İlk yorumu siz yazın!
Sanat Terapisi: Sanatın Ruh ve Akıl Sağlığımıza Etkileri
“Sanat sanat için midir yoksa toplum için mi?” tartışmasına bambaşka bir yerden katılıyorum bugün. Mental problemler bu kadar revaçtayken terapiler üzerine konuşmamak adeta imkansız oldu son zamanlarda, malum. Bir önceki yazımda kitapların iyileştirici gücünden bahsetmiştim. Bugün ise daha geniş bir perspektiften, sanatın ruh ve akıl sağlığımıza etkilerine bakacağız.
Sanat Nedir? adlı kitabında Tolstoy, sanatın varolan tanımları üzerinde durur ve uzunca çıkarımlarda bulunur. Ona göre sanat, metafizikçilerin inandıkları gizemli güzellik veya Tanrı fikrinin tezahürü değildir. İnsanın duygularını ve içinde birikmiş bulunan enerjisini açığa çıkardığı ya da görsel olarak tatmin edici objeler sunduğu bir yol olarak da tanımlanamaz sanat. Ona göre, “Sanat, tüm varsayımlarının dışında insanları ortak duygularda ve hayat için kaçınılmaz süreçlerde daha iyi bireyler olmaları için buluşturan birliktir.” Oscar Wilde ise Tolstoy’un aksine İnsan Ruhu ve Sosyalizm adlı eserinde sanatın dünyada bireyselliğin en yoğun olarak ifade edildiği ve dahil olduğu bir biçim olduğunu ifade eder.
Sanat Terapisi
Bu iki havalı yoruma yazıyı okuduktan sonra tekrar bakabilir ve “Sanat nedir?” gibi çok tartışmalı bir konuya karşı tavrınızın ne olacağına karar verebilirsiniz. Bu soru etrafında konuşmak değil niyetim aslında. Sanat, hayatımızın bu kadar içindeyken onun ruh sağlığımıza ve iç dünyamıza olan etkilerini yadsımak manasız olacağı için bu yazı, tam da bu etki üzerinden şekillenen bir psikoterapi yöntemine eğilmiş olacak; sanat terapisine.
Terim olarak ilk defa 1940’larda duyulmaya başlanan sanat terapisi, İngiliz yazar, eğitimci ve sanatçı Adrian Hill tarafından keşfedildi. A. Hill, 1938’de tüberküloz hastalığına yakalanınca, hastane odasında yattığı yerden etrafındaki nesnelerin resimlerini çizerek günlerini geçirmiş ve bu çalışmaların iyileşmesinde önemli bir etken olduğuna inanmıştı. Bir süre sonra bu fikrini profesyonel bir tedavi yöntemi olarak kaldığı hastanenin yönetimine sunmuş ve kabul görüştü. 1950 yılına gelindiğinde ise İngiltere’de iki yüzden fazla hastanede bu yöntem uygulanıyordu ve birçok hastane de bekleme listesindeydi. Adrian Hill ve başka gönüllüler hastanelere gidip hastalara tek tek sanat eserlerini anlatıyor ve terapi hakkında bilgi veriyorlardı. Sonraları bu yöntemin Amerika’da da geniş yankı bulması ve hakkındaki akademik çalışmalar artmasıyla Art Therapy bugün halihazırda terapilerde sıklıkla kullanılan bir metod haline geldi.
Peki herkes bu terapiden birebir yararlanma imkanına sahip olamayacağına göre, sanat eserleri ile olan ilişkimize nasıl terapötik bir boyut kazandırabiliriz? Modern çağ filozofu, yazar Alain de Botton’un sanat tarihçisi John Armstrong ile birlikte yazdıkları Art as Therapy kitabında sanatın psikolojimiz üzerindeki etkileri uzun uzadıya anlatılmış. Okuduğumda çok etkilendiğim bu kitaptan sanatın ruh dünyamıza olan etkilerini, birkaç nokta üzerinden biraz da kendi yorumumu katarak anlatmak istiyorum;
Sanatın Ruh Dünyamıza Olan Etkileri Nelerdir?
Hatırlamak
Hafızamızın daimi olarak bir unutuş içinde olması bizim için bir sürpriz değil. Fakat sürekli olarak isimleri, yer adlarını, geçmiş ve gelecek eylemlerimizi unutmamız bizde zamanla üzüntü ve stres yaratır. Spesifik olarak unutup hatırladıklarımız dışında, gerçekte neyi hatırlamamız gerektiğini bize iyi sanatçılar eserleri ile gösterirler. İçimizde bir yerlerde rafa kaldırdığımız hislerimizi, anılarımızı ortaya çıkarmakta sanat gibisi yoktur desem yeri hatta. Çocukluğumuzda popüler olan bir şarkıyı yıllar sonra duyduğumuzda ya da ilkokulda resim derslerinde kombinlediğimiz renkleri bir tabloda gördüğümüzde duygulanmayan var mıdır aramızda? Hadi itiraf edin, duygulanmasanız da nostalji rüzgarlarına kapılırsınız bir süreliğine. Sanat, bu zaman yolculuğuna çok kusursuz ve sorunsuz bir şekilde aracılık edebilir.
