The Cure: 15 Yılın Ardından Yakında Yeniden
Geçen yazımda uzun bir süreden sonra bu sene yeni bir albüm yayınlayacak büyük usta Peter Gabriel’i mercek altına almıştım. Bu sefer de en son albümlerinin üzerinden 15 sene geçtikten sonra, bu sene yeni bir albüm yayınlayacak olan The Cure grubunu burada konuk edeceğim.
İngiltere’nin dünyaya kazandırdığı en önemli gotik rock – alternatif rock gruplarından biri olan The Cure 1978 yılında West Sussex’de kuruldu. Grubun köklerine baktığımızda, yine okul arkadaşlarından oluştuğunu görüyoruz. Grup üyeleri ilk performanslarını 1973 yılında Obelisk isimli grupla gerçekleştiriyor. Sonra Malice isimli bir grup kurdular, bu gruptan ayrılanlar olduktan sonra kalan üyeler Easy Cure grubunu oluşturuyor. Son olarak gitarist Porl Thompson gruptan atıldıktan sonra vokalist Robert Smith, davulcu Lol Tolhurst, basçı Michael Dempsey The Cure ismiyle yollarına devam ediyor.
Grup, 1978 yılında Albert Camus’nün L’Etranger kitabından esinlenerek yazılan “Killing An Arab” isimli ilk single’ını piyasaya çıkarıyor. Fakat ırkçılık öğeleri içerdiği gerekçesiyle piyasadan toplatılıyor. Grubun ilk albümü Three Imaginary Boys ise 1979 yılında yayınlanıyor. Albüm, en uzunu üç buçuk dakika olan kısa parçalardan oluşuyor. Parçalar arasında bir de aslında orjinali ile pek de alakası olmayan Jimi Hendrix’in Foxy Lady cover’ı bulunuyor. Grup aynı yıl benim de The Cure ile tanışıp onları sevmemi sağlayan “Boys Don’t Cry” single’ını yayınlıyor. Bu parça ayrıca, Amerika için hazırlanan aynı isimli albümde bulunuyor. Çok sıcak bir yaz gününde bunalmışken bir anda bir sağanak başlar ve çok kısa sürede aynı hızla insanı ferahlatıp gider ya, işte bu parça da öyle. Hızlı bir şekilde başlıyor ve hızından hiçbir şey kaybetmeden çok kısa sürede yüzünüzde bir gülümseme bırakıp gidiyor.
İkinci albüm 1980 senesinde yayınlanan Seventeen Seconds. Bence hak ettiği değeri görmeyen bu albüm, içinde barındırdığı “A forest”, “Play For Today”, “Secrets”, “Seventeen Seconds” gibi parçalarla grubun en iyi albümlerinden biri. Basçı Michael Dempsey bu albüm öncesi gruptan ayrıldı, yerine Simon Gallup geliyor. Ayrıca klavyeci Matthieu Hartley de gruba katılıyor.
1981 yılında Faith albümü, 1982 de ise The Cure fanlarının çok sevdikleri albümlerden biri olan, grubun belki de en karanlık albümü Pornography yayınlanıyor. Grubun bir döneminin sonu bu albüm. Bundan sonra karanlık azalıp hava aydınlanmaya başlıyor. Bazıları için gotik rock’ın en iyi örneklerinden biri olarak kabul edilen bu albümün çıkmasından sonra basçı Simon Gallup gruptan ayrılıyor. Ayrıca 1981 yılında, Faith ile Pornography albümleri arasında “Charlotte Sometimes” isimli harika bir single yayınlıyor grup. Bu parça, İngiliz yazar Penelope Farmer’ın aynı isimli çocuk romanından esinlenilerek yazılıyor. 1984 yılında benim de dahil olduğum pek çok kişi tarafından beğenilmeyen The Top albümü çıkıyor. 1985 yılında ise grup yeni kadrosu ile The Head And The Door albümünü yayınlanıyor. Basçı Simon Gallup gruba geri dönüyor. Vokalde Robert Smith, davulda Boris Willams, klavyede Lol Tolhurst ve gitar – klavyede Porl Thompson’la beraber 5 kişilik bir grup oluşuyor. “In Between Days”, “Kyoto Song”, “Close To Me” gibi parçalarla bence bu albüm The Cure’un yeniden doğuşunu sağlıyor.
