Obsesyonum yok diyebilir misiniz? Sanmam. Bazılarımız işinde obsesif bir şekilde çalışıyor bazılarımızın, koleksiyonculuğa uzanan türlü şeyleri biriktirme huyları var ve bazıları da obsesif aşık. Uzun zaman hastalık altında değerlendirilen obsesyon şimdilerin olmazsa olmazı. Bu nasıl mümkün oldu? Adı üstünde bir hastalık olan durum aynı zamanda nasıl bir gereklilik ve kaçınılmaz bir sonuç haline geldi?

Obsesyon
Obsesyon | Fotoğraf: Unsplash/@jrarce

Benliğimizi bir şeye obsesif bir şekilde adamazsak yarım kalmış hissederiz. Onu hakkıyla yerine getirememiş veya keyfini doya doya yaşayamamış gibi. İş hayatında başarılı olanlar obsesyonlarından vazgeçmeyip çalışanlar, en derin ve tutkulu aşkı yaşayanlar kendini bir kişiye tamamen adayanlardır. “Birileri obsesif olmasaydı piramitleri kim inşa edecekti?” diye de sorar Lennard Davis, Obsesyon adlı kitabında. Obsesiflik, her insanda bir şeyi sürekli arama ve bulma arzusudur. Evrenseldir.

Bilimsel açıdan bakıldığında obsesyonlar, hastalık olarak tanımlanmış ve daha sonra obsesif-kompulsif bozukluk olarak bilinen anksiyete bozukluğu altında değerlendirilmiş. Ne olursa olsun ve ne kadar mantıksız kabul edilirse edilsin, kişiler, bilincinde oldukları halde bunlar hakkında düşünmeden duramaz. Zihinden yayılan düşünceler de fiili davranışlarda kendini yansıtır.

Obsesyonun Tarihi

Obsesyon
Obsesyon | Fotoğraf: Unsplash.com/@roketpik

Kültürel bir hastalık obsesyon. Kendine has bir geçmişi ve toplumda yansımaları var. Kültüre bağlı canlı bir kavram. Farklı, bir o kadar topluma has. Ellerinizi günde bin kez yıkadığınızı görenler sizin sıra dışı bir hareket sergilediğinizi düşünüyorsa, o toplumda deli yani obsesif olan sizsiniz demektir.

Kelimenin kökeni bir hayli ilginç. Posesyon ile sık sık karıştırılmasına ve yanlış anlamda kullanılmasına rağmen aslında her iki sözcük de Latince’ye ve savaş alanlarına dayanıyor. Obsideo ve possideo şehir kuşatmalarındaki iki farklı evre. Bir şehir obsideo yapılmışsa, orası kuşatılmış ancak kalesi içten fethedilmemiş sayılırken possideo yapılmışsa hem duvarlar yıkılmış hem de insanlar esir alınmış kabul ediliyormuş. Posesyon ve dolaylı olarak obsesyon,  buradaki anlamına bağlı olarak şeytanın birinin hem vücudunu hem de ruhunu ve zihnini alıkoyduğu şeklinde kullanılmaya başlanmış.

Sinirler
Sinirler | Fotoğraf: unsplash/@averey

Obsesif davranışların, şeytanın zapt etmesi olarak yorumlanması 17.yy’a kadar geliyor. Şeytan çıkarmasında başvurulan yöntemlerle çare aranıyor obsesiflere ancak bu durum 18.yy’a gelindiğinde yerini yavaş yavaş sinir sistemine dair bilincin kazanılmasıyla benzer tabirlere bırakıyor.

Aslında sinirlerin keşfi ve vücut için önemi tıp tarihinde çok geç fark ediliyor. Sinir yapısı ilk başlarda tamamen fizyolojik olarak kaslarla ilişkiliyken 18.yy başlarında bunun duygulara ve en önemlisi insan karakterine etkisi olduğu düşünülüyor. Sinirleri yapısal olarak çok gergin bir kişinin mizaç olarak da stresli olduğu gibi bir algı varken gergin olmayanlar zayıf ve gevşek görülüyor. Bu da bedendeki farklılıkların ruh durumuna yansıtılmasına ve bunun dildeki eşdeğer kullanımına güzel bir örnek. İşin içine sinirlerin dahil olması da obsesifliği laikleştirmiş diyebiliriz. Bu da, tedavinin artık şeytan çıkarma ritüelleriyle değil de elektroşok yöntemiyle yapılmasını mümkün kılıyor.

