İlk yorumu siz yazın!
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku: Başarısız Bir Aşk Hikâyesi
Bazen başarılı ve uzun soluklu hatta muhtemelen mutlu sonlu , bazen yoğun engellere maruz kalan olabildiğince imkansız, bazense bir tarafın ölümüyle biten klişe aşk hikâyelerine oldukça maruz kaldık. Peki biz gibilerin hikayesi neredeydi? Her aşk öylesine afilli başlayıp öylesine alevli mi bitmeliydi? İşte aşkı en gerçekçi haliyle gözler önüne seren, en az hayat kadar olağan olan film; başarısız bir aşkın hikâyesi, Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku.
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
Öncelikle Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, İlhami Algör’ün aynı adı taşıyan kısacık romanından uyarlama. Kitap ise tam bir durum romanı. Uzun duygusal tasvirler, yer ve mekan betimlemeleri, karakter analizleri vb. Hatta film versiyonu da uyarlandığı romanın çizgisinde ilerlemiş…
Filmin başrolleri Erdal Beşikçioğlu (Arif) ve Sezin Akbaşoğulları (Müzeyyen) paylaşıyor. Erdal Beşikçioğlu’nun kirli sakalları ve uzun saçları karakterimiz Arif’in virane halini oldukça iyi görselleştiriyor. Sezin Akbaşoğulları’nın kocaman gözleri ve kısa saçları da Müzeyyen’in naiflik ve cüretkarlık arasındaki durumunu oldukça iyi hissettiriyor.
Arif kadınlara obsesif, bağlanma sorunları olan -hatta bağı kendine yük gören- başarısız bir yazar. Kendisi bir otelde yaşıyor ve oldukça miskin bir karaktere sahip. Ne yaparsa yapsın romanları hiçbir yayın evi tarafından onay almıyor ve bu durum onu iyice depresifliğe itiyor. Sonrasında müzeyyen ile karşılaşıyorlar. Arif, Müzeyyen’den çok etkileniyor. Müzeyyen ise sadece yolda onunla yürümekten hoşnut. Hatta öyle hoşnut ki bir ayağını diğerinin önüne getirerek yürüyor bu yolda. “Fakat Müzeyyen bir şeyin kalbini kırması için illa yanlış olması gerekmez ki, sen benim kalbimi paramparça ettin ama hala seni seviyorum.”
Arif’in küçük otel odasına karşın Müzeyyen’in ahşap detaylı büyük kitaplıklı, sıcacık bir evi var. Kendisi tam bir dişi. Yapıcı, onarıcı ve düzenleyici. İkilinin ilişkileri ilerliyor ve bir süre sonra Arif, Müzeyyen’in evine yerleşiyor. “Müzeyyen’deki tuhaflığın ne olduğunu sonunda anlamıştım. Müzeyyen hiç flört etmiyordu. gözlerini kaçırmıyor, heyecanlanmıyor, dili sürçmüyor, dudaklarını ısırmıyor, kendinden bahsetme konusunda en küçük bir heves göstermiyordu ya beni etkilemek gibi bir derdi yoktu, ya da beğenilmeye çok alışkındı.”
Bir süre sonra Arif’in de tabiriyle bazı şeyler “çıt” sesiyle bitiyor. Sebep yok, hata yok, imkansızlık durumu hiç yok. Müzeyyen’in kendi evine bıraktığı veda notu ve Arif’in kapıyı çekip çıkması. “Ne olmuştu da, ‘seninle dünyanın her yerine gelirim,’ diyen Müzeyyen, durduğu yerden çekip gitmelere başlamıştı. Nerelere gidiyordu? Gelirken getirdiği bakışlar ne dalgaydı? Hangisi Müzeyyen’di? Ya da Müzeyyen kimdi? İlk tanıdığım kimdi, şimdiki kim?”
Aradığımızla umduğumuz yani tutku duyduğumuz bir olmuyor. Tutku her zaman değil ama çoğu zaman bize iyi gelmiyor. Aylar geçiyor, Arif aradığı şeyin Müzeyyen’de olmadığını fark ediyor. Miskinliğini Müzeyyen’in pasifize edemeyeceğini anlıyor. Müzeyyen ise zaten Arif’te hiçbir zaman hiçbir şey aramıyor. Yaşanıyor ve öylece bitiyor, üstelik oldukça sade bir şekilde. “Diyelim ki gitmedim. seninle beraber olmaya devam ettik. Ne değişecekti?“
Kapak Fotoğrafı: Pinterest
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan En İyi Türk Filmleri
✍🏼🤌🏽
Hayatın içinden yansımalı bir film, güzel bir yazıydı.