İlk yorumu siz yazın!
Antakya: Tarih ve Gastronomiyi Buluşturan Şehir
Evlere kapandığımız dönemleri telafi etmek için yola çıktığımda ilk duraklarımdan biri Antakya olmuştu. Hem kültür hem gastronomi adına o kadar çok şey barındırıyor ki bu şehir. Yaptığım gezinin üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş olsa da rastgele gördüğüm bir Antakya fotoğrafım anılarımı canlandırmaya yetti ve bu etkileyici şehirdeki deneyimlerimi yazıya dökmeye karar verdim.
Antakya’ya giden birinden kesinlikle duyacağınız üzere ben de diyorum ki Antakya’da asla aç bir şekilde gezmiyor ve o yemekleri aç bir şekilde yemiyorsunuz, çünkü tadacak o kadar çok şey var ki… Üç koca gün geçirmeme rağmen yiyemediğim daha onlarca lezzeti arkamda bırakarak döndüm. Her yeri tarih, kültür, zahter kokuyor bu şehrin. İlçenin ortasından geçen Asi Nehri ilçeye gece gündüz ayrı bir hava katıyor. İç içe geçmiş kültürlerin ve tarihin etkilerini şehrin sokaklarında olduğu kadar yemeklerinde de görüyorsunuz. Anadolu’nun ilk Camisi olan Habib-i Neccar Camisi ve Ulu Camiyi gezerken eski ekmek fırınlarından sıcacık Antakya simidi alıp yanında verdikleri tuz ve kimyon tohumuna banıp yemenin tadını çıkarın.
Antakya’da Mutlaka Uğramanız Gerekenler
Antakya’da kesinlikle uğramanız gereken yerler arasında iki büyük önemli müze bulunuyor. Bunlardan ilki Hatay Arkeoloji Müzesi. Müzeye giderken etrafta yürüyerek keşfedeceğiniz pek fazla şey olmadığından araçla gitmek daha mantıklı bir seçim olacaktır ayrıca zamandan tasarruf için de bir araç tercih etmenizi öneririm. Zaman tasarrufunun önemini vurguluyorum çünkü bu müze öyle büyük ve büyüleyici ki bir gününüzün tamamını buraya ayırmak isteyebilirsiniz. Mozaikler karşısında büyülenmemek imkansız, ayrıca Suppiluliuma heykelinin gözleri de bir o kadar etkileyici bir ayrıntıydı benim için.
Önerdiğim ikinci müze ise Hatay Arkeoloji Müzesi’nden daha yakın konumda yer alan Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi. Bu müze aynı zamanda bir otel. Belki daha önce haberlerde duymuş olabilirsiniz buraya bir otel yapılacakken bulunan tek parça mozaik, otel projesini değiştiriyor. Tasarımı mimar Emre Arolat’a ait olan bu Müze Otele kesinlikle gitmenizi öneririm, modern ve eskinin iç içe geçtiği harika bir mekan. Müzenin üst tarafında bulunan kafede oturarak ihtişamlı mozaikleri izleyerek kahvenizi yudumlamayı da unutmayın, harika bir deneyim!
Antakya’da Yemeden Dönmemeniz Gerekenler
Antakya tabii ki sadece yemekten ibaret değil ama kültürünün önemli bir parçasını oluşturuyor. Kahvaltı için yöresel lezzetleri bulabileceğiniz Antakya Sofrası’nı tercih edebilirsiniz. Biberli ekmek, zahterden önce çıkan menengiç bitkisinin yapraklarının kullanılarak yapıldığı murç adını verdikleri otlu yumurta, zahterli salata, Antakya’ya özgü Halhali zeytini, tuzlu yoğurt ve Sürk peyniri aklıma gelen yöresel kahvaltılıklardan sadece birkaçı. Kahvaltıdan sonra da tarihi Affan Kahvesi’nde kahve içmeyi ihmal etmeyin. Antakya’da içeceğiniz kahveler çay bardağında servis ediliyor; ilk gördüğümde yadırgasam da buraya özgü bir şeymiş bu ve hatta bu kahveye ‘Süvari kahvesi’ deniyormuş.
Antakya deyince akla ilk gelen lezzetlerden biri de kesinlikle künefe ve yiyebileceğiniz en iyi yer bana kalırsa Çınaraltı Künefe Yusuf Usta. Buraya kalabalık olmadan öğlen saatlerinde gelmenizi tavsiye ederim. Hem ufak meydanın tadını çıkararak kahvenizi yudumlayabilir hem de künefe şovunu izleyebilirsiniz. Burada künefe yeme ısrarımın nedeni bu künefenin diğer pastane künefeleri gibi olmaması. Künefe deyince gözünüzde canlanan her yeri altın sarısı renkte bir künefe değil buradaki, çünkü közde pişirilerek yapılıyor, ve tadının da diğerlerinden oldukça farklı ve güzel olduğunu söylemem gerek.
