Omelas’ı Terk Edip Gidenler: Le Guin'den Mutluluğun Tanımı
Küçük yaşlardan itibaren mutluluk hakkında sahip olduğumuz fikirler filmlerden, şarkılardan, pastoral manzaralardan alıntılarla şekillendi. Fakat bu şekiller bana her zaman şüpheli göründü. Işığı, melodileri, çiçek açan tarlaları ve neşeyi tanıdım ancak beni mutluluğun böyle göründüğüne ikna etmeye yetecek kadar keskin bir netlik, yeterince eğlenceli melodiler, renkli yapraklar ya da kalıcı sevinçler yoktu. Üstelik tüm bunlar yavaş yavaş şüphelerimi öfkeye çeviren sahte ve aldatıcı bir şey hâlini aldı. Böylece şekilsiz bir dünya anlayışı ve varoluşsal sorunlar bende gerçek ıstırap ve öfke nöbetlerine yol açtı. Toplumun önyargılarından koparılmış, kendi mutluluk tanımımı bulma yolunda birçok soru gün yüzüne çıktı. Mutluluk ne anlama geliyor? Toplumun kurallarına uygun bir mutluluğa boyun eğerken kendimizi özgürleştirmemiz mümkün mü? Eğer seçim ve özgürlük yalnızca birer yanılsamaysa, o zaman herkes ona hangi tanımı verirse versin, mutluluk herkes için bir mi? Ursula K. Le Guin, Rüzgârın On İki Köşesi kitabında yer alan; Omelas’ı Terk Edip Gidenler adlı kısa öyküsünde bu soruları ve daha pek çok soruyu soruyor.
Hikâye basit, Omelas Kasabası’nda insanlar mutlu. Evet, mutlu. Ursula K. Le Guin, bu durumunun okuyucuya şüpheli göründüğünü biliyor bu yüzden okuyucuyu da öyküye dâhil ediyor ve bu mutluluğun şehirde nasıl somutlaştığını hayal etmemiz için ısrar ediyor.
“Ah keşke daha iyi betimleyebilsem. Keşke sizleri inandırabilsem. Omelas, benim sözcüklerimle, evvel zaman içinde, çok eski zamanlarda ve uzaklarda kalmış bir masal kentini andırıyor. Belki de en iyisi onu kendi düş gücünüzle kurmanız, düşlerinizin gerçek olduğunu varsaymanız; zira hepinizi memnun edemem tabii ki ben.“
Yani mutluluk öyküde basitçe tanımlanıyor ve artık Omelas’taki mutluluğun gerçekliğine ikna oluyoruz. Ama şehirde iyi olan her şeyin tek bir şeye bağlı olduğunu da bilmeniz gerekiyor, yani bir çocuğun acı çekmesine. Bir yerlerde, bir oğlan ya da kız çocuğu, penceresiz, küçük, kirli bir odada kilitli. Omelas’ın sakinleri bunu biliyor. Kurallar da çok açık, ona hiçbir jest yapılmayacak, hiçbir kibar söz söylenmeyecek.
“Hepsi, Omelas’ın tüm insanları onun orada olduğunu biliyor. Bazıları görmeye geliyor, diğerleri orada olduğunu bilmekle yetiniyor. Orada olması gerektiğini biliyor hepsi. Bazıları nedenini anlıyor, bazıları anlamıyor; ama hepsi de farkındalar ki mutlulukları, kentlerinin güzelliği, dostluklarının sıcaklığı, çocuklarının sağlığı, âlimlerinin bilgeliği, zanaatkârlarının ustalığı, hatta hasatlarının bolluğu ve göklerinin berraklığı tümüyle bu çocuğun dayanılmaz sefaletine bağlı.“
Le Guin, birçok insanın çaresizce kabullenerek yaşamaya devam ettiğini söylerken, koşullara kayıtsız olmayanların da olduğunu açıklıyor. Kayıtsız kalamayanların Omelas’ı terk edip karanlığın içine doğru yürüdükleri ve geri gelmedikleriyle bitiriyor hikâyeyi.
Bu hikâyenin birçok yorumu var ve bunların her biri okuyucunun kişisel deneyiminin sonucu. Bana göre, biz Omelas’ta, gerçekliğin inkârında yaşıyoruz. Günlük hayatımıza devam ederek alışılmış mutluluk fikrini gerçekleştiriyoruz. Günler geçtikçe küçük odaya kapatılmış, terk edilmiş ve kötü muamele görmüş çocuğu unutuyoruz. Bunu bir anlığına da olsa düşündüğümüzde, artık savunma mekanizmalarımızı o kadar güçlü etkinleştirmeye alıştık ki, gerçeği zihnimizden ve pratiklerimizden atabiliyoruz. Bununla beraber kasabayı terk edenler de çocuğu kurtaramayacak. Kısacası, uygulanan muameleye karşı kendi isyanlarına rağmen, hiç kimse kolektif mutluluğun yok edilmesinden sorumlu olmaya hazır değil.
Omelas’ta bence sadece korkaklar var. Niyetlerinin haklı ya da faydacı bir mantıkla meşrulaştırılabilir olup olmadığına bakılmaksızın yaptıkları seçimler ahlaki açıdan biraz aşağılıkça. Zulümlere göz yumanlar ve onlardan kaçanlar var. Ne kadar sallantılı olursa olsun hayatımızı, mutluluğumuzu etkilemediği sürece insanların suistimal edilmesine izin verenler olarak biz de korkak değil miyiz?
Omelas sakinleri de kendilerini aşan koşulların kurbanı değiller mi? Dolayısıyla seçimleri ne olursa olsun, seçenekleri kontrolleri dışındaki koşullar tarafından belirleniyor. Şiddetin yayılmasına izin vererek kalmak, gitmek veya her şeyi yok etmek. Bunlar gerçekten tek seçeneğimiz mi?
Le Guin’in bu kısa öyküsünün başlığı gitmiş olanlar için. Kendi yaşantım özelinde, toplumun sınırlamalarından kurtulmaya çalışırken, en azından bireysel olarak, kısmen de olsa kendimi özgürleştirdiğim hissine kapılıyorum. Ben buna ikna oldum ve yabancılaşmadım. Kendim olma özgürlüğünü elime alma gayretindeyim ama Omelas’tan da ayrıldım mı? O çocuğu, nereye gittiğimi bilmeden, arkama bakmadan bıraktım mı?Adımlarımın izini sürmek için hâlâ zamanım var mı?
Kapak Fotoğrafı: Instagram @nadja.reads
İlginizi çekebilir: Başak Aydın’dan Fantastik Türünde 10 Kitap
İlk yorumu siz yazın!