Grubun yedinci albümü 1987 tarihli Kiss Me, Kiss Me, Kiss Me’dir. Amerikad’da oldukça tutulan bu albümde “Just Like Heaven” parçası Amerika listelerinde önemli başarı sağlıyor. Bu parça dışında saksafonun çok yakıştığı “Icing Sugar” ve “Fight” benim diğer favori parçalarım. 1989 yılına geldiğimizde ise muhteşem bir albüm görüyoruz. Grubun köklerine, gotik rock’a döndüğü Disintegration albümü içinde harika parçalar barındırıyor. Bir şehre gezmeye gittiğinizi düşünün, şehrin görülmesi gereken yerleri sarı tabelalarla işaretleniyor, ne kadar çok görülecek yer fazla ise o kadar güzel bir gezi geçer, işte bu albümde o sarı tabelalar bu sefer dinlenecek yerleri işaret ediyor ve neredeyse albümün tamamı öyle. “Lovesong”, Lullaby”, “Untitled” en sevdiklerim. “Lovesong”, çok fazla coverlanan parçalardan biridir. Türkiye’deki bar gruplarının da bir dönem en çok çaldıkları parçalardan biriydi. Benim sevdiğim coverlar ise 311 ve Marcus Worgull’un yorumları. Lol Tolhurst ise bu albümün çalışmaları sırasında gruptan kovuluyor.
1992 yılında grubun ticari olarak en başarılı albümü olan Wish yayınlanıyor. Grubun en tanınmış parçalarından biri olan “Friday I’m In Love” da bu albümde. Ama asıl “Apart” ve “Trust gibi” dinleyeni derinden etkileyen parçalara sahip bu albüm. “Apart”ı dinlediğiniz anda bir boks maçındaymıs gibi dayak yersiniz, nakavt olursunuz ve maç biter. Eğer üstüne de “Trust”ı dinlerseniz daha yaralarınız tedavi edilirken üzerine bir anda yüksek miktarda kolonya ya da tentürdiyot dökülür, “yandım” diye bağırarak yerinizden zıplarsınız. Bu albüm Boris Williams ve Porl Thompson’ın gruptaki son albümüdür. Porl Thompson 2005 de gruba geri döner. Perry Bamonte’nin ise ilk albümüdür.
Grubun onuncu albümü Wild Mood Swings 1996 yılında çıkıyor. Açılış parçası “Want”ı sevsem de albümün geri kalanı benim için bir şey ifade etmiyor. 2000 yılında yayınlanan Bloodflowers ise “Where The Birds Always Sing”, “Maybe Someday” gibi güzel parçalara sahip, dikkate değer bir The Cure albüm. 2004 yılında grupla aynı ismi taşıyan The Cure albümü çıkıyor. Bu albümün son parçası olan “Going Nowhere” bence albümün en iyisi. Grubun çıkardığı son albüm 2008 tarihli 4:13 Dream. Bu sene çıkacak yeni albümlerinin ismi ise Songs Of A Lost Worlds olacak! Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Kapak Fotoğrafı: last.fm
Özet bir The Cure özeti olmuş. Kiss me kiss me kiss me albümünden benim en favori şarkım How Beautiful You are... Wish albümünden şarkı seçimleriniz çok iyi keza Friday I'm in love bence bir The Cure şarkısı değil. Disintegration ise bence pop tarihinin en iyi albümlerinden. Ara ara tamamını dinlediğim bir kaç pop albümünden biri. Yeni albümü ise itiraf edeyim merak etmiyorum.