Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri: Ruhu Dinlendiren Bir Kitap
Hayatımıza bir göz gezdirdiğimizde, yaşamı güzelleştiren kokusuyla ve rengiyle bizleri büyüleyen çiçekler, akıp giden zamanın sıradanlığı içinde küçük mucizeler olarak zaman zaman taşıdıkları anlamlarıyla biz fark etmesek de karşımıza çıkarlar. Bizlere bir şeyler anlatmak isterler… Bu dili kurgusuyla ve hissiyatıyla çok iyi bir şekilde anlatan Holly Ringland’ın Alice Hart’ın Kayıp Çiçekleri kitabı yeni keşfettiğim bir kitap ve adeta çiçek sözlüğü niteliğinde. Kitabın çiçek desenli sayfalarında gezinirken aklıma gelen ilk şey Didem Madak’ın “Hay ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım da çiçekler açsın ruhunuz” dizesi olmuştu. Çünkü gerçekten de bu kitabı okurken sanki yeni bir dil öğrenerek bambaşka bir dünyanın içinde var oldum; üzüldüm, sevindim, heyecanlandım ve küçük gezintilere çıkarak hiç olmadığı kadar ruhumu çiçeklendirdim.
“Büyülü değil mi Alice? Burada yetiştirdiğimiz çiçekler, sözcükler yetersiz kaldığında insanlar adına konuşuyor, hem de aklına gelebilecek hemen her konuda..”
Bazen içimiz sıkıldığında ruhumuz bu dünyaya sırt çevirdiğinde, ansızın gözümüze ilişen bir çiçek, bizlere çok farklı büyülü bir atmosfer sunabilir ve ruhumuza derinlik katabilir. Bu açıdan bakılacak olursa her bir çiçek aslında hayatın gizil güçlerini içlerinde taşır. Her birinin ayrı ayrı anlamı, ruhu, karakteri, şifası ve bir dili mevcuttur. Kendilerine özgü duruşları ve enerjileri ile hepsi bizlere kilitlendiğimiz, üzüldüğümüz, şüpheye düştüğümüz ya da mutlu olduğumuz anlarda mesaj verirler. Doğduğunuz ayda hangi çiçeklerin yeşerdiğine bile bir bakacak olursanız aslında sizin de o çiçeği özünüz de bir yerlerde taşıdığınızı ve sizin karakterinize uzanan bir hikâyesi olduğunu görebileceksiniz. Bu anlamı ilk çözümleyen ve merak eden yani çiçeklerin dilini keşfeden kişi 1600’lü yıllarda İstanbul’da yaşayan İngiliz Lady Mary Wortley Montagu’tur. Lady Mantagu, 1716 yılında Türkiye’de yaşadığı dönemde yazdığı mektupta; “Parmaklarınızı oynatmadan, çiçeklerle tartışabilir, azarlayabilir, dostluk, aşk, nezaket mektupları ve hatta haber bile gönderebilirsiniz.” der.
Bu sözleri çok iyi anlatan ve çiçeklerin dilini bir nebze de olsa okuyucularına sunan Holly Ringland, Alice Hart’ın Kayıp Çiçekleri kitabı ile edebiyat ve doğanın ayrılmaz ikililiğini oldukça açık ve akıcı bir şekilde okurlara sunmuş. Ben de bu kitabı okurken hiç sıkılmadan, merakla olayların ve tabiî ki çiçeklerin eşsiz dünyasında gezindim ve kendimce küçük keşifler yaptım. Ana karakterimiz olan Alice, hikayenin başlangıç evresinde ailesi ile birlikte küçük bir kasabının en ücra köşesinde kitapları ile zamanını geçiriyor; okuyor, öğreniyor, büyüyor ve hayatı sorguluyor.
“Hayat ileriye dönük yaşanır ancak geriye dönük algılanır. Tam ortasında dururken manzarayı görmek mümkün değildir.”
Dokuz yaşından yirmi altı yaşına kadar olan süre zarfında Alice Hart’ın başından geçenler, duyguları ve hisleri kısacası büyüme evresine doğa, emek, arkadaşlıklar, masallar, efsaneler ve aşk eşlik ediyor. Alice’in çocukluk dönemi hem psikolojik hem de fiziksel şiddet gibi bir takım zorluklar ile birlikte babasının ailesine inşa ettiği mutsuzluk duvarlarının içinde geçiyor.
