Sibel Horada ile: Mevcut Durum İçinde Eyler Kalmak Üzerine
Sibel Horada’nın 4 Kasım ile 31 Aralık tarihleri arasında Versus Art Project’te izleyiciyle buluşan “Kesinti ve Akış” adlı sergisi sanatçının bellek ve hafıza üzerine sorgulamalarından su üzerine ilişkilendirmelerine, kontamine ortamlarda eyler kalma yolları arayışından kent, arkeoloji ve kültür arası kurduğu diyaloğa uzanan pek çok düşünme ve üretme pratiğini bir araya getirdi. Sanatçıyla sergi ve üretimleri üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Bellek ve hafıza üzerine sorgulamalarınız üretimlerinizin önemli bir noktası. Mekânlar, şehirler ve meydanların hafızalarını ele alıyor, inceliyor, yeniden ve farklı ihtimallerde kurguluyorsunuz. Bir nevi bedbaht kaderleri üzerine adeta paralel evrenlerde kurulmuş iyimser birer senaryo ile karşılaşıyoruz diyebilir miyiz?
Meydanlar ve kentsel dokularla, bireysel ve kolektif ilişkiler üzerine düşünüyorum. Bedbaht kaderleri bir şekilde ele alıp irdelemek belki hafızadaki bazı kilitleri de çözüyordur. Sanat alanında kurguladığım şey alternatif bir iyimser senaryo mu bilmiyorum, çünkü somut önerilerden daha çok bir rüyada o günden kalan izleri görmek gibi işliyor. Mekândan gelen fragmanlar sanat alanında dönüştüğünde, gerçekle ilişkimiz de değişebiliyor.
Videodaki deneyim Versus Art Project’te mekâna yayılıyor. Eserlerin mekân ile ilişkisini nasıl kurguladınız?
Eserler filmde seyahat edebilen, kompakt bir formdaydı. Burada biraz daha damıtılıp mekâna yayıldılar. Galerinin fiziksel olarak İstiklal Caddesi üzerinde, meydana beş dakikalık akış mesafesinde bulunması ve koridora çizdiğimiz Taksim su yolu krokisi, izleyicinin bedenini de deneyimin bir parçası hâline getiriyor. İçeri girdiğimizde sağdaki salonda, Taksim meydanında geçen performatif deneyim ile atölyede geçen soyutlama zamanını yan yana koyan bir video enstalasyon bulunuyor. Devrilmiş polis bariyerleri üzerinde duran iki televizyonda meydanda dolaşan, çeşitli yüzeyleri okşayan bir ebru fırçasını ve bu fırçanın renkleri ebru teknesine bıraktığını görüyoruz. Balkon kapısından başlayıp içeriye doğru dökülen bariyerler, sokağın sesini de içeriye davet ediyor.
Galeri koridoruna ise Maslak üzerinden gelen tarihi Taksim su yolunun bir krokisini çizdik. Bu su yolu üzerindeki su yapıları bizim bugün kullandığımız metro duraklarına, mahalle ve ilçelere denk düşüyor. Koridordan, akışın ters yönüne doğru ilerleyince Valide Bendi’ne ulaşıyoruz; karanlık koridorun sonunda karşılaştığımız şey bir projeksiyon. Koridorda suyun akışının ters yönüne hareket etmek, bellekte geriye gitmeye ve psikanalitik sürece bir gönderme de içeriyor.
Suyun çalışmalarınızda önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. “Duran Suda Alan Açmak” (2021) ve “Valide” (2021) adlı yerleştirmeleriniz su teması üzerine kurduğunuz ilişkinin önemli birer temsili. Şehirleşme ve suyun, su yollarının dönüşümü üzerine okumalar yapıyorsunuz. Bu okumaları üretimlerinize nasıl yansıtıyorsunuz?