Ümit Etmek
Güzellik ile olan sorunlu ilişkimiz beraberinde kendine has bir paradoks oluşturdu yıllar içinde… Sanat tanımlamaları içinde en çok güzellik konusuna değiniyoruz. Sanatta güzellik arayışı ve sevgisi genellikle kötü ve basit bir yaklaşım olarak görülür bazı çevrelerce. Ya da “şekilci olmak” gibi bir etiketlenmeye maruz bırakabilir güzellik arayışındakileri. Bunun başlıca sebeplerinden biri, güzelliğin duygusallığı beslemesi durumu. Bu noktada bir resmi ele alalım, bir apartmanın etrafındaki çiçekler resmi güzelleştirmek için kadrajın içerisine yerleştirilmiş ya da dünyada neyin yanlış olduğu sorusuna “botanik dünyanın azlığı” gibi iyimser ve dünyadan habersiz bir tavırla cevap vermiş de olabilir… Bu, sanatın güzellikle olan samimi ilişkisine dair başlıca eleştirilerden biri farkettiyseniz. Yani güzelliğin sanatı gerçeklikten tamamen uzaklaştırması. Biçimsel güzelliğin sanatta kendisine bu kadar yer bulması ile ilgili bir diğer yaygın eleştiri de şu; sanatın gerçekten bu kadar uzak bir güzellik algısı sunmasının bizi etrafımızdaki adaletsizliklere ve kötülüklere karşı vurdumduymaz kılması sorunsalı.
Alain de Botton’a göre ise bu iki endişe de gereksiz ve bilimsellikten bir hayli uzak. Çünkü umut etmek, nörobilimin de ispat ettiği gibi teşvik edilmesi gereken bir duygu. “Çoğu başarısızlığın ardında umut eksikliği yatar” diyor hatta Alain de Botton. Yani aslında sanatta güzel olgusunu görmek bize ümit verir ve güzel şeyleri hatırlatması sebebiyle bize kendimizi daha iyi ve pozitif hissettirir.
Acı Çekmek
Sanatın, üzerimizdeki en ilginç etkilerinden biri de bize nasıl başarılı bir şekilde acı çekmemiz gerektiğini öğretmesi durumu. Sublimasyon tabirine kimya ile alakadar olanlar aşinadır diye düşünüyorum; katı bir cismin gaz haline geçmesi olarak tanımlanır bu tabir. Sanatta ise bu sublimasyon, duyguların ve açığa çıkarılmamış acıların daha iyi bir forma dönüşmüş hâlini ifade eder. Yani bizi üzen ve yaralayan kederlerimiz, sanatla buluşunca ortaya bir ürün çıkarır ve böylece bazı duygularımızı da işlevsel bir hâle getirmiş oluruz aslında. Botton ve Armstrong’un da ifade ettikleri gibi, sanat bize acı çeken ve üzüntü içinde olan diğer insanları da gösterir ve bu bize yalnız olmadığımızı hatırlatır ve iyi hissettirir. Bununla ilgili geçenlerde şöyle bir şeyle karşılaştım ve bayağı etkilendim açıkçası. Soyut dışavurumculuğun ustalarından Mark Rothko şöyle demiş bir yerde eserleri ile alakalı; “Ben yalnızca temel insani duyguları ifade etmekle ilgileniyorum; trajedi, coşku, kıyamet, kötü talih vesaire… ve birçok insanın resimlerimle karşılaştığında yıkılıp ağlaması, bu temel insani duyguları ilettiğimi gösteriyor. Ağlayan insanlar resimlerimi gördüklerinde, benim onları boyadığımda yaşadığım o gerçek deneyimin aynısını yaşadıklarını söylüyor. Ve eğer dediğiniz gibi, eserlerimin yalnızca renk ilişkilerinden ve uyumlarından etkileniyorsanız, o zaman asıl noktayı kaçırıyorsunuz demektir!”
Mark Rothko’nun çalışmalarının bazı çevrelerde çok basit ve duygudan yoksun bulunabiliyor. Buna rağmen, sanatçının kendi eserlerini konumlandırdığı yer genelde bambaşka oluyor ve de ‘basit’ görünse bile insanın bazı eserlerden etkilenmesinin tamamen “subjektif bir yorumlama” olacağı gerçeği ile karşılaşmasına olanak sağlıyor.
