Şimdi hatırladığımda hayal gibi geliyor… Özgürce dünyayı gezebildiğimiz, hafta sonları için planlar yapabildiğimiz günler. Bu hayal gibi gelen zamanlardan yola çıkarak -hatırladıklarımla- bir tatil rotası anlatacağım sizlere. Bu rotada; Lugano, Lucerne ve Como yer alıyor, yani İsviçre ve İtalya’nın muhteşem gölleri...

Lucerne | Fotoğraf: Tiago Ogris (Unsplash.com)

İsviçre ve İtalya’nın Muhteşem Gölleri

Lucerne

Benim seyahatim Lucerne’den başlamıştı, o nedenle sizi İsviçre’de konuk ederek sözlerime başlıyorum. İsviçre’nin Lucerne kantonunun başkenti olan Lucerne, Orta Çağ Avrupa’sını yaşamak ve göl kenarında zaman geçirmek için çok güzel bir yer. Burası, 1170’li yıllarda bir balıkçı kasabası olarak kuruluyor, sonra ise ticaret ve turizmle gelişiyor. Ancak hâlâ tarihi yapısını koruyor. Tarihin yanı sıra kışın kayak turizmi ve yazın da sanatsal aktiviteler ile ön plana çıkıyor.

Zürih’ten yaklaşık 1 saat süren tren yolculuğuyla ulaşılabilen bu şehirde öncelikle ahşap Chapelle Köprüsü’nü gezmelisiniz. Bu kasaba, Reuss Nehri’nin Lucerne Gölü’ne döküldüğü yerde kurulduğundan dolayı çok fazla köprüye sahip. En görkemlisi Chapelle, bu köprünün bir ruhu olduğuna yemin edebilirim. İçerisinde 15 dakika yürüyünce kimler geçti buradan, ne yangınlara ne yer değişikliklerine sahne oldu diye düşünmeden duramıyorsunuz.

Chapelle | Fotoğraf: Cameron Cress (Unsplash.com)

Şehir merkezine doğru yürüdüğünüzde ise görmeniz gereken bir diğer yer Glacier Bahçesi (Gletschergarten) oluyor. Lucerne’in 20 milyon yıl önce Subtropikal bir iklime sahip olduğunu gösteren fosiller ve Aslan Anıtı burada bulunuyor. Aslan Anıtı’nın hikâyesi çok ilginç. Fransız Devrimi esnasında Fransa Kralı Louis’i korumak için hayatlarını kaybeden 800 İsviçreli asker için bir anıt olarak, Bertel Thorvaldsen tarafından tasarlanmış ve Lucerne’in simgesi olmuş. Mızrak yarası almış olan aslan figürü 1820-1821 yılları arasında oldukça dik bir kayaya oyularak yapılmış. Yazar Mark Twain bu heykeli “Dünyanın en etkileyici ve en mahzun taş kütlesi” olarak tanımlamış.

Aslan Anıtı | Fotopraf: Kasturi Roy (Unsplash.com)

Gelelim gün sonu raporuna, eminim siz de acıktınız yine, gitmeden önce araştırmıştım, Lucerne’de en iyi Fondue’yü ve Raclette’i Stadtkeller’de yiyebilirsiniz. Ama benim gibi ikisini de hiç sevmiyorsanız Pastarazzi Spezialitaten & Take Away’de ravioli deneyebilirsiniz. Garanti lezzet olduğunu eklemeliyim.

Lugano

Lugano ile göller bölgesi turumuza devam edelim… Lugano, İsviçre’nin Ticiano kantonunda (İtalyan kantonu) bulunan sevimli, bakımlı ve küçük bir şehir. Burayı ürüyerek gezmek ise büyük bir keyif. Özellikle göl kenarında sabah yürüyüşleri, palmiyelerle çevrili bulvarları insana derin nefesler aldırıyor. Piazza della Riforma, şehrin en kalabalık meydanı, bir kahve içip etrafı izlemeye ve lezzetli tatlılarını denemeye değer.

Fotoğraf Altyazısı | Henrique Ferreira (unsplash.com)
Morcote | Fotoğraf: Henrique Ferreira (Unsplash.com)