Suyu yaratıcılık, zamanın akışı ve diğer akışlarla ilişkilendiriyorum. “Valide”de suyun birikimi ve akışı anaç bir erk olarak hayal ettiğim barajın mümkün kıldığı, mahalleri besleme gücüne ve akan zamana denk düşüyor. “Duran Suda Alan Açmak”ta ise suyun akmayışı, Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın yalaklarında birikip kalması, zaman içinde meydana gelmiş ve toplumu etkilemeye devam eden birtakım kesintilere işaret ediyor. Yalaklar içerisinde ebru yapıldığını hayal ederek yaratıcı bir sanatsal üretim alanı açmak, bu işi blokajın çözüldüğüne dair bir tasavvur hâline getiriyor.
Bizi yapay bir kumsalın karşıladığı “Suyun Şekillendirdiği” (2021) adlı eser doğadan gizli mesajlar taşıyor gibi. Ekolojik değişimler, yapay olan ile ilişki kurma ve kanıksama bu çalışmanın temel meselelerini oluşturuyor. Eser nasıl ortaya çıktı?
Gündelik hayatta ailece yaşadığımız Burgazada’nın ücra koylarından çöp toplamak gibi bir alışkanlığımız var. Dört beş senedir strafor parçaları özellikle dikkatimi çekmeye başlamıştı. Denizin en uzağa taşıdığı atık malzeme strafor. Parçaların üzerindeki izlerde suyun, su kuşlarının ve insanların davranışlarının dolanık ilişkilerini okumak mümkün. Taşlık kumsallarda taşları eşeleyince bir dolu straforla karşılaşabiliyorsunuz; dağıldıkça iyice ortamın parçası hâline geliyorlar. Bir kısmı, balıkçıların kullandığı kutuların ve oltaların parçaları, bir kısmı diğer ambalaj atıklarından bir şekilde denize ulaşmış malzemeler. Bazen bir yük gemisi Yassıada ve Sivriada açıklarındaki derin yarığa moloz döküyor. Bu malzemenin çoğu insanların ulaşamadığı derinliklere gömülürken, yalıtım malzemesi strafor lodosla birlikte Burgaz’ın arka kıyılarına vuruyor. Su kuşları bu parçaları yiyecek zannedip gagalıyor ve bir kısmını mideye indiriyorlar. Kıyıya vuran malzeme, dalgalarla şekillendikçe dağılıyor, kayalar arasındaki oluklara, mağaralara doluşup döndükçe çakıl taşı gibi şekil alıyorlar. Dalgalarla yayılıp seyrelen kuş dışkılarının asidik ortamında eriyip kaya formlarına bürünüyorlar. Su, bu malzemeye doğal malzemeden farklı davranmıyor. İki senedir bu insansız ortamlardan topladığımız strafor parçalarıyla, meditatif sayfiye pratiklerini hatırlatan heykeller yapıyorum. Kontamine bir ortamda, yitip giden bir saflığın melankolisinde boğulmaktansa, mevcut durum içinde eyler kalmanın yolları üzerine düşünüyorum. Estetikleştirmek, tiksinç olanı dönüştürerek şiddeti görünür kılmanın, inkâr ve görmezden gelme yerine teması sürdürmenin de bir yolu. Ayrıca bu pratik, coğrafyayı farklı bir seviyede sahiplenmemiz anlamına da geldi.
Gelecek projeleriniz arasında neler yer alıyor?
Çocukların enerjisinden, yaşama, malzemeye karşı yaklaşımlarından, oyun ve dönüştürme becerilerinden çok ilham alıyorum. İlkbaharda, İKSV’nin davetiyle, Kokopelli ile birlikte Gazhane İklim Müzesi’nde bir permakültür workshop serisi düzenleyip, bunun sonucunda çocuklarla birlikte tasarladığımız bir oyun alanını hayata geçireceğiz. Geri dönüştürülmüş malzeme ve yaşayan bitkileri kullanarak şekillenecek, oyun ve özenle yaşayacak bu proje için çok heyecanlanıyorum.
Kapak Fotoğrafı: Kayhan Kaygusuz
İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan İstanbul Sergi Takvimi
İlk yorumu siz yazın!