İlk yorumu siz yazın!
Masalların Tarihçesi: Yaştan Bağımsız Bir Oyun Alanı
Sıklıkla çocukluğumuzla özdeşleştirdiğimiz masalların yetişkin dünyamıza etkisini hiç düşündünüz mü? Masallar bugün, kulaklarımıza fısıldarken hayatlarımızı, planlar yerine hayallerle yeniden yorumlamaya çağırıyor. Koşulların değişmesini beklemeden, daha huzurlu bir denge yakalayabilmemiz için bizi güçlendiriyor. “Masal dinlememiş ve büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizen çocuklar”ın aksine, masalla hemhal olunca başka bir dünyanın mümkün olduğuna ikna oluyoruz.
Masalların Tarihçesi
17. yüzyılda, o zamana kadar tamamen sözlü kültürün bir ürünü olan masallar, İtalya’da Giambattista Basile, Fransa’da Charles Perrault gibi isimler tarafından ilk kez kitaplaştırılıyor. Peki bu masalların o dönemde çocuklar için değil, yetişkinler için yayınladığını biliyor muydunuz?
Masal kitapları, ilk kez 1812’de Grimm Kardeşler’in kitabının “Çocuk ve Yuva Masalları” başlığıyla yayınlanmasını takiben çocuklara yönelik olarak anılmaya başlıyor. Masalların sahipliğinin bu şekilde el değiştirmesinin 19. yüzyıla denk gelmesi de çok tesadüfi değil. Nitekim aynı dönemde sanayi devrimiyle beraber, tarımla geçinen nüfusun evlerde geçirdiği uzun kış akşamları fabrikalarda geçen vardiyalı akşamlarla yer değiştiriyor. Çalışma modelindeki bu değişiklik, uzun akşamlarda anlatılan masalların hedef kitlesini çocuklar yapıyor ve çocukluk kavramı öne çıkıyor. Yani, tarım toplumunda hayalle doldurulan zaman, makineleşmeyle beraber 7/24 işleyen fabrika düzeninde yetişkinler için yerini sadece çalışmaya bırakıyor: “19. yüzyılda yetişkinler hayal kurma mevsiminden uzaklaşıyor”.
Masal Anlatıcılığı
Bugüne gelindiğindeyse masallar hem yetişkinler hem de çocuklar için anlatılabiliyor. Önemli olan “ne” anlattığımız değil, “nasıl” anlattığımız. Burada da masal anlatıcısının mahareti öne çıkıyor. Masal anlatıcıları, o simgesel şifalı yolculuğa bizi çıkaran, hayal gücümüzü zenginleştiren, hayat hikayemizi derinleştiren yoldaşlar oluyor.
Anlatıcının aynı masalı anlatırken masalın temasını değiştirip mesajı farklılaştırması mümkün. Böylece, Pamuk Prenses ve 7 Cüceler, üvey annenin karanlık sahnelerinin yoğunlaştığı kıskançlık temalı bir masal da olabilir; avcının Pamuk Prenses’e kıyamayıp onu özgürleştirdiği, cücelerin prensesi kucakladığı, prensle prensesin karşılaştığı sahnelerin vurgulandığı yoğun sevgi ve aşk temalı bir masal da olabilir. 7 Cüceler’in evlerine sığınan Pamuk Prenses’e ev işi yaptırdığını düşünün mesela. O tatlı peri masalı, bir anda ataerkil toplum eleştirisi içerecek unsurları içinde barındırmaya başlayabilir.
Bu bilgiler, “Masal Terapi “, “Bir Masal İyi Gelir”, gibi çok satan kitapların yazarı, masal anlatıcısı ve eğitmen Judith Malika Liberman’ın Anlatma Okulu’ndaki derslerinden. Judith: “Masalların doğal ortamı sözlüdür. Başka masalcının masalını okumak seslendirme olur. Masalcılar olarak kitapta sayfalar arasında sıkışan kelebekleri kalbimize koyup, ısıtıp can vermeliyiz.” diyor.
