"Başka Yer" Sanatçılarıyla: Değişim ve Dönüşüm Üzerine
Her gün duyduğumuz bir kelime aslında “başka”. Çoğu zaman da olumsuz tınılarda kullanılıyor. Oysa herkesin “başka” olduğunu ve “başka” bakış açılarının en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden biri olduğunu hatırlamakta fayda var. Multidisipliner üretim alanını desteklemek amacıyla, Viktoria Şahin kuruculuğunda hayata geçen Decollage’ın ilk sergisi “Başka Yer” de düşünceyi, eylemi ve malzemeyi dönüştüren bağlamıyla sanatın, devam edebilmek için topluma ve doğaya dair “başka”laşan alanlar açma ihtimalini sorgularken insanın dünya üzerinde yer bulma çabasını anla(t)maya çalışıyor. Biz de sergide çalışmaları bulunan üç sanatçı; Orkide Akkoç, Ozan Atalan ve Turan Aksoy ile hem sergideki çalışmaları, değişim ve kalıcılık gibi konular üzerine konuştuk.
“Başka Yer” ile 18 sanatçı ortak bir sorgulamanın etrafında buluşuyor; sanatın, devam edebilmek için topluma ve doğaya dair “başka”laşan alanlar açma ihtimali. Sizin için “başka” kelimesinin yarattığı olumlu ve olumsuz çağrışımlar neler? Aklınıza ilk hangi yönü geliyor?
Orkide Akkoç: “Başka” kelimesi, kelime anlamıyla bilinene benzemeyen tarafıyla, farklı fırsatlar barındıran, alternatif bir oluşumu çağrıştırıyor. Başka kelimesinin bende yarattığı olumsuz herhangi bir çağrışım bulunmuyor. Aksine, başka bakış açılarına her alanda ve her anlamda çok ihtiyaç var. Dünyanın daha iyi bir yer olması için mevcut bakış açılarının ve tercih edilen yöntemlerin değişmesi gerekiyor. Sanat, belirsizlik dolu ve koşulları her geçen gün değişen dünyamızda, bizleri bir araya getiren, umut ve ilham veren, nefes almak kadar önemli anlamsal alanlar yaratıyor.
Ozan Atalan: Başka’nın bendeki çağrışımı daha çok bilinmeyen üzerine. Çünkü başka olan genelde bilinmez, ihmal edilir; ama algımızdan bağımsız olarak dış gerçeklikte vardır. Elias Canetti “Kitle ve İktidar”da insanı bilinmeyenle temastan daha fazla korkutan bir şey olmadığını söyler ve bir anlamda buna katılıyorum. İnsanların henüz bilinmezlerle dolu olan yapay zeka teknolojilerinden ya da ölüm sonrasından korkmalarının sebebi de bu olabilir. Kendi gibi olmayana ihtiyatlı yaklaşmak üzere programlanmış bir varlık insan. Ancak bilinmeyene karşı dikkatli olmak, her ne kadar doğamızda olsa da “ben ve öteki” ayrışmasına ve ben olmayana arkadaşça yaklaşama riskine de yol açıyor. Bununla birlikte bilinmeyenin keşfi, heyecanı benim için bambaşka. Bu yüzden başka kelimesi aslında nötr bir kelime. Kim olduğumuz ve ona nasıl yaklaştığımızla anlamı değişiyor.
Turan Aksoy: Alanlar açmak biraz iddialı mı olur bilemedim, gerçi ben biraz geride durmayı seven bir insanım, ama doğanın, toplumun başkalaştığı, değiştiği bir gerçek ve sanatçının bu değişen gerçeklikler karşısında, o gerçekliğin parçası olarak not eden, kayda geçiren, tanımlayan, tarif eden, dile getiren bir yanı var. Doğayı örnek olarak alırsak tarihte gücüyle korku duyulan, büyülü olduğu düşünülen, kutsal olduğu varsayılan bir şey iken ve sanata yansımaları da öyle olmuşken doğa kırılgan olan bir şeye dönüştü bugün. Her an kaybedebileceğimiz bir şey olarak algılıyoruz doğayı ve haksız da değiliz… Temiz bir dere ya da nehir kalmadı gibi. Dolayısıyla önceden doğayı tanrılaştıran insan bugün onu savunan durumuna geçiyor ve bunlar sanatta karşılığını farklı biçimlerde buldu, buluyor tabii ki. Andy Goldsworthy’nin işlerini düşünün bir an.
Başka sözcüğü hem değişime hem farklılığa karşılık gelir biçimde kullanılıyor bugün. Değişimde de farklılıkta da hem korkulan hem de heyecanlandıran bir yan vardır benim için.
Kendi yaratıcı süreciniz adına, zaman ilerledikçe neler “başka”laştı?
