İlk yorumu siz yazın!
Don't Look Up: Tehlikelerin Basit Metaforu Üzerine Bir Film
Başrollerini Leonardo DiCaprio ve Jeniffer Lawrence’ın paylaştığı bilim kurgu ve hiciv türündeki Don’t Look Up, Türkçe adıyla Yukarı Bakma, dünyamızı tehdit eden problemler karşısında insanlar olarak nasıl bir duruş sergileyeceğimizi muzip bir şekilde ele alıyor ve bu konuda adeta derin bir sosyolojik eleştiri yapmayı da ihmal etmiyor.
Editör Notu: Yazının devamında bu filme dair spoiler bulunabilir. Dilerseniz filmin tamamını izledikten sonra bu yazıya dönebilirsiniz.
Don’t Look Up’ın konusu ise Leonardo DiCaprio‘nun canlandırdığı Doktor Randall Mindy’nin benzetmesiyle yaklaşık Everest Dağı büyüklüğünde olan bir kuyruklu yıldızın gezegenimize çarpmak üzere yaklaştığı, Doktor Randall’ın öğrencisi Kate Dibiasky (Jeniffer Lawrence) tarafından fark ediliyor. Hesaplamalar sonucunda ise bu kuyruklu yıldızın yaklaşık 6 ay içerisinde gezegenimize çarpacağı tespit ediliyor. Sonrasında konu Beyaz Saray’a taşınıyor ve tahmin edilebileceği üzere hiçbir önlem alınmıyor hatta başkan bu konunun üzerinde dahi durmuyor. Dünyanın sonunu getirebilecek güçte olan bu kuyruklu yıldız, yozlaşmış politikaya -güç gösterisi altında- alet oluyor ve asla gerektiğince önemsenmiyor. Tıpkı bir kuyruklu yıldız olmasa da dünyamızın sonunu getirebilecek olan küresel ısınma gibi… Yani Don’t Look Up’taki kuyuruklu yıldız, bizi bekleyen tehlikelerin basit bir metaforu aslında. Filmde konudan ziyade değinilmesi gereken bazı noktalar var, şimdi onların üzerinde duracağım.
İlk olarak Don’t Look Up’ta verilen mesajlardan en göze çarpanı, yani bilişsel kopukluğa değinelim isterim. Duymak istenilenleri söyleyenleri kahraman, kişileri rahatsız ve tehlikede hissettirecek söylemlerde bulunanları ise düşman ilan eden bir bilişsel kopukluk bu. Bilimden tamamen uzak, güvende hissettiren sözlere sığınan, tabiri caizse yüreklere su serpen, hatta ve hatta “yukarı bakmamaları” gerektiğini söyleyen liderlere ihtiyaç duyan milyonlarca insanın varlığı söz konusu; üstelik durum çok ciddiyken bile, yani ucunda ölüm olsa dahi.
Ayrıca gerçeklik algımızın medya sayesinde ne denli değişebileceği de değinmek istediğim bir başka nokta. Günümüzde Don’t Look Up’ta göreceğiniz üzere bilimsel ve mutlak olan doğrunun kendisinden çok bu doğruyu kimin dile getirdiği, hatta hangi programda dile getirdiği çok daha önemli. Üstelik doğrunun bir lidere ihtiyacı yokken, doğru biz onu keşfetmemişken bile doğruyken… Doktor Randall’ın sözleriyle de: “Sorarım size nerede yanlış yaptık? Birbirimizle nasıl diyolog kuracağız? Kendimize ne yaptık böyle? Bunu nasıl düzelteceğiz?”
