Ischia ve Procida: İtalya'ya Huzur Dolu, Pastoral Bir Yolculuk
Hayranı olduğum ülkelerin en başında İtalya gelir, muhtemelen pek çoklarımız gibi…Her bölgesi apayrı güzellikler sunan bu harikulade ülkenin, kuzeyinde yer alan pek çok şehrini görmüş olsam da, güneyini ziyaret etmek bir türlü fırsat olmamıştı. Üç kez izlediğim ve her izleyişimde de bende farklı duygular uyandıran The Talented Mr. Ripley filminin bazı bölümlerinin de geçtiği Ischia ve Procida adalarına gitmeyi ‘bucket list’ime eklemiştim ve işte zamanı gelmişti.
Ischia ve Procida adaları, Tiren Denizi’nde yer alan, Napoli’den feribotla ulaşımın kolayca sağlandığı birbirine komşu iki ada. Biz de Napoli’ye vardığımız ilk günü burada geçirip ertesi gün ise ilk olarak Ischia adasına geçecek şekilde seyahatimizi planladık.
Napoli’ye dair duyduğumuz, okuduğumuz ne varsa onlardan çok daha fazlası bence bu şehir… Anormal sıcak ve nemli bir Ağustos akşamı vardığımız Napoli, daha havaalanından adımımızı atar atmaz büyük bir kargaşayla karşıladı bizi:) Taksilerle yapılan pazarlıklar, birbirinin taksisini çalmaya çalışanlar, berbat bir havaalanı trafiği, kornalar, kornalar, kornalar… İstanbul’da yaşadığımız için bunlara alışığız elbet fakat beni gerçek anlamda şaşırtan, hakikaten Napoli’nin daha evvel görmüş olduğum hiç bir İtalyan şehrine benzememesi idi. Şehrin tarihi merkezi olarak geçen Centro Storico’da yer alan konaklayacağımız adrese varıp eşyalarımızı bıraktıktan hemen sonra akşam yemeği için rezervasyon yaptırdığımız, Vedat Milör’ün “…bence Napoli’deki en özel pizzacı” diye bahsettiği ‘Pizzeria Concettina ai Tre Santi’ye geçtik. Michelin Rehberi’ne de girmiş olan restoranın arka bahçesindeki atmosferi ve pizzaları gerçekten şahane idi.
Akşam yemeğinin ardından, konakladığımız bölge olan Spaccanapoli’ye döndük. Mimarisiyle, kalabalığıyla, daracık sokakları ve balkonlarda asılan çamaşırlarıyla, burası tam anlamıyla ikonik Napoli. Sonrasında, bir şeyler içmek için Piazza Vincenze Bellini adlı meydana geçerek ilk boş yer bulduğumuz mekanda oturduk ve ertesi sabah erkenden feribotumuz olduğu için birer Aperol Spritz ile gecemizi sonlandırdık.
Ischia : Akdeniz Cazibesinin Otantik İtalya ile Buluştuğu Ada
Napoli’nin Calