Compartment No.6: Garip Bir Yolculuk Hikayesi
Tren yolculuğu dediğimizde; pek çoğumuzun akıllarına benim de en sevdiğim filmlerden biri olan Richard Linklater imzalı Before Sunrise geliyordur sanırım. Linklater, dünyadaki en romantik rotaların birinde, birbirine yabancı bir erkek ve bir kadının tanışmasını zaman ve mekandan bağımsız çok güzel bir aşk hikayesi olarak sunar bize. Geçtiğimiz yıl Filmekimi takviminde Compartment No. 6 filmini gördüğümde, gözümde Julie Delphy ve Ethan Hawke ikilisinin Viyana sokaklarında pervasızca dolaşması ve asla susmaması geldi ve Juho Kuosmanen’ın yönetmenliğini yaptığı bu filmi çok merak ettim. Gel zaman git zaman, bir türlü izleyemediğim bu filmi geçtiğimiz günlerde Mubi’de izleme fırsatı buldum. Daha fazla Linklater sinemasına olan sevgimden bahsetmeden; yolumuzu Moskova’dan kalkıp kuzeye doğru yolculuk eden trene çevireyim.
Compartment No.6, 1990’larda geçiyor. Ana karakterimiz, Finlandiyalı bir öğrenci Laura. Film Laura’nın biraz yabancı, biraz rahatsız hissettiğini düşündüğümüz bir ev partisinde başlıyor. Laura, Moskova’da tanıştığı daha sonra akademisyen olduğunu öğrendiğimiz Irina’ya aşık. Zaten bu huzursuz, entelektüel parti de Irina’nın evinde onun arkadaşlarıyla oluyor; belki de bu nedenle Laura’nın yalnız ve huzursuz bir misafir olduğunu düşünüyoruz. Bu partide Laura ve Irina’nın birlikte gitmeyi planladıkları; Murmask’a uzanan bir yolculuktan bahsediliyor. Sonra öğreniyoruz ki; Irina’nın Murmask’ta yer alan 5-6 bin yıl öncesine ait Petroglifileri görme hayali, Laura’nın yalnız çıkmak üzere olduğu yolculuğun amacı olmuş.
Laura’nın bu şekilde çıktığı bu garip yolculuk, aynı kompartımanı paylaşacağı kişiyle tanışınca daha da garip bir hal alıyor. Ljoha adlı rus bir maden işçisiyle aynı kompartımanı paylaşmak durumunda kalan Laura unutamayacağı bir yolculuğa çıkıyor.
Kamera çekimlerinden dolayı, adeta 90’lı yıllarda bir Rus treninde birkaç saatimizi geçirmiş hissini tüm hücrelerimizde hissetmemizi sağlayan film, yazının başında anlattığım Linklatervari romantik bir hikaye vaat etmiyor aslında bize ama farklı bir romantik hikaye ile karşı karşıya kalıyoruz. Önyargılar olmadan geçirdiğimiz zamanların, farklı insanları da aynı düzlemde bir araya getirebileceğini anlatıyor. Tıpkı birbirinden taban tabana zıt olan bu iki karakter Laura ve Ljoha’nın aynı noktada buluşması gibi. Yavaş yavaş, bu iki arasındaki soğuk savaşın çözülmesiyle birlikte; karanlık, sarsıntılı ve huzursuz Rus treninde yüzümüzde bir gülümseme oluşmaya başlıyor.
Seyahat hikayeleri, metaforik bir keşif hikayesidir aynı zamanda. Biz hikayede reel olarak haritada bir yerlere gideriz veya bazı duraklarda ineriz ama; esas olan karakterin çıktığı içsel keşfidir. Aynı durum, şaşırtıcı olmayacak şekilde Compartment No.6’da da karşımıza çıkıyor tabii ki. Biz gerçekten Murmask’a petroglifleri görmek için yola çıkan Laura’yı izlesek de, aslında onun kendini keşfini, hatta hayatından, fikirlerinden belki de hayallerinden kaçışını izliyoruz.
Hareket halinde olan vagonlarda gerçekleşen çekimler biraz klostrofobik olsa da Laura’yı canlandıran Seidi Haarla oyunculuğu ile birlikte bize karakterin tüm sempatikliğini ve yakınlığını hissettiriyor. Burada görüntü yönetmeni Jani-Petteri Passi’den bahsetmeden geçmemek gerek, dar kompartımanda oluşmaya başlayan arkadaşlık/aşk (hisleri kalıplara alamayacak kadar karışık belki de) durumunu; görsel olarak da o kadar güzel yansıtıyor ki; hem tren içinde hem de karların altında muhteşem anlara tanık ettiriyor bizi. Laura ile kurduğumuz bu yakınlık belki de hepimizin hayatımızın bir noktasında, garip yerlerde yaşadığımız misafirlikleri hatırlatıyor. Laura’nın walkmani ve elinden ayırmadığı kamerasıyla çıktığımız nostaljik yolculuk; bizi hafızalarımızın derinliklerinde yer alan o anıları hatırlatmasın da ne yapsın? Cep telefonsuz o yılları ve bildirimler olmadan şu an sahip olamadığımız yalnızlığı hatırlattığı için olsa gerek; bu empati durumu biz de ayrı bir tat bırakıyor.
Boksör Olli Mäki’nin gerçek hikayesinin anlatıldığı; melankolik romantik tarzıyla hatırladığımız The Happy Day in the Life of Olli Mäki ile ismini duyuran Juho Kuosmanen; bu filminde de Rosa Liksom’un kitabından uyarladığı hikayesiyle karşımıza çıkıyor. Compartment No. 6, yolculuğun sonunda karakterlerimize ne oldu ya da bu pedrogliflerde neler var gibi sorulara cevap vermiyor; aslında Kuosmanen burada varıştan çok yolculuğu anlatmayı tercih ediyor diyebiliriz.
Bu da bize filmin başlangıcında duyduğumuz Victor Pelevin’in Chapaev ve Boşluk kitabında geçen sözü hatırlatıyor: “Kaçmak için, nereye kaçtığını değil, nereden kaçtığını çok iyi bilmelisin.” Filmin sonunda görüyoruz ki, Kuosmanen filmin başında bize hikayenin bize bir varış noktası vaat etmediğini; bize bir kaçış hikayesini anlatacağını söylemiş bile. Biraz kaçış, biraz keşif, biraz 90’lı yıllar nostaljisi ve kuzeye giden bir tren yolculuğu fikri kulağınıza güzel geliyorsa, Kuosmanen bu hikayesi tam size göre.
Kapak Fotoğrafı: 2021 Sami Kuokkann Aamu Film Company
İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’dan MUBİ Film Önerileri
İlk yorumu siz yazın!