Fleishman Is in Trouble: Mutluluk Dizayn Edilebilir Mi?
En son nerede, ne yaparken, kiminleyken kendinizin en orijinal versiyonuydunuz? Disney+’da yayına giren Fleishman is in Trouble bu soru üzerine odaklanırken, bölümler ilerledikçe kendimizi hikayenin bir parçası gibi hissettirmeyi başarıyor.
‘Gençliğimizi’ hatırlarken zihnimizde bir imaj canlanır. Kendimizi spesifik bir görüntüde, semtte, stilde gözümüzün önüne getiririz. Hatırladığımız imajımız her ne ise gençlik albümümüzün kapak fotoğrafı gibidir. O zamanların en önemli şahidi ise genellikle lise veya üniversitede kurulan, bize zaman zaman ailemizden bile daha yakın gelen yakın arkadaş grubumuzdur. Yıllar içinde değişiriz, dönüşürüz, yaşam biçimlerimiz ayrışır, bazılarımız evlenir çocuk sahibi olur, kimimiz dünyayı gezer, bir diğeri kendini işlere adar, öteki hepsini aynı anda kotarmaya çalışır. Ayrılıklar veya yeni ilişkiler eklenir hikayelere. İlk gençlikteki o ayrılmaz grup olmayız artık. Yine de her dönüm noktasında, her yaş alma evresinde ama en çok da karanlık günlerde bütünüyle kendimiz olduğumuz o ortama ve insanlara sığınmak isteriz. Artık o halimize hiç benzemesek bile.
Yakın zamanda Disney+’da yayına giren Fleishman is in Trouble tam olarak bu hisleri konu ediniyor. Üniversite zamanında kurulan arkadaşlığı ve şimdiki hallerini geçmişe gidiş dönüşlerle izliyoruz. Dizinin ortalarına doğru sanki biz de o üçlünün dördüncüsü gibi hissetmeye başlıyoruz.
Fleishman is in Trouble: Karakterlere Detaylı Bir Bakış
Telefon numaraları olsa arayıp kendi hayat hikayemizi Toby, Seth ve Libby’e anlatmak istercesine bir yakınlık kurmuşken buluyoruz kendimizi. İlk gençliğimizde kendimize verdiğimiz sözleri, kurduğumuz gelecek hayallerini, şimdiki versiyonumuz hakkında düşüncelerimizi olabilecek en kara ama aynı zamanda en mizah biçimiyle sorguluyoruz. Misal: “Gençliğimde kendime verdiğim sözler ne durumda? 17 yaşındaki ben, şimdiki beni izlese teşekkür eder miydi yaptığım her şey için? Ben buraya nasıl geldim?”
Bize hiç hesapta yokken yeni bir arkadaş grubu hediye eden dizinin karakterlerine yakından bakalım. Toby Fleishman, yeni boşanmış bir doktor. Bir kız, bir erkek iki çocuğu var. Toby ile ilk tanışmamız boşanma sürecinin en sancılı zamanına denk geliyor. Varsıl bir düzenden yeni ‘bekar’ evine taşınmasını, çocuklarla arasındaki iletişim sorunlarını, yalnız bir baba olarak tökezlemelerini ve çalıştığı hastanedeki pozisyonunu görüyoruz. İdealist bir doktor olarak kariyer yolu boyunca yöneticilik gibi statüleri reddetmesini, parayı ikinci hatta üçüncü sıraya koymasını, evliliğinde cinsiyet rolünü erkeklikten yana oynamamış olmasını izlerken “ne iyi adam”, “başına gelenleri hak etmedi” diye düşünmeden edemiyoruz. Eski eşi Rachel bir sabah aniden çocukları Toby’nin evine bırakıyor ve ortadan kayboluyor. Toby, zaten kurmakta zorlandığı yeni yaşamını iyice zorlaştıran bu gelişme ile ilk gençliğine sığınarak yıllardır aramadığı üniversite arkadaşı Libby’i arıyor ve dizideki dış sesin sahibi, dizinin anlatıcısı Libby ile tanışıyoruz.
Libby, parlama şansını çoktan kaçırdığını düşünen bir yazar. Onun da çocukları var, annelik ve eş olma rolüyle yazar kimliği arasına sıkışmış ve sonunda yazarlıktan pes etmiş. Bu durum bizim içimizi parçalarken, Toby ve Seth için (Seth ile de tanışacağız) stabil aile düzenini kurmuş ‘şanslı’ biri Libby. Ansızın Toby’den gelen telefonla gençliğinin pervasız hafifliğini hatırlayan Libby de hayatını sorgulamaya başlıyor. Neden dergide yalnızca erkeklere verilen çarpıcı konuları ona vermediler? Neden evlenmişti? Neden yazmaya karar verdiği romana iki senedir bir satır bile yazamamıştı? İyi bir anne miydi peki şimdi? İyi bir eş olabilmiş miydi? Libby, hatırlanacak mıydı? Tüm bunların sonunda bir ödül var mıydı? En son ne zaman kendi gibiydi? Yoksa en doğrusunu hiç evlenmeyen ve çocuk sahibi olmayan, kısaca gençliğine sahip çıkan Seth mi yapmıştı? Evet, Seth ile tanışma zamanımız geldi.
