Basquiat: Neo-Ekspresyonist Ressam Mercek Altında
‘Ölümleri, özellikle genç ve güzelken gelenleri mitolojileştirmek her zaman cezbedicidir. Hele ki ölen kişi şaşırtıcı derecede yetenekliyse bu kaçınılmaz olur’. Netflix’te yayınlanan “The Andy Warhol Diaries” belgeselinde Jean-Michel Basquiat ile alakalı bölümleri görünce biraz kendisi hakkında konuşmak istedim. Hem sanat hayatı, hem de kişisel hayatı ile oldukça renkli bir sanatçı Basquiat… Maalesef aşırı dozdan 27 yaşında vefat edip meşhur 27’ler kulübüne katılmış olsa da, klişe tabirle kısa yaşamına pek çok güzelliği sığdıran bir sanatçı kendisi. Bu yazıda biraz bunlardan bahsetmek istiyorum, arada magazinsel enstantanelerle karşılaşmayacağınız konusunda ise garanti veremiyorum.
Şimdi gelelim Jean-Michel Basquiat’yı özel kılan faktörlere. Şüphesiz her sanatçı, yaratım sürecinde öncelikle kendi kişisel deneyimlerinden ilham alır ve -apolitik değilse- siyaseti ve sosyal kavramları da sanatına mutlaka dahil eder. Basquiat’nin koleksiyonunu incelediğimizde de bunu çok net olarak görürüz.
Jean Michel Basquiat, 1960 yılında Brooklyn’de orta sınıfa mensup siyahi bir aileye doğar ve annesinin teşvikleriyle sanata küçük yaşta ilgi duymaya başlar. Henüz 7 yaşındayken okuldan yakın arkadaşı ile bir çocuk kitabı yazar ve arkadaşı da kitabın illüstrasyonlarını hazırlar. Aynı yıl Basquiat’ın anne ve babası boşanır ve kendisi de geçirdiği bir trafik kazası sonrası bir süre hastanede yatar. 11 yaşına geldiğinde ise İngilizceye ek olarak Fransızca ve İspanyolcayı akıcı konuşabilmeye ve bu dillerde kitaplar okumaya başlar. Kendisinin ergenlik yılları ise evden kaçarak, sokaklarda yaşayıp eve geri dönmesi gibi süreçlerle geçer, deyim yerindeyse tekrar eden bir dönemi yaşar. Basquiat, görsel sanatlara ve edebiyata olan yeteneği dolayısıyla öğretmenlerinden sık sık teşvik görse de okullara devamlılık konusunda pek istikrarlı olamaz ve 17 yaşında okulu bırakır. Babasının onu evden kovması ile sonuçlanan bu cesur kararından sonra Basquiat’nın sanat üretimleri de böylelikle başlamış olur.
Basquiat bu sıralarda SAMO (Same Old Shit) etiketiyle sokaklarda grafiti yapmaya başlar ve 1979’da birkaç kez bir televizyon programına (TV Party) çıkmasıyla birlikte görünürlüğü de artar. Tam da bu dönem, School of Visual Arts (New York Görsel Sanatlar Okulu)’ ın etrafındaki sokaklarda grafiti çalışmalarını arttırır ve Keith Haring ile arkadaşlığı başlar. 20’li yaşlarından hemen önce bir partide tanıştığı ve çok iyi anlaştığı Jennifer Stein Jerk ile sayısız kartpostal yapar ve bu kartpostalları sokaklarda tanesi 1 dolardan satmaya başlar. Bunlardan bir tanesini de o zamanlar henüz samimi olmadığı Andy Warhol satın alır.
Basquiat’nın çalışmalarını etkileyici kılan unsurların; eserlerinin ilk bakışta kaotik ve modern sunumlarının yanında dinamik, genç bir enerjisi olması ve içinde grafikler, belli belirsiz kodlar ve hayatından da izler barındırmasından dolayı kaynaklandığını düşünüyorum. Sadece farklı ya da orijinal değil aynı zamanda sanatçının kişisel kavgalarına ve ırksal olmak üzere birçok kimlik sorgulamasına, sosyal mesajlara da alan açması yönüyle pop art’ın önde gelenleri arasına girer Basquiat’nın eserleri…
Basquiat tabii ki sanatının ilk yıllarında henüz günümüzdeki kadar bir üne sahip değildi ve hatta sanat camiasında tartışmalı bir izlenimi vardı. Bilinirliği artırıp çalışmalarının değeri yükseldiğinde dahi müzeler ve bazı sanatçılar onu sıradan bir grafiti sanatçısı olarak görmeye devam etmekte ısrarcıydı ve bu da Basquiat için yaşamının sonuna dek moral bozucu bir unsur olarak kalacaktı.
“Peki ne zaman yükselişe geçti ve ünü arttı?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Basquiat’nın jazz ve şiire olan bağlılığı resimlerine de yansır. Resimlerinde şiir mısralarına, yazılara da sık sık yer verir. Açıkçası bu o zamana kadar insanların çok aşina olduğu bir durum değildi. 1980’de Diego Cortez ile tanışıp çalışmalarını artırması ve 1982’deki ilk sergisinin yok satması ile ünü bir anda artar. Meşhur koleksiyoncu Larry Gagosian’ın galerisindeki sergisi ile ise deyim yerindeyse şöhretini roket hızında artırır. Keith Haring ile olan arkadaşlığı ve Andy Warhol’un mentorluğundaki eserlerini üretmesi de yine bu döneme tekabül eder.
Neo-Ekspresyonizm denildiğinde akla ilk gelenlerden olan Basquiat, 1980’lerde New Yorklu bir siyahi olmanın onda yarattığı sosyal baskıyı eserlerine yansıtmaktan ve beyazların ırkçılığına, kolonyal düzene göndermeler yapmaktan hiç çekinmez. Üstelik bunu çok da pişmanlık duymayan bir tavırla yapıyordu. Ayrıca Basquiat, üne kavuşamadan ölen Van Gogh ya da pek çok sanatçının aksine henüz 20’lerinde şöhretinin zirvesindeydi.
Bir söylentiye göre Basquiat sporcular, oyuncular ve müzisyenler arasında eserleri en çok toplanan sanatçı olarak kabul edilir. Hatta uluslararası üne kavuşan birkaç siyahi Amerikalı ressamdan biri olduğu için hip-hop ve rap şarkılarında adına çok sayıda atıfta bulunulur. Kanye West, Jay-Z, Swiss Beatz ve Nas’ın şarkılarında Basquiat’a rastlamak mümkün.
Biraz magazine de yer vereceğimi en başta söylemiştim. Jay-Z Most Kingz’de Basquiat’nın Charles the First tablosundaki ‘çoğu kralın kafası kesilir‘ ifadesine yer verir. Johnny Depp, John McEnroe ve Leonardo DiCaprio gibi Jay-Z ve Swizz Beatz de onun eserlerine sahipler. Debbie Harry bir Basquiat eseri için para ödeyen ilk kişi olurken, Madonna da bir Basquiat resmine sahip olanlardan ve hatta ikilinin 80’lerin ortalarında birkaç ay çıktıkları da biliniyor.
Parlak renkler, görünmeyen çizgiler, sayılar, şiirler ve anatomi… Basquiat’nın sanatı bilinmeyen bir gezegende yolculuga çıkmak gibi. O insanlara kendi dünyasını açarken aslında ne kadar kompleks ve farklı da olabileceğimizi ve esasında bunun bir zenginlik olduğunu gösteriyor diye düşünüyorum.
Kapak Fotoğrafı: Evelyn Hofer
İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan Pop Art Hakkında Her Şey
İlk yorumu siz yazın!