Selimiye Losta Sahil Evi: Kalbim Losta’da Kaldı
Kalbim Losta’da kaldı… Biraz yavaşladığım, kendimi dinlediğim, doğayı seyredaldığım, güzel insanlarla çevrelendiğim, denize doyamadığım, huzur içinde bir altı gün hayalim vardı Selimiye’ye giderken. Losta Sahil Evi’ni hayallerimin birebir karşılığı olarak anlatsam abartmış olmam. Kelimenin tam anlamıyla denize sıfır, renk renk çiçeklerle bezenmiş bir bahçede, aile sıcaklığında geçen birkaç Losta Sahil Evi günü… Dedim ya, kalbim orada kaldı, doyamadım. Bari biraz size anlatayım da, ayrılık hüznüm bir parça hafiflesin dedim…
Hep söylerim; bir mekana ruhunu veren, orayı yaşatan insanlarıdır diye. Az sonra değineceğim onca özgün niteliği bir yana, Losta Sahil Evi her şeyden önce kalbimi nezaketin vücut bulmuş hali Mehtap hanım, Hülya hanım ve sıcacık gülüşlü çalışanlarıyla çaldı… Evimize gelmiş gibi karşılandık, sanki hiç ilk kez gelmiyormuşuz ve yabancı değilmişiz de; buradaki tatlı aile ortamının bir parçasıymışız gibi hissettik. Her sabah mis gibi kendileri yaptıkları reçellere, fırından yeni çıkmış hamur işlerine gözlerimizi açıp; saat 16:00 oldu mu, “acaba bugün çay saatinde bizi neler bekliyor” heyecanını yaşamak tarifsiz bir keyifti. Losta Sahil Evi’nin yıllardır devam eden beş çayı ritüelinden ayrıca bahsedeceğim… Selimiye sahiline bitişik, denizin tam kenarında konuşlanmış Losta Sahil Evi, berrak denizi; yemyeşil ağaçları, melisa kokulu temiz havası ve geleneksel köy yaşamının doğallığını hatırlatan dokusuyla bizi kendine hayran bıraktı.
Selimiye’nin eski adıyla anılan Losta Sahil Evi; köyün dokusuna uygun mimarisi ve Helenistik motiflerle bezenmiş, muhteşem Selimiye manzaralı odalarıyla bakmalara doyamadığınız, birbirine çok yakın üç sahil evinden oluşuyor. Odalar hem deniz manzaralı hem de balkon veya verandalarında kendilerine ait özel oturma grupları bulunuyor. Size de rahatınıza bakıp karşınızda doğan ve batan güneşin tadını çıkarmak kalıyor… Şanslıyım ki, Losta Sahil Evi 3’teki Rheme’de ve ardından Losta Sahil Evi 2’deki Helios’ta üçer gün konaklama şansım oldu. İlk üç gün, aklımda yer, gök ve denizin birleştiği sınırda, tunçtan yapılmış bir sarayda yaşadığı söylenen şöhret tanrıçası Rheme vardı.
Sonraki üç günü ise, Helios adlı odamızda güneşin kızıl tonları eşliğinde yaptığı günbatımı dansını izlerken aklımdan Güneş Tanrısı Helios’un ateşten atlarıyla doğudan batıya yaptığı yolculukları geçirdim. Bu iki güzel oda, mitolojiye olan merakımın hatırlatıcısı oldu… Ve her iki odada da geçirdiğim deneyimi bu üç kelime ile özetleyebilirim belki: konfor, ferahlık, keyif.
Buradaki tüm odalar neredeyse denizle iç içe… Otel misafiri harici kullanıma açık olmayan iskelesine uzaklığınız en fazla 18 basamaklı bir merdiven olabilir. En sevdiğim keyifti burada günün ilk ışıklarıyla gözlerimi açıp ilk iş kendimi Selimiye’nin berrak sularına bırakmak. O sakinlik, o dinginlik, bu kolaylık ve sadelik… Şanslıysanız, yıllardır her sabah aynı saatlerde buraya uğrayan caretta caretta ailesine de denk gelebilir, etrafa şöyle bir bakmak için kafaları çıkardıkları ender anlarda onları yakalayabilirsiniz! Hatta onlarla birlikte de yüzebilir, deniz altından fotoğraflayabilirsiniz… Soruyorum: Caretta caretta’ların heyecanı, dingin bir denizin ve nar ağaçlarının altında zengin bir kahvaltının keyfi ile başlayan bir gün, nasıl devam edebilir? Elbette bu huzur günün geri kalanına da yayılıyor… Güneşin ve denizin, Ege’nin sessizliğinin ve mis kokusunun tadını çıkardığım, odamızı boydan boya saran harikulade koy manzarasına bakmaya doyamadığım Losta günleri boyunca sanki ayların yorgunluğunu atıyormuşum gibi hissettim desem abartmış olmam.
Geldik Losta’nın denize karşı edilen, rengarenk kahvaltılarına ve Losta Sahil Evi Restaurant’ın tadına doyulmaz akşam yemeklerine. Zaten fotoğrafta da görüyorsunuz, kahvaltıda yok yok. Sanki canınızın çekme ihtimali olan her şey düşünülmüş gibi! Akşam yemeği ise kalamarından ahtapot ızgarasına ve çeşit çeşit mezesine, her seferinde ayrı bir ziyafet. Önerim, her şeyden biraz tatmanız çünkü her bir lezzet taptaze ve özene bezene hazırlanıyor… Bir de akşam yemeğinizi buranın restoranında yiyecekseniz, gündüzden rezervasyonunuzu yapmanızı tavsiye ederim, restoran yalnızca Losta’da konaklayan misafirlerini ağırlıyor olsa da, rezervasyonunuzu sabahtan yapmakta fayda oluyor.
Losta Sahil Evi’ni eşsiz kılan bir detay da, beş çayı ritüeli. Her gün, saat 16:00’e doğru buradaki misafirleri bir heyecan kaplıyor. Çünkü biliyorlar ki, yakında o günün özel beş çayı ikramı gelecek! Islak çikolatalı kekler, kurabiyeler, Alman usulü pastalar, elmalı turtalar… Saat dört oldu mu her neredeyseniz gelip sizi bulan kek ve demli çay ikilisi, zaten keyfin tanımı niteliğinde geçen gününüze daha da keyif katıyor.
Diyeceğim o ki; Losta Sahil Evi, Selimiye’nin gözbebeği. Odalar muhteşem, deniz ayaklarınızın ucunda, çalışanlar mutluluk saçıyor, her şey sizin yerinize düşünülüyor. Akşamları balkonda Selimiye körfezi manzarasına dalıp uyumak istemiyorsunuz, sabahın ilk ışıklarıyla kendinizi serin Selimiye sularına bıraktığınızda ise denizden çıkmak istemiyorsunuz! Beş çaylarında ikramların lezzetine, buradaki güzel insanlarla ettiğiniz sohbetlerin tadına doyamıyorsunuz. Her bir anı, bitmesini istemeyeceğiniz güzellikte geçiyor… Daha ne olsun ki? Çok iyi bilirsiniz siz de, kolay kolay huzurlu hissedemiyor insan bugünlerde. Ben Losta Sahil Evi’nde huzuru buldum. Umarım siz de bulursunuz. Dedim ya, kalbim Losta’da kaldı… Giderseniz selam söyleyin benden.
Kapak fotoğrafı: Instagram / @birgunbiryer
İlginizi çekebilir: Melike Büşra’dan “Selimiye Paprika”
İlk yorumu siz yazın!