Yeniden Dengelemek
Şöyle bir baktığımız zaman görüyoruz ki, aslında insanların çok azı hayatlarında dengeyi kurabilmiş… Psikolojik geçmişlerimiz, tecrübelerimiz ve hayattaki rutinlerimiz bizleri bugün olduğumuz insanlar haline getirdi, bunda hepimiz hemfikiriz değil mi? Bazılarımız çok fazla şikayet etme eğilimindeyken, bazılarımız sürekli olarak anksiyeteden muzdarip ve bazılarımız da fazla güvensiz. Sanat bize bütün bu duygularımızı gözlemleme ve hislerimizin en yoğun ve gerçekçi bir şekilde adlandırılması adına cesaret verebilir. Sanatın bu yönü, bize beğenilerimizin çeşitliliği hakkında düşünme imkanı da verir. Bazılarımızın minimal mimariden hoşlanırken bazılarımızın barok mimariden hoşlanması gibi. Ya da bazılarımız için çiçek desenleri ile dolu bir sanat eseri estetik iken bazılarımız için tek renk betonların ilgi çekici olması gibi. Bütün bu zevklerimiz, beğeni farklılıklarımız bize iç dünyamız hakkında ipuçları verebilir. Her sanat eseri belirli bir psikolojik veya ahlaksal motifle iç içe detaylarla dolu olabilir. Bir sanat eseri, iç dünyamızda eksik olan herhangi bir erdemi ya da arayışı resmediyorsa, onu güzel buluruz. Yani aslında sanat, iç dünyamızdaki bütünlüğü bize yansıtmayı vaad eder. Dolayısıyla, bize bir denge imkanı da vermiş olur bu özelliğiyle.
Gelişmek
Sanat bize kendimizle ilgili derin bir bilgi vermeyi vaad eder dedik ama aynı zamanda bize kendimizde bilmediğimiz ya da keşfedemediğimiz yönleri de gösterir. Sanatla uğraşmak her zaman faydalıdır çünkü bize mutsuz ya da sıkıcı anlarda dahi, çoğu zaman yabancı olduğumuz materyallerle güzel işler çıkacağını gösterir ve böylelikle can sıkıntımızla baş etmemize yardımcı yeni stratejiler öğretir. Bize yaratıcı olma imkanı tanır ve özgüvenimizi de arttırır.
Minnettar Olmak
Alain de Botton’a göre, hayatta mutsuzluğumuza sebep olan başlıca kusurlarımızdan biri, çevremizde olan biten şeylerin kaydını tutmamak ve unutmakla ilişkili. Bulunduğumuz anda hissettiğimiz minnettarlıkları, mutsuzlukları, farklılıkları ve o andaki hislerimizi önemsemeden geçeriz. Sanatın amaçlarından biri, bu mekanik alışkanlıklarımıza karşı çıkıp bize değerli ve kıymetli olanları yeniden göstermektir biraz da. Yani duygularımız üzerine kafa yormak için bize yeni, farklı ve yaratıcı bir evren sunar sanat. Başka insanların duygu dünyalarını, acılarını, sevinçlerini görmek bizi de cesaretlendirir. Bunu özellikle müziğin çok kolay gerçekleştirdiğine inanıyorum.
Tüm bu yönlerini göz önünde bulundurup sanata bakmak, onun tedavi ediciliğine -tıpkı yüzyıllardır pek çok kültüre olduğu gibi- başvurmak bize iyi gelebilir. Araştırmalar, sadece görsel sanatlar değil, aynı zamanda dans eksenli anlatımın, dışavurumcu yazarlığın ve müziğin de iyileşme süreçlerine gözle görülür pozitif etkisi olduğuna işaret ediyor.
Yani sanat aslında yalnızca görsel estetiğimize hitap etmekten ziyade, bizi ‘an’da tutar ve durağanlığın, sıradanlığın ve sahiplenmediğimiz ya da üstünü örtmeye çalıştığımız duygularımızın da kayda değer olduklarını bize hatırlatır. Tabii ancak buna biz izin verirsek…
Kapak Fotoğrafı: ISAW (Unsplash.com)
İlginizi çekebilir: Zehra Ozkan’dan Kitapların Terapi Gücü
Yıllar önce bir yazı yazmıştım: Acı Çekme Kılavuzu... Filmler üzerine bir yazıydı. Bu yazınızı okuduğumda o yazı aklıma geldi. Burada sözünü ettiğiniz konulara da değiniyordu. özellikle de acı çekmeye... revize edip yeniden yayınlamak istedim... Bu arada Button'ın Art as Therapy benim başucu kitaplarımdan biridir; ara ara döner bakarım.