Masal, Merak ve Sorular
Peki nasıl? İnsanlığın aslında en kadim yeteneklerinden biri sayılan masal anlatıcılığını nasıl daha iyi yapabiliriz? Derslerde en çok vurgu yapılan konulardan biri merak! Buna göre, masalcının en büyük özelliği sorgulayıp merak etmesi olmalı. Böylece derinleşir ve kendi versiyonunu geliştirebilir. Masalcı, masalı sahiplenmek için her taşı kaldırmalı, her soruyu sormalı. Üstelik bu soruları hem masalı anlamak hem de kendimizi anlamak için sormalıyız. Masalın bize soru sormasına da müsaade etmeliyiz. Yani aslında masal anlatıcılığı, Türkiye’de “icat çıkarma” denerek yetişmiş nesillere özgünlüklerini ortaya çıkarmaları için kapı açıyor, yaratıcı olmaları için onları teşvik ediyor, içimizdeki diyalogu akıtarak dış dünyayla bağ kurmamızı sağlıyor. Tüm mesele meraklı olmak, yetenek oradan doğuyor.
Masala soru sordukça ve motifleri yorumladıkça hepimizin bildiği Kırmızı Başlıklı Kız’ın aslında ormana girerken çocuk, kurda soru sorarken ergen, kurdun karnına düştüğünde yetişkin olduğunu ve bu masalın çocukluktan yetişkinliğe geçiş hikayesi olduğunu da görüyorsunuz, Kırmızı Başlıklı Kız’ın başlığının kırmızı renk olmasının çok da şart olmadığını da. Üstelik yüzyıllardır farklı kültürlerde anlatılagelen bu masalda, kızın sepetinde büyükannesine kurabiye ve meyve, şarap ya da kebap taşıyor olması masalın temel iskeletini bozmuyor; ama anlatıcının masalı kurgulamasına göre çeşitleniyor.
Masalda derinleştiğimizde, Prenses ve Bezelye Tanesi’ndeki prensesin de “misafirlikte” yattığı yeri beğenmeyen şımarık bir kız olmadığını fark ediyoruz. Zorlu ve fırtınalı yollarda kaybolduktan sonra saraya varan prensesin hikayesi, aslında hayatta pek çok kaosla karşılaşan ve arayışa çıkan, sonra da en büyük korkusuyla yüzleşip güçlenen erdemli bir genç kızın hikayesi oluveriyor bir anda.
“Ait olduğum yeri bulmak için önce huzursuz mu olmalıyım?” ya da “Karşıma çıkan engellere onlar yokmuş gibi davranmam, daha iyiye ulaşmama engel mi oluyor?” gibi soruların eşliğinde Prenses ve Bezelye Tanesi, korkularımızla yüzleşmemizi, onların üstesinden gelip onlara rağmen yolculuğumuza devam etmemizi ve kendimizi, sıkıntılarımızı inkar etmeden & yok saymadan sesimizi çıkarmamızı; böylece yolumuzu bulacağımızı söyleyen bir anlatıya dönüşüyor.
“Masallar kulaklarımıza fısıldarken hayatlarımızı, planlar yerine hayallerle yeniden yorumlamaya çağırıyor.” Judith’in deyimiyle. Koşulların değişmesini beklemeden, bugün daha huzurlu bir denge yakalayabilmemiz için bizi güçlendiriyor. “Masal dinlememiş ve büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizen çocuklar”ın aksine, masalla hemhal olunca başka bir dünyanın mümkün olduğuna ikna oluyoruz. Kendi dünyamızı ve kendimizi de bu yolla iyileştirebiliyoruz ve “Dünyanın duyduğu masallar değiştikçe de dünya değişiyor.”
Kapak Fotoğrafı: lupiart.com
İlginizi çekebilir: Esin Bilge Çelik’ten Çocuk Kitaplarında Acımasızlık
Sendromlu pazartesi sabahına ilaç gibi gelen bir yazı 🙂