Karadeniz'de Tren Yolculuğu: Büyülü Şehir Sinop'tan Zonguldak'a
Fırsat buldukça bir yerlere kaçmaya, onların bazılarını da müzik yazıları dışında sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Bu seferki durağım, daha önce iki defa uçak seferinin iptal olması sonucu gidemediğim Sinop’tu. Tabii ki yine rahat durmayıp sadece Sinop ile kalmadım. Daha önceki Diyarbakır – Güney Ekspresi yazımı okuyanların hatırlayacağı gibi trenlere olan ilgim sebebiyle; bu sefer de Karabük – Zonguldak arası treni tecrübe etmek için Sinop’tan uçakla dönmeyip rotamı Karabük’e çevirdim. Oradan trenle varacacağım Zonguldak’tan o gün uçak olmadığı için otobüsle İstanbul’a dönüş yaparak geziyi noktaladım.
Sinop’a şu anda İstanbul’dan sadece THY’nin seferi var. Pegasus bir süredir uçmuyor. Havalimanında araç kiralama firmalarının bankoları yok, ayrıca havalimanından şehir merkezine taksi dışı ulaşım da yok. Havalimanlarında pek rastlanan bir durum değil. Çevrede gezilecek yerler olduğu için araç kiralamak gerekiyor. Bunun için bir tane kurumsal firma var, diğerleri bölgesel firmalar.
Sinop: Seyahat Rotası
Arabayı aldıktan sonra ilk hedefim merkeze yaklaşık 50 kilometre mesafede olan Erfelek Şelaleri’ydi. Yolun tam sonuna doğru geldiğimde yoldaki bir afişte şelalenin “tadilat” nedeniyle kapalı olduğu yazısını gördüm. Bir bina, dükkan vs. tadilat nedeniyle kapalı olur ama doğal bir yapı olan şelale nasıl tadilatta olur? Onu bırakın doğal bir alana girişi hangi hakla kapatabilirsiniz? -Yazın yangın tehlikesi olan durumlar dışında.- İçimden “Her şey bitti herhalde şelaleye de kaçak kat yapıyorlar.” şeklinde sinirle karışık dalga geçerken şelaleye vardım. Ne bir görevli ne de başkası vardı, in cin top oynuyordu. Girişi tellerle kapatmışlar. Dönüş yolunda rastladığım, bölgenin yerlisi Şükrü Bey ile konuştuğumda oranın özel bir işletmeye kiralandığını anlattı bana. Zaten sahillerin, plajların özel işletmeler tarafından kapatılması can sıkıcı bir durumken, şelalerin de aynı akıbete uğraması gerçekten rahatsız edici bir hâl almaya başlıyor. Hadi düzgün işletseler gene bir şey demeyeceğim, ama doğanın bir parçasına girişi engellemeye kimsenin hakkı yok.
İkinci durağım Akliman Bölgesi ve Hamsilos Koyu idi. Akliman’da doğal bir balıkçı barınağı ve piknik yerleri mevcut. Biraz ilerisindeki Hamsilos Koyu ise fiyorta benzer yapısı ile görülmesi gereken bir nokta. Tabiat parkına girdiğinizde denizin bu oluşumunu tepeden görebiliyorsunuz ama benim gibi hiking, trekking gibi aktiviteler yapıyorsanız, yürüyüş yolu levhasından patikaya girin ve fiyortun karşı tarafına kadar orman içinde yürüyün. Kıyafetiniz uygun olsun, dikenli bitkiler yoğun. Eğer yağmur da yağdıysa bolca çamur var ormanda. Ayrıca önünüze bir dere çıkacak, bazı zamanlar kuru oluyormuş ama ben gittiğimde dereye devrilmiş bir kütüğün üzerinden ip cambazı şeklinde yürüyerek karşı tarafa geçebildim.
Sonraki durağım Anadolu’nun en kuzey noktası olan İnceburun ve oradaki deniz feneriydi. Deniz fenerlerine ilgim büyüktür. (Hatta eskiden Windows’da Netscape Browser’ı logosunda deniz feneri olduğu için uzun süre kullanmıştım.) Özellikle İnceburun Feneri gibi ıssızlığın ortasında olanlar bende değişik duygular uyandırır. Ölüme yaklaşan insanlar nasıl beyaz bir ışık gördüğünü söylüyorsa, deniz fenerleri de denizciler için bir nevi hayatın ışığıdır. Kayalıklara, sığlıklara karşı onları uyarır; onlara yol gösterir. John Carpenter’ın efsane gerilim filmi The Fog’un baş kahramanlarından olan Amerika’nın Kaliforniya eyaletindeki Point Reyes Feneri, en çok görmek istediğim fenerlerden biri. Çok yakınından geçmeme rağmen orada olduğunu sonradan öğrenince yaşadığım hayal kırıklığını unutamam. -Bu arada korku – gerilim filmi sevenlerin The Fog’u izlemelerini tavsiye ederim.- Pek çok kaynakta İnceburun yolunun bozuk olduğu söyleniyor ama ben gittiğimde normaldi. Belki de çukurlar yeni kapatılmıştı bilmiyorum ama yol sorun olmadı. İnceburun Feneri, 1863 yılında inşa edilmiş, denizden yüksekliği 26 metre. Fenerin bulunduğu alan katılaşmış lavlardan oluşan volkanik bir yüzeye sahip. Gittiğim gün Karadeniz hafif dalgalıydı. Dik falezlerden oluşan çevrede yine bir yürüyüş yapıp manzaranın tadını çıkardım. Galler’e gitmemiş olsam da fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla oralara benzer manzaralar görebiliyorsunuz.
