Beylerbeyi Sarayı: Dönemin En İhtişamlı Yapısına Dair
İstanbul kendisine daima hayran bırakan bir şehir. Çıkılan her yolculuk tarihte bir hikâyeye denk gelir. Boğazın en özel köşelerinde tarihi saraylarıyla bizi farklı hikâyelere götürür bu şehir, özellikle de Beylerbeyi… Bu semtte tarihin izlerini taşıyan camilere, deniz kıyısını süsleyen birbirinden renkli yalılara rastlayabilirsiniz. Semte adını veren, Boğaz’ı selamlayan, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerini en güzel şekilde yansıtan Beylerbeyi Sarayı gezimden edindiğim notlarımı ise yazının devamında okuyabilirsiniz.
Beylerbeyi Sarayı
Beylerbeyi Sarayı’na birçok farklı noktadan gidilebiliyor. Anadolu Yakası’ndan, Kadıköy Rıhtım’dan ya da Üsküdar Vapur İskelesi’nden kalkan otobüsler ile ulaşabilirsiniz. Avrupa Yakası’ndan gelmek için ise vapur ile Üsküdar’a ya da Kadıköy’e gelebilir, aktarma yapabilirsiniz.
Beylerbeyi Sarayı’na yemyeşil bir bahçeden giriş yapıyorsunuz. Sarayın arka ve ön tarafta iki tane bahçesi mevcut, orta alana ise bir kafe yapılmış. Kafeden ilerledikten sonra hemen sağdan bir kapıdan geçiyorsunuz ve sağınızda Boğaz’ın mavi suları solunuzda Beylerbeyi Sarayı büyülenerek nereye bakacağınızı şaşıracağınız ve düşüncelere dalacağınız bir yolu yürüdükten sonra solunuzda bir kapı daha görüyorsunuz. Bu kapıdan içeriye adım attığınızda kocaman manolya ağaçlarıyla dolu sarayın kapısına geldiğinizi anlayabilirsiniz. Sarayın içerisine girmeden size biraz burasının tarihinden bahsetmek istiyorum.
“Sahil sarayı” olarak adlandırılan saray çıkan bir yangında hasar görmüş ve Sultan Abdülaziz’in isteği üzerine dönemin ünlü mimarı Sarkis Balyan’a emanet edilmiş. Hatta sonrasında II. Abdülhamid vefat edene dek burada yaşamış. Beylerbeyi Sarayı’nın yapımına 1863 tarihinde başlanmış ve 1865 tarihinde saray kullanıma açılmış. Sarayın şu anda dışında görülebilen çadır formundaki binalar ise o dönemde iskele olarak kullanılmış. Edindiğim bilgilere göre 1869’da İmparatoriçe Eugenie, Beylerbeyi Sarayı’na uğramış ve her bir detaydan aşırı etkilenerek Paris’teki sarayına pencerelerin bire bir kopyasını yaptırmış.
Beylerbeyi Sarayı, dikdörtgen bir zemine sahip. Bu zemine 6 salon, 24 oda, 1 hamam ve 1 banyo yerleştirilmiş. Sarayın güney kısmı Mabeyn-i Hümâyun, kuzey kısmı ise Valide Sultan Dairesi olarak düzenlenmiş. Mabeyn-i Hümâyun bölümüne baktığımızda, burasının giriş cephesinin neo-barok stile sahip olduğunu görüyoruz. Düzenleme yapılırken yazlık saray olarak inşa edildiğinden dolayı ısıtma sisteminin olmadığını da ekleyelim. Binada 6 tane salon var demiştim. İçlerinden bir tanesi var ki, sizi kendisine hayran bırakan, benzersiz bir yer yani Havuzlu Salon… Bu salon 16 mermer sütunla çevrilmiş ve orta kısmında bir çeşme bulunuyor. Aslında bu çeşmenin gizli konuşmaların yan odalardan duyulmasını engellemek amacıyla yapıldığı söyleniyor. Alanda inceleyeceğiniz o kadar zarif detaylar var ki bir tarafta Bohemya avizeler diğer tarafta şamdanlar öte yanda vazolar… Kısacası sarayın her bir detayına ayrı ayrı hayran kalıyorsunuz.
Ayrıca Beylerbeyi Sarayı’nın dekorasyonunda Hereke halıları, Bakara kristalleri ve Yıldız porselenleri kullanılmış. Sultan Abdülaziz denize çok meraklıymış, hatta bu tutkusunu sarayın tavanlarındaki çerçeve ve kartuşların içine deniz ve gemi temaları işletmesiyle görebiliyoruz. Yine sarayın odalarının duvarlarında Kuran’dan ayetler, şiirlerden alıntılar da yer alıyor. Bu ayetler ve şiirlerin bulunduğu alanların girişlerine bizlerin de anlayabilmesi için Türkçe ve İngilizce olarak açıklamalar da bulunuyor.
Tarihin içinde bir gün geçirmek isterseniz Beylerbeyi Sarayı’nı keşif listenize ekleyebilirsiniz. Sarayı o dönemi düşünerek gezmenizi her bir detayı ince ince gözlemlemenizi isterim. Tarihin içinde, boğazın maviliğiyle dolu keyifli günler diliyorum.
Kapak Fotoğrafı: Tuba Nil Dengiz
İlginizi çekebilir: Melek Ardıç’tan İstanbul Semt Hikâyeleri
İlk yorumu siz yazın!