline getiriliyor. Kitapta bir hayli metaforla karşılaşıyorsunuz.
Zira Gilead’da bütün yasaklar yavaş yavaş gelirken halk buna sessiz kalıyor. Mevcut kontroldeki grup birileriyle savaş halinde ve sürekli “Bakın siz güvendesiniz” mesajı verilerek pasifize ediliyorlar. Kadınların adları yok. Erkekler üzerinden ve doğurganlıkları üzerinden var oluyorlar. (Fred’inki diye adlandırılmaları gibi.) Bu yazıda daha fazla detaya girmeyeyim zira tek başına yazı konusu olabilecek kadar geniş bir mevzu.
Atwood’un kendini çoğunlukla distopya yazarı değil yine kendi tanımı olan “üstopya” yazarı olarak konumlandırdığından bahsetmeden geçmek istemem. Zira kendisi aslında distopik anlatımının içinde ütopya olduğunu belirtiyor. Böyle aktarınca bir hayli kafa karıştırıcı gözükse de birey için distopik bir dünya yaratırken iktidar için bir ütopya yarattığından bunu tanımlayabilmek için yeni bir tanım oluşturuyor: Üstopya
Lafın kısası Atwood kurduğu üstopyalarda sorgulayan, sorgulatan yaratıcılığın ve zekanın sınırlarını zorlayan bir şölen yaratıyor. Kafanızda onun rehberliğinde kendi dünyanızı yaratabilmek o kadar keyifliyken diziden önce kitaplarıyla tanışmış olmanızı umuyorum. Not: Atwood’un son zamanlardaki popülaritesiyle ilgili kısa bir bilgi vermek gerekirse Trumph’ın çocuk teşvik eder, kürtaj karşıtı söylemleri Atwood’u ülkede peygamber statüsüne sokmuş, protestolar damızlık kızların kırmızı pelerin kıyafetleriyle yapılmıştı. Bunu belki haberlerden hatırlıyorsunuzdur zira üzerinden çok uzun süre geçmedi.
Ursula K Le Guin
2020 yılında 88 yaşında hayatını kaybeden Amerikalı Le Guin uzun yıllar süren yazarlık hayatında çoğunlukla bilimkurgu yazmış. Le Guin bilimkurgu edebiyatının en saygın ödüllerinden sayılan Hugo Ödülü’nü “Karanlığın Sol Eli” ile en iyi roman dalında kazanan ilk kadın. Ardından “Mülksüzler” ile aynı ödüle bir kez daha hak kazanarak en iyi roman dalında Hugo Ödülü’nü iki kez alan ilk kadın olmayı da başarmış. ABD Kongre Kütüphanesi de 2000 yılında ona “Living Legend” (Yaşayan Efsane) unvanını vermiş.
Bunlar yeterince etkileyici gerçekler olmasına karşın beni en çok ne etkiledi dersiniz? Bilimkurguda tamamen yeni bir soluk oluşturması. Yazdıklarının geleceğin dünyasını oluşturup teknoloji ile ilgili olmasından çok sosyoloji, psikoloji ile ilişkili olması. Örneğin “Yerdeniz Büyücüsü” derin okuma yapmadan okursanız Harry Potter gibi okuyabileceğiniz bir kitapken bu farkındalıkla okuduğunuzda psikoloji alt mesajlarını rahatlıkla alabiliyorsunuz. Annesi psikolog olan Le Guin’in kitaplarında Jung’un izlerini de satır aralarında görmek mümkünken mitolojik öğeleri de bunların arasına ustalıkla yerleştiriyor.
Stephen King ölümünün arkasından onu çok iyi anlatan bir tanımlama yapmış. Yazımı onunla noktalamak isterim: “Dünyadan bir Ursula K.Le Guin geçti. O sadece bir bilim kurgu yazarı değil, gerçek bir ikondu.”
Kapak Fotoğrafı: Unsplash
İlginizi çekebilir: Ceren Muslu’dan Mahlas Kullanan Kadın Yazarlar
İlk yorumu siz yazın!