Et ile aranız iyiyse ve kebap seviyorsanız Antakya’ya giden herkesin mutlaka uğradığı Uzun Çarşı’nın içinde yer alan Pöç Kasabı’na gidin derim. Kasap olarak geçtiğine bakmayın, burası hem bir kasap hem de restoran. Et severler için bir cennet olan bu mekanda tepsi ve kağıt kebabı meşhur. Bu arada burada minik bir uyarı yapayım; benim gibi et konusunda hassas olanlar için içeri ilk girişteki çiğ et kokusu ve kebaplarda kullanılan kuyruk yağı ve koyun eti rahatsızlık verici olabilir. Et, kebap konusundaki başka bir alternatif de merkezdeki ara sokaklardan birinde bulunan Konak Restoran. Burada da yine bir sürü yöresel yemek bulabilirsiniz ayrıca büyük bir avlusu olan mekanın ambiyansı da çok hoş. Oruk (içli köfte), falafel, biberli ekmek, katıklı ekmek, muhammara benim tattığım bazı yemeklerden. Ufak bir uyarı da buraya; yemeklerin inanılmaz derecede lezzetli ancak bir o kadar da acı olduğunu söylemem gerek.
Et konusunda kesinlikle katı çizgisi olanlar için başka alternatifler de var tabii ki Antakya’da. Özellikle vegan beslenenlerin vazgeçilmezlerinden olan Humus da bir o kadar meşhur burada. Humusçu Nedim Usta adından da anlaşılacağı üzere Humusu ile meşhur olsa da farklı mezeler de bulabilirsiniz. Bakla ezmesi, cevizli biberli ezme, tarator, biberli yoğurt (acı!), köz patlıcanlı yoğurt, abugannuş ya da babagannuş benim de tattığım diğer harika lezzetlerdendi.
Antakya’dan Ufak Hediyelikler
Antakya Merkezde bulunan Uzun Çarşı şehrin en önemli yerlerinden biri. Restoranlardan, künefe yapan yerlere, sabun satan dükkanlardan baharatçılara kadar her şeyin merkezi burası denilebilir. Bu dükkanları gezerek bir sürü hediyelik satın alabilirsiniz. Hatay’a özgü taze ya da toz zahter, defne sabunu ve halhali zeytini almayı unutmayın. Uzun çarşıda ayrıca bir sürü han bulunuyor, bunlardan biri olan Kurşunlu Han’da da bir sürü hediyelik bulmanız mümkün; mozaik taşlı takılar ve unutulmaya yüz tutmuş sepet örgüler bunlardan bazıları.
Bir başka hediyelik alternatif de Antakya’ya özgü içleri hurma ya da cevizle doldurulan ya da sade üzeri susamlı olarak 3 çeşit çıkan Kömbe adını verdikleri kurabiyeler. Bu kurabiyeleri eski Petek Pastanesi’nden almanızı şiddetle tavsiye ederim. Ayrıca şanslıysanız bu kurabiyeleri fırından sıcak ve taze çıktığı anda yiyebilirsiniz. Bu noktada sizi uyarmak isterim, sizin de fırından yeni çıkan hamur işlerine zaafınız varsa kendinizi bu olağanüstü kurabiyeleri yerken durdurmakta zorlanabilirsiniz. Bizzat yaşandı 🙂
Antakya’dan dönerken geride yenecek ve gezilecek daha bir sürü yer bırakarak döndüm. Yakın zamanda gidilmesi gereken yerler listesinde tekrardan listeme yazdığım şehirlerden biri oldu Antakya çünkü ne kadar çok yer gezseniz de, ne kadar kendinizi tok hissetseniz de, gelmişken şunu da yiyeyim deseniz de gezip göremediğiniz, tadamadığınız daha bir sürü şey var bu şehirde. Zaten her seferinde yeni keşfedilen mozaikler Antakya’yı tekrar ziyaret etmek için oldukça geçerli bir sebep. Çok farklı hisler içinde gezdiğim bu şehre gitmeniz ve tabii benim de en kısa zamanda tekrar gitme dileğimle…
Kapak Fotoğrafı: İlke Hazer
İlginizi çekebilir: Naz Kavas’tan Müzeyyen Meyhane
Her iki müze de gerçekten görülmeye değer. İlkinin sanki bitmeyecek denli yatay kurulmuş yapısı içinde kaybolmamak elde değil. İkincisi ise gerçekten büyüleyici. Evvelce otel altına kurulmuş dandik bir müze gibi düşündüm. Ancak gidip de yükseklere kurulmuş iskele/köprülerden yere seri yekpare ve harikulade döşemeleri görünce aşık oldum ve kesinlikle bir kere daha gideceğim. Yemeklere gelirsek... Kahvaltı için tercih ettiğim yerin adını anımsamıyorum maalesef ancak dağ başında, oldukça sapa bir yerdeydi. Minibüsle gitmiştik ama bir hayli de yürümüştük. Öğlen vakti ağzına kadar dolu olduğu için kapıda çok beklemiştik. Ama bize servis edilen kahvaltıyla tanışınca tüm o zahmete değdiğini anladik. Kasap restoranlarda kebap ve tepsi kebaplar yedik. Lezzetli lezzetli olmasına fakat yazıda belirttiği gibi çiğ et kokusu çok ağır ve sıcak bir zamanda gottiyseniz cidden tokat gibi yüze çarpıyor. Hurmalı kombeler efsane. Üç beş kg alıp dönün şayet kurabiyeleri seviyorsanız. Ayrıca Antakya'ya gitmişken salça, sarma yaprağı ve kırık zeytin de almak gerek. İki tam gün ayirmama rağmen yemedigim çok şey var. Bu arada tescilli gastronomi evlerini de denemenizi tavsiye ederim. Eski mimari özelliklerini yansıtan avlularda yemek yemek hoş duygular yaratıyor.