Alice’in babası ailesini kasabadan uzak tutabilmek için merkezden uzak, bahçesi olan bir ev seçmiş. Oldukça sinirli ve asabi bir karakteri var. Annesi ise genellikle zamanın çoğunu evinin bahçesinde çiçek yetiştirmekle geçiriyor. Alice ise bu sıkıcı ve kapalı dünyadan uzaklaşabilmek adına kendini kitapların dünyasına çoktan teslim etmiş. İnanılmaz meraklı ve akıllı bir çocuk olarak karşımıza çıkıyor.
Alice, okuduğu kitaplardan birinde bir gün ilginç bir hikayeye rastlıyor. Bu hikâye bir Anka Kuşunun küllerinden yeniden doğuşunu sembolize ediyor ve Alice de bu hikayeden bir hayli etkileniyor. Aklına hemen bir fikir geliyor ve plan yapmaya başlıyor. Ona göre bir Anka kuşu küllerinden yeniden doğabiliyorsa babası da olası bir yangından sonra yeniden çok daha iyi bir şekilde küllerinden doğabilir. Yani Alice evde yangın çıkartarak babasının bir Anka kuşu gibi yeniden doğabileceği fikrine kapılıyor. Bir süre sonra olaylar aynı düşündüğü gibi gerçekleşiyor. Evde bir kaza sonucu yangın çıkıyor ve o yangında annesi ve babası hayatını kaybediyor.
Bu nokta da Alice’in de hayatı artık bambaşka bir evreye doğru sürüklenmeye başlıyor. Bu korkunç haberi alan büyükannesi June, Alice’i yanına almak zorunda kalıyor. Alice’in büyükannesi de çiçek yetiştiriciliği yapıyor. Avusturalya’nın Thornfield kasabında kendisiyle birlikte on üç kadınla yaşıyan June, Alice’in yanına gelişiyle birlikte artık yeni hikayeler ve eski hikayelerin bir kavuşuma doğru sürüklendiğini hissetmeye başlıyor. Büyükannesinin evine yerleşen Alice, orada yaşayan on üç kadın daha olduğunu görüyor. Bu on üç kadın da özel sebeplerden dolayı evlerini terk ederek kendilerini çiçek yetiştiriciliğine adamış ve burada birbirlerinden aldıkları güçle hayatlarını sürdüren insanlar.
Alice de bu on üç kadınla ilerleyen zamanla beraber çok güzel dostluklar kuruyor ve onlardan çiçeklerin dilini, enerjisini ve şifalarını öğrenmeye başlıyor. Aslında Alice, bu yeni aile ortamıyla hayatın tam bitti dendiği andan itibaren yeniden nasıl filizlendiğine şahitlik ediyor. Bu kocaman aile, çiçeklerin dilini hep birlikte yeniden keşfederek karşılaştıkları anlam haritalarını, hayatlarının kilit noktalarında açarak yollarına devam etmeyi öğreniyorlar. Kitabın ana konusu aşağı yukarı bu şekilde, bence yazar hikâyeyi oldukça ince bir ruhla ortaya koymuş. Dostluk, aile bağları, emek ve aşk öyküleriyle insanın iç dünyasına yer yer ışık tutan bir dünya oluşturmuş.
Şunu da unutmamak gerekir ki her bölümün başlangıcında sahip olduğu anlamlarıyla beraber çiçeklerin çizimlerinin de yer alması şahsen beni okurken oldukça etkiledi. Hoş ve naif bir düşüncenin çıktısı olarak sayfada yerlerini almışlar. Son olarak da hikayenin sonunda kitabın ve çiçeklerin ahengine uygun olarak dinlenebilecek huzur veren bir saatlik parça bırakıyorum. Şimdiden iyi okumalar!
Kapak Fotoğrafı: Women of Hollywood
İlginizi çekebilir: Nesliay Ocakküçük’ten Ruha İyi Gelen Kitaplar
İlk yorumu siz yazın!