Önemli olduğunu düşündüğüm bir başka detay ise toplumları ilgilendiren bu gibi olaylarda siyasilerin olayı daha iyi bir reklam malzemesine dönüştürmek adına, simge oluşturacak bir kahraman yaratmaya çalışması. Bu gibi problemler hiç de dramatik değilken, siyasi liderlerin çıkarları doğrultusunda yozlaşmış politikanın ellerinde dramatize edilip alelade seçilmiş kahramanlar eşliğinde halka servis ediliyor. Bu durum halkın milli duygularını okşuyor, güven ortamı oluşturuyor ve olayı destanlaştırıyor. Bu kahramanlardan örnek vermek gerekirse iklim aktivisti Greta en güzel örneklerden biri olacaktır diye düşünüyorum.
Don’t Look Up’ın hiciv yönünden bahsetmek gerekirse film izleyiciyi komediden ziyade, olay örgüsünde karakterlerce normal karşılanan fakat absürt durumlar ışığında güldürmeye çalışmış. Örnek olarak koskoca kuyruklu yıldızı keşfeden bilim insanı Kate’in yıldızın çarpma süresinin geri sayımını bir diyet uygulaması yardımıyla takip etmesi, beyaz sarayda kıdemli olan bir görevlinin sarayın mutfağında ücretsiz olan kraker ve su için Doktor Randall ve Kate’den ücret alması verilebilir. Kraker mevzusunu Kate -ki kendisi dünyanın sonunun geleceğinden en emin olan karakter- onca işinin arasında düşünüp durdu. Ayrıca Yule ve Kate’in ilişkisi de oldukça absürt ama bir o kadar da tatlıydı. Mesela 24 gün sonra dünyanın sonunun geleceğini biz de Kate gibi bilsek, normal şartlarda şans vermeyeceğimiz, başka dünyalardan geldiğimizi düşündüğümüz insanlarla birlikte olur muyduk?
Son olarak film bittiğinde dünyanın sonunun gününü saatini ve dakikasını bilseydiniz ve bunu durdurmak için elinizden hiçbir şey gelmeseydi tam olarak ne yapacağınızı sorguluyorsunuz. Siz de Doktor Randall’ın ailesi, Kate ve Yule gibi bir yemek masanında sevdiklerinizle buluşup her şeyi görmezden gelmeye çalışarak akşam yemeği mi yerdiniz?
Dünyanın sonunu Kate gibi diyet uygulamasına kaydedip geri sayımı başlatabilecek kadar kesin bilmediğimiz bir gerçek. Fakat Don’t Look Up, küresel ısınmayı görmezden gelmememiz gerektiğini yani kendi tabiriyle yukarı bakmamız gerektiğini bizlere tekrar hatırlatmalı, hatta hiç unutturmamalı.
Kapak Fotoğrafı: Netflix
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Netflix’te Bu Ay Neler Var
Zeynep konuyla alakalı bir hikaye anlatmak isterim
Zifiri karanlıkta sadece bir sokak lambası yanıyormuş, adamın biri de sokak lambasına doğru giderken bir de bakmış lambanın altında bir kişi var
Yaklaşmış bakmış ki adam yerde birşey arıyor
-Hemşerim ne oldu ne arıyorsun demiş, kişi de:
-Anahtarımı düşürdüm onu arıyorum demiş
Adam karanlık olduğu için anahtarın sahibine acımış
-istersen beraber arayabiliriz demiş, anahtarın sahibi de teklifi geri çevirmemiş. Uzunca süre aramışlar lakin anahtar yok. Adam dönüp anahtarı kaybedene;
- Anahtarını burda düşürdüğüne emin misin? demiş, anahtarın sahibi de;
-İlerde düşürdüm, lakin o taraf karanlık ondan bu tarafta arıyorum demiş
herkesin içerisinde karanlık bir dünya var, bazen karanlık tarafa bakmak gerek, lakin biz hep aydınlıkta arıyoruz bazı şeyleri, çözümü aydınlıkta bulmak kolayımıza geliyor, oysa karanlığa meydan okumadan anahtarı bulabilmek mümkün değil
filmde de dünyanın sonu geleceği bilinse de olmayacakmış gibi umursanmıyor