Seth, dizinin uçarı ve avare karakteri. Kariyerinde bir miktar yol almış bir şehir insanı. Müzmin bekar ve özgür. Üniversite arkadaşlarından kopmamış durumda ve Libby ile Toby’nin iç geçirdiği bir hayatı var. Peki Seth gerçekten mutlu mu? Bari o mutlu olsaydı… Boşanmış olmakla hiç evlenmemiş olmanın arasındaki görünmez farkı Seth bize anlatıyor.
Gelelim dizinin en çarpıcı karakterlerinden Rachel’a. Şimdiye kadar sorguladığımız her şeyi unutun. Rachel’ın hikayesini izlerken, kapı çalsa diziyi durduramayacak gibiyiz. Rachel 40’lı yaşlarının başında güzel ve hırslı bir kadın. Kariyeri her şeyden önce geliyor, evet her şeyden. Tırnaklarıyla kurduğu işini, aynı anda anne olmaya çalışmasını, evin ekonomik ve sınıfsal anlamda lokomotifi olmasını izliyoruz. Rachel büyük bir ev istiyor, eşi Toby’nin hızlıca yükselmesini istiyor, çocuklarının pahalı okullarda okumasını ve önemli bağlantılara sahip olmasını istiyor, zengin arkadaşlarına yeni mobilyalarını göstermek istiyor. Rachel ait olmak istiyor. Terk edilemez, gözden çıkarılamaz biri olmak istiyor.
Önce sinirleniyoruz ona. Nasıl bırakırsın çocuklarını? Nasıl bir anne kendi hayatını çocuklarının önüne koyar? Annesin sen! Hem de sen yalnız bir çocukluk yaşamışken. Şimdilerde dilimize pelesenk olmuş “burn out” kavramını rastgele kullanmayı bırakıyoruz Rachel’ı izledikçe. Burn out eğer bir insan olsaydı Rachel olurdu çünkü. Yedinci bölüme geldiğinizde izleyeceğiniz cep telefonu defin işlemi sahnesinde gidip Rachel’ın en iyi kadın oyuncu ödülünü teslim etmek isteyeceksiniz. Tüm bunların yanında, “lohusalık” nedir ve bir kadına gerçek anlamda neler yapabilir olgusunu da iliklerinize kadar hissedip nefeslenmek için bir pencere açabilirsiniz.
“Vantablack” Meselesi
Dizi boyunca tüm karakterlerin sürgit mutluluk arayışında ortaklaştığını söyleyebiliriz. “Öyle bir aile kurmalıyım ki mutluluğumuz hiç sorgulanmayacak noktaya ulaşmalı. O kadar çok eğlenmeliyim ki almadığım sorumluluklar pişmanlığım olmamalı. O kadar iyi bir anne-eş olmalıyım ki vazgeçtiklerime değmeli. O kadar başarılı olmalıyım ki kendim dahil ihmal ettiğim her şey sayemde ayakta durmalı. O kadar iyi bir insan olmalıyım ki kazanma hırsı olanlar utanmalı.”
Fakat dizide siyahtan da siyah en siyah olanı temsil eden bir sergi var, ismi “Vantablack”. Var olan en karanlık ortamı temsil eden bu sergide seyirciler karanlığın içine doğru yürüyor. Hikaye ilerledikçe karanlığı kabullenme ve ondan korkmama yetisini hangi karakterlerin, nasıl yollardan geçerek kazandığını izliyoruz. Mutsuzluğa ve karanlığa da tamam demeye cesaret edip, hayatı dizayn etmeye çalışmaktan vazgeçişlerle birlikte hep birlikte rahatlıyoruz.
Fleishman is in Trouble, bir nehir gibi akan metinleriyle daha ilk bölümden roman uyarlaması olduğunu belli ediyor. Hayranlık uyandırıcı diyaloglar, iç çatışmalar, dış etkenler ve gitgelleriyle gözden kaçırılmaması gereken bir yapım. Her an bir sonraki saniyeden daha genç olduğumuzu bize hatırlattığı için yazarlarına teşekkür ederiz. Şimdiden keyifli seyirler!
Kapak Fotoğrafı: Vulture
İlginizi çekebilir: Özge Hocalar’dan Modern Love
İlk yorumu siz yazın!