Orkide Akkoç: Tasarım kökenli olmam birçok disiplinden beslenmeme etken. Duyarlı kişiliğini, olağanüstü gözlem gücünü hissettiren her disiplinden sanatçıya çok saygı duyuyorum. Üniversiteden sonra ağırlıkla 3 boyutlu eserler üretmek benim için çok farklı bir anlam kazandı. Maddenin fiziksel sınırlarını zorlarken buldum kendimi hep. Yer çekimi ile heykelin plastik diline meydan okuyan eserler, pür bir tavır hedefledim. Farklı materyaller, farklı teknik ve üretim metodları çok ilgimi çekiyor. Sergilerime özellikle dönem dönem yoğunlaşıyorum. Hazır hissettiğimde atölyeye girip üretmeye başlıyorum. Aradaki süre ise, arayış ve eskizlerle geçiyor. Sergiler arasındaki sürenin uzunluğu nedeniyle biriktirdiğim ve etkilendiğim konular çok fazla ve kendini tekrar eden işler yapmayı pek tercih etmiyorum. Bu yüzden hayatımın her döneminde bambaşka şeylerden etkilenip, ilham alabiliyorum ve dönüşüp başkalaşıyorum aslında. Yaratıcı süreçlerimdeki ortak özellik, eserlerin bende daima çok yoğun bir duygu/his olarak beliriyor olması. Fikir ve üretim aşamasında heyecandan uyuyamayacak kadar yoğun. Tabii özellikle anne olmam hayatımda çok şey değiştirdi, işlerimdeki üslup da “başka”laştı. Eskiye oranla daha duygu yoğunluklu ve biçimsel olarak daha realistik eserler üretmeye başladım.
Ozan Atalan: Her şeyden önce geçmiş başkalaştı. Bir zamanlar şuanım olan şey ve kişi artık başka. Pandemi ve yoğun dünya gündemiyle birlikte gelecek beklentim başkalaştı. Ne olduğunu tam bilmesem de başka. Elimde olan tek şey “şu an” ve belki bu, doğa içindeyken şehirlerimizde güvende olduğumuz illüzyonundan çıkmamızın bir sonucu. Bunun dışında üretimim başkalaştı, bilinmeyen yeni bilinmeyenlerle tanıdık hale geldi. Üzerinde çalıştığım konulara karşı bilgi ve deneyim edindikçe onlara bakışım başkalaştı. Bazen tam tersi; bildiğimi düşündüğüm şeyler bambaşka yerlerden şaşırttı beni. Hayat zaten bir tanıdıklık ve başkalaşma hikayesi, bir çeşit yabancılaşma ve yabancılaşmadan uyanıp konfor alanını terk etme ve sonra tekrar yabancılaşma döngüsü.
Turan Aksoy: Yaratıcı süreç, ille de çizgisel bir şekilde işlemese de, belli aşamalar barındırıyor; bir konu, sizin konuya yaklaşımınızı ortaya koyan tematik yapının gelişimi, düşündüklerinizi aktarabilmek için bulduğunuz temsili elemanlar, onların organizasyonu ve icrası gibi. Farklı şekillerde de ifade edilebilecek şeyler tabii ki. Bu çerçeveden bakınca, dönüp dolaşıp belli sulara gelsem de konu çok değişken benim için. Konuya bakış biçimim öznel dolayısıyla epeyce kapalı olmakla birlikte sınıfsal bir taraftarlık barındırır en azından kaçındığım şeyler ve seçtiğim dil ve araçların temsil gücü anlamında.
Ben bizim konuştuğumuz anlamda sanatın, dile çok benzediği kanaatindeyimdir. Konuyla ilgili sözcükler bulur onu karşı tarafa sizin düşündüğünüz biçimde aktarabilecek cümleye dönüştürmeye çalışırsınız. Yani konu falan değildir aktardığınız, sizin onu nasıl düşündüğünüzdür ve biçim onun için vardır. Dolayısıyla organizasyon, kompozisyon meselesi her defasında yeniden kurulmaya çalışılan, başkalaşan bir şeydir. İcra kısmıysa benim için zaten değişken. Hem her şeyi bir dille anlatmaya inanmadığım için, üslup diye bir şeye sahip olmamamdan hem de farklı medyumlara bulaşmamdan.
Bize biraz sergide çalışmanızdan ve bu spesifik işin yaratım sürecinden söz edebilir misiniz?
Orkide Akkoç: Sergide, ağırlıkta kalp serisini temsil eden birkaç eserim bulunuyor. İlk etapta kalple ve duygularla dalga geçmeyi istiyordum, komik eskizler, biraz arabesk, kalp sancısını ti’ye alan çizimler ve eskizler yapıyordum. Fakat sonraki süreç tamamen değişti, eserler beni gitmeleri gereken yere alıp götürdü. Kalpler, tam tersi en duyarlı, en hassas, en intim, en olması gereken hallerine büründüler. Pop eserler olmaları onları çok az kitsch, biraz da provokatif bir havaya sokuyor. Malzemelere gelince, ağırlıkta fiberglass, polyester, kullandım. Bazı eserler kendini metal olarak daha iyi ifade ettiği ve metalin parlak, yansıtıcı yüzeyi beni çok cezbetmesinden dolayı bronz veya pirinç kullanmayı tercih ettim ve alternatif bir malzeme olarak kumaş da kullandım.