Sinop, mantısıyla ünlü bir şehir ama ben mantı sevmediğim için Tarihi Sebat Lokantası’nda döner yedim. Yaprak döneri başarılıydı. Sonra da Nihavent Pub’ta bira patates eşliğinde günün yorgunluğunu attım. Sinop’ta tatlı severler için mutlaka uğranması gereken bir mekân var: Şekerci Mehmet Gürbüz. Fındık ve cevizden yapılan Boyabat Ezmesi’ni bir deneyin. Tadı yaz helvasına benziyor. -Zevkler, özellikle de damak tadı çok değişken bir şey olduğu için, mutlaka deneyin gibi laflara karşıyım ama tatlı ile aranız iyi ise buna bir bakın.- Boyabat Ezmesi dışında içkili çikolataları var. Mesela rakı – kavunlu enteresan bir çikolata var.
Ertesi gün arabayı teslim edip yayan bir şekilde Sinop’u dolaştım. Duraklarım; Tarihi Sinop Cezaevi (tabii ki restorasyon nedeniyle kapalı), Diyojen Heykeli, Balatlar Kilisesi (Açık mı? Tabii ki hayır, bu sefer kazı nedeniyle kapalı), Sinop Kalesi, Aşıklar Parkı, Alaaddin Camii’ydi. Uğranması gereken bir başka mekân: Tarihi Yalı Kahvesi. Mendireğin karşısında bulunan Yalı Kahvesi’nde dışarıdan aldığınız simit, nokul gibi yiyeceklerinizi getirip manzaraya karşı çay içmek çok keyifli bir aktivite. Bu arada şehir içinde bazı evlerin camında bölgeye yapılması planlanan nükleer santrale tepki yazıları görüyorsunuz. Gerçekten de bu güzel doğaya bunu yapmak cinayet olur.
Öğleden sonra Sinop’tan ayrılıp trene bineceğim Karabük’e doğru otobüsle yola çıktım. Aslında Sinop’ta daha görülmesi gereken Karakum, Sarıkum gibi pek çok plaj ve Gerze gibi bir sahil ilçesi var. Buralar için yazın ayrı bir gezi planlıyorum. Otobüs yolculuğunda yolun bir bölümünde Kırkgeçit Çayı size eşlik ediyor, sizle köşe kapmaca oynarcasına bazen yolun sağında bazen de yolun solunda gösteriyor kendini. Âdeta ertesi günkü tren yolculuğunda size eşlik edecek Filyos Çayı’nın önden gönderdiği bir aracı gibi. En sonunda ben hep buradayım, gene beklerim diyerek sizden ayrılıyor. Otobüs; yolda Gerze, Boyabat gibi ilçelere uğrayarak onlar hakkında bir ön fikir edinmemi sağladı. Boyabat Kalesi tepede çok ihtişamlı görünüyordu. Karabük’te Kilcioğlu isimli bir yerde kaşarlı pide yedim. Safranbolu’da da şubesi olan ve övülen bu mekânın bence hiçbir özelliği yok (Kaşarlı pidesi için yorum yapıyorum.).
Karabük’ten Zonguldak’a
Gelelim Karabük – Zonguldak arası tren yolculuğuna. Günde dört sefer var ve yolculuk üç saat sürüyor. Bilet fiyatı 55TL (Nisan 2023). İnternetten satış yok, istasyon gişesinden alınıyor. Tren, sadece pulman vagonlardan oluşuyor. Yolculuğun ilk bölümündeki Filyos Çayı, dağlar, ormanlar ve uçurumların olduğu kısım ile son bölümdeki Karadeniz manzaralı kısım baya güzel. Filyos Çayı muhteşem manzaralar sunuyor. Eğer Karabük ya da Zonguldak’tayken ekstra vaktiniz varsa ve de tren yolculuklarını seviyorsanız bunu deneyin, onun dışında sırf bunun için gitmeye değmez. Zonguldak’a vardıktan sonra vaktim kalmadığı için direkt otogara gidip, sis ve yağmurun oluşturduğu mistik manzaralar eşliğinde İstanbul’a dönüyorum.
Yolculuğun Ardından
Son olarak gezinin özeti: Sinop ve çevresinin güzelliği, Filyos Çayı’nın coşkusu, hırçın Karadeniz’i aydınlatan muhteşem İnceburun Feneri’nin ışığıyla değil de, şelalerin bile tadilata girebildiğini öğrenmem ile gelen aydınlanma (Tadilat sonrası tabanı mermer kaplı, müziğe duyarlı figürlerle akan Erfelek Şelale’mize bekliyoruz şeklinde bir ilan bekliyorum.), görülecek yerlerin bir türlü görülememesi ve de aynı gün hem Karabük hem de Ereğli Demir Çelik’ten geçerek demir çeliğe doymam.
Kapak Fotoğrafı: Gürkan Sonat
İlginizi çekebilir: Esra Saruhan’dan Karadeniz’in Nordik Otelleri
İlk yorumu siz yazın!