Sinir sistemiyle bağlantısından önce çok geniş bir yelpazede düşünüldüğü de farklı bir boyut tabi. Şimdilerde hepsi farklı seviyelerde değerlendirilse de uzun bir süre delilik, kaçıklık, gerizekalılık, melankoli ve histeri, obsesyon ile aynı çatı altında görülmüş. Özellikle kaçıklığın ay ile bir ilgisi olduğu düşünülüyor ve ayın döngülerinin insanı derinden etkilediğine inanılıyordu ki zaten kelimenin kendisi de Latince’de ay anlamına gelen luna’dan İngilizce’ye lunacy olarak kazandırılıyor. Kaçık kimse hem obsesif hem de aklını kaybetmiş kişiler olarak tanımlanıyor.

Odak
Odak | Fotoğraf: unsplash.com/@brett_jordan

Peki birbirinden farklı bu kategoriler nasıl oldu da obsesyona dayanacak şekilde anlamsal genişlemeye uğradı? Kaçıklığa ek olarak histerinin de ilginç bir boyutu var bu bağlamda. Histeri, çok eskilerde bilhassa kadınlara atfedilen ve rahmin yükselmesi ya da düşmesi gibi nedenlere dayandırılan bir olgu. Tabii bunun da kişiliği etki altına aldığı düşünülüyor.

İşin daha da tuhaf kısmı ise, o zamanın doktorlarının histeriyi özellikle İngiltere’ye özgü bir hastalık olarak tasvir etmesi. Düşünüyorlar ki, İngiltere’deki ticaretten gelen refaha dayanarak yemeklerdeki zenginlik, iyi para kazanılmasından kaynaklı üşengeçlik ve şehir yaşamından gelen huysuzluk, histerinin temel sebebi. Bu ifadelerden şunu da çıkarmak mümkün aslında: histerik kişiler, cahil ya da yoksul olamaz. Tam aksine zengin, belli bir entellektüel seviyeyi yakalamış parlak insanlardır. Ruhsal buhranların en duyarlı ve hassas kişilere atfedilmesi de buradan doğuyor. Kişiyi bırakın, ulusal zenginlik ölçeği resmen. Burada müthiş bir tezatlık var. Deliyseniz, histerikseniz ve obsesifseniz kendinizi kanıtlamışsınızdır. Böyle parlak kişilerin büyük bir sağduyuyla gelen delilik eşiğine ulaşmaları normal. Sonuçta Latince sözcükleri doğru telaffuz etmeyi kendine obsesyon haline getirmiş biri cahil olamaz öyle değil mi?

Sherlock Holmes | Fotoğraf: donanimgunlugu.com

Bu durum öyle bir hal alıyor ki 19. yy’da, başarılı sayılmanın tek ön koşulu bir obsesyona sahip olmayı gerektiriyor. Dönemin saygıdeğer edebiyatçıları obsesif doğalarından kaynaklı düşüncelerini yıllarca hayatta kalacak eserlerine vurmuş çılgın bilim insanları olarak görülüyor. En güzel örnekler de Mary Shelley’nin Frankestein’ı, Sherlock Holmes veya kendini iki kızına tamamen adayan Goriot Baba’dır.

Obsesyona sahip olmak bir ayrıcalıktır. Yoğun tempoda çalışma, beynin sürekli uyarılması ve yorulması ile ilgilidir. Bitmek bilmeyen tatmin duygusu davranışa yansır. Çok fazla çalışan insanların doğal deformasyonu olarak görülür obsesyon. Günümüzdeki anlamı da tam olarak bu noktadan sonra şekillenmiş gibi duruyor. Obsesyon eşittir tek bir konuda uzmanlaşma, ona kafayı takma ve onu sürekli tekrar etmedir. Tanıdık geldi mi? İşiniz, kariyeriniz desem?

Obsesyon
Obsesyon | Fotoğraf: Unsplash/@christinhumephoto

Her ne kadar günümüz koşulları geniş perspektifte donanımlı olmayı gerektirse de uzmanlaşma hepimizi etkiler ve bizi özellikle yaptığımız işlerde tekrara iter. Burada aklıma ünlü yönetim modeli olan T modeli geldi. Model, bizi geniş bir yetenek donanımından T’nin ucuna doğru belli bir alanda obsesifliğe iter. Kaçınılmaz son: Bazen haftalarca aynı işi yaparız. Tatmin edici ve güçlü şeyler obsesiflik derecesinde olur değil mi? Kendini tekrar eden hareketleri tek bir amaca odaklayarak yükseliriz. Ya da yükselir miyiz? Her birimiz, bizi obsesif haline getiren kariyerimize minnettarız. Minnettarız öyle değil mi?

Kapak Fotoğrafı: Ezgi Şengel

İlginizi çekebilir: Beyza Aktaş’tan İstifçiliğe Farklı Bir Yaklaşım