Ozan Atalan: Zarif Yabancılaşmam’daki imaj, cinsel yöneliminden dolayı toplumsal dışlanma hikayesi olan bir modele ait. Fikri kendisine açtığımda kişisel bir bağ kurdu ve çıplaklığını, oto-sansüre ve toplumsal sistemlerin bizi mükemmelleştirerek tanımlı ve popüler bir forma sokmasına karşı kamusal alana taşımak istedi. Üretim sürecinde insanın kendine ve topluma yabancılaşmasını; insanın doğaya üstünlük yanılgısı dışında diğer insanlara da üstünlük yanılgısı olabileceği gerçeğiyle incelediğim bir çalışmaydı. Çünkü hep insan ve doğa diyoruz ama insan, ya da insanlık, genelleştirmelerden uzak durulması gerektiğini düşündüğüm bir kavram.
Turan Aksoy: Resim 2014-15’den bu yana üzerinde çalıştığım bir seri işten biri. Kendisinden Başka Hiçbirşeyin Işığı, Gölgesi, Biçimi gibi değişen isimler altında. Bunu dördüncü sorunuzu katarak genişleteceğim çünkü kendimi ve tabi dolayısıyla izleyiciyi konumlandırdığım bir durum var bu çalışmalarda. 2020 de PiArtworks de yaptığım Simetrik Olmayan sergisinin basın bildirisinden bir kesiti buraya koymak isterim açıklayıcı olması açısından:
“Aksoy’un son yıllarda (yaşa bağlı olarak) zamana karşı geliştirdiğini düşündüğü yavaşlık, durup bakmak, beklemek gibi hassasiyetlerine odaklanan çalışmalar sergileniyor olacak. Bu hassasiyetlerin yapıtlarda yalıtılmış, ıssızlaştırılmış ve sessizleştirilmiş bir dünya olarak görünürlük kazandığı söylenebilir. Yansısıyla uzayan asimetrik bir zaman, durağan bir görüntüye uzun süre bakmak, hayatın kırılganlığı ve dokunulmazlığından gelen korkuyla kalakalmak, hayatı belirleyen kıymetli şeylerin öylece ortalıkta bırakılması ve dünyanın olağanüstü düzeni ve olağan düzensizliğiyle bizi yalnız bırakması üzerine bir sergi.
Son yıllarda yaşadığı Kıbrıs’ın kendisinin yavaşlık ve yalnızlık gibi ilgilerini anlamlandırmadaki katkısını, biraz hüzün ve düzensizliğinden gelen yalnızlığıyla hassasiyetlerine bilgece eşlik eden bir ada olarak ifade ediyor. İnsanın yalnızlığına dostluk eden bir düzensizlik karşısında neyiz ki … Ne kadar yavaş ve ne kadar yalnız. Varlığını dayatmayan bir Dünya için…”
“Başka Yer”de gördüğümüz bir diğer ortak tema da insanın dünya üzerinde yer bulma çabası. Mekân, kişi, hatta üretimler dahi hep bir dönüşüm hâlindeyken “kişinin kendine bulduğu yer”ler ne kadar kalıcı?
Orkide Akkoç: Hepimizin bizzat tanık olduğu şey hiçbir şeyin kalıcı olmadığı. Özellikle de yer ve mekanlar. Hiçbir konuda kalıcılığın bir garantisi bulunmuyor fakat özellikle kişinin kendine bulduğu bazı yerler içinde daha özel ve değerli olanları vardır. Örneğin bir kişinin kalbi, zaman ve mekandan bağımsız bir yer, yuva, bir memleket olabilir. Benim Yurdum Bir Kalp” fikrinden yola çıkarak farklı materyaller, imgeler ve kalp ile “Heimat” isimli eserimi oluşturdum. 1,5m yüksekliğinde kumaş kaplı, yumuşak bir kalp. Heimat, yani yuva, vatan, memleket, zamana ve mekana bağlı olmayan sadece duygu temelinde bir aidiyet hissiyatı.
Ozan Atalan: Kalıcılık da bir illüzyon. İnsan kültürünü başlatan fantezi ve hayal etmenin yol açtığı; gerçek olmamasına rağmen gerçekmiş gibi davrandığımız kavramlardan biri. Dünyada fiziksel, kimyasal, biyolojik ya da belki duyular üstü makro ya da mikro düzeyde daimi bir dönüşüm varken nasıl bir kalıcılıktan bahsedebiliriz ki? Kalıcılık üzerinde toplumsal ve algısal uzlaşmaya varılmış bir diğer hikaye. En sert malzeme dahi, örneğin taş, uzun zamana yayılmış ve çıplak gözle algılayamadığımız bir dönüşüm süreci içindeyken buna kalıcı demek, bence insan merkezci yaklaşmanın bir diğer örneği. Kendimize bulduğumuz yerler de öyle. Bu yüzden başkalaşmaya, dönüşmeye açık olmak ve bu olurken ne yöne gittiğimiz konusunda kişisel sorgulamamızı yapmak önemli olan…
Kapak Fotoğrafı: Decollage
İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan İstanbul Sergi Takvimi
İlk yorumu siz yazın!