Lugano’nun o kadar güzel komşuları var ki bahsetmemek olmaz. Lugano’dan bineceğiniz tekne turları ile Melide, Gandria ve Morcote köylerini mutlaka ziyaret etmelisiniz. Zaten Morcote köyünde indiğinizde bir sonraki tekneyle Lugano’ya veya Gandria’ya geçecek kadar gezebiliyorsunuz, dağın gölle birleştiği minicik bir yer Morcote ama sokaklarında gezmek çok huzurlu. Bu arada, Morcote 2016 yılında “En güzel İsviçre kasabası” unvanını kazanmış. Monte San Salvatore’ye çıkıp tüm köyleri ve Lugano’yu kuş bakışı seyretmek isterseniz füniküler yolculuğu sizi bekliyor. Bence bu bile güzel bir deneyim, ben daha önce böyle uzun bir füniküler yolculuğu yapmamıştım. Lugano’nun en kuzeyinde bulunan 933 metre yüksekliğindeki Monte Bre’ye de füniküler kullanarak çıkabilirsiniz. Lugano’nun en güneşli köyü diye bilinen Bre Köyü’nü de mutlaka görmelisiniz. Sanat ve edebiyat meraklıları için son önerim ise ünlü ressamın hayatına ve eserlerine adanmış Hermann Hesse Müzesi olacak. Yaşamının son yıllarını Lugano’nun eteklerinde geçiren Hesse, burada birçok eserini tamamlamış. Lugano sanatçıya resim yapmanın yanı sıra edebi etkinlik için de ilham vermiş. Aksi imkansız gibi zaten…

Bu saydığım yerleri gezip gördükten sonra güzel bir yemeği hak ettik bence, gününüzü corso Pestalozzi‘de yer alan Agapé’de risotto ve ev yapımı şarap ile sonlandırabilirsiniz.

Como

Yeni durağımız ise Como… Size hep gördüğünüz ve okuduğunuz duraklardan bahsetmeyeceğimi belirtmek istiyorum. Bir road trip’in en güzel tarafı ulaşması zor noktalara da gitmek olduğundan, yazın ortasında yağmurlu sisli görünen Menaggio, Varenna ve Bellagio turuyla Como’dan bahsedeceğim.

Menaggio’da kaldığım için yola buradan başlıyorum. Lavanta kokulu bir kasaba, hatta Varenna ve Bellagio ile karşılaştırdığımda burada daha az turistin olduğunu da söylemeliyim. Sakin, sessiz ve çok temiz. Bir de kaldığım otel olan Piazza Garibaldi’deki Hotel Garni Corona’nın yanındaki pizzacıyı Türklerin işlettiğini görünce bir kere daha şaşırmıştım…
 

260651889
Hotel Garni Corona | Fotoğraf: Booking.com

Şimdi feribotla Varenna ve Bellagio’ya doğru devam edebiliriz. Varenna çevredeki bir diğer sakin ve güzel kasaba. Evlerin eskiliğine ragmen bakımlı olmaları göz alıcı gerçekten. Ara sokaklarda kaybolmamak elde değil burada. Gölün kenarından yürüyüp kasaba meydanına Piazza S. Giorgio taraflarına çıkabilirsiniz, göl kenarında bir sabah kahvesi de tercih edebilirsiniz. Ben ikinciyi yaptım, Nilus Bar’da kendime bir kahve ısmarladım, sonra da hepsini üstüme dökmüştüm ama şimdi bu tatsız anıyı yeniden zihnimde canlandırmak istemiyorum.

Fotoğraf Altyazısı | FUTC (unsplash.com)
Varenna | Fotoğraf: FUTC (Unsplash.com)

Bellagio ise bence Como’nun en renkli,en kalabalık bölgesi. Oteller, mağazalar, lokantalar o kadar kalabalık ve cıvıl cıvıl ki burada gerçekten İtalya’da olduğumu hissetmiştim. Bellagio’da yarım gün geçirmek, dolaşmak ve yemek yemek güzel ancak konaklamak için yine Menaggio’ya dönmenizi tavsiye ederim. Buradaki gürültü bir noktadan sonra rahatsız edebiliyor.

Bellagio | Fotoğraf: Luca Jonas (Unsplash.com)

Bir alternatif olarak Villa Melzi ve görkemli bahçelerini ziyaret edebilirsiniz. Bahçedeki rengarenk ağaçlar, bitki çeşitliliği yaz mevsiminde bile oldukça büyüleyiciydi. İçeride küçük bir gölet ve köprüler var, burada uzun uzun oturup hiçbir şey yapmamanın tadını çıkarabilirsiniz.

Tabii bu Menaggio’ya dönmeden bir akşam yemeği yiyeceğimiz gerçeğinin önüne geçemez. Tek ve biricik önerim Ristorante Bilacus. Hem çok geniş bir şarap kavları var, hem de harika manzaralı bir terasa sahip. Yemeğe dönecek olursak, günlük olarak hazırlanan makarnaları harika, benim tercihim trüflü tagliatelle ve biftek olmuştu, unutulmaz bir lezzetti.

Biraz İtalya, biraz İsviçre içeren göl temalı gezinin sonuna geldik. Bugün size gezi rehberliği yapmak yerine, yol arkadaşım olduğunuzu düşünmek ve biraz da farklı deneyimleri anlatmak adına küçük ipuçları vermek istedim. Buon divertimento! Buon appetito!

Kapak Fotoğrafı: Gil Garza (Pexels.com)

İlginizi çekebilir: Canan Keleş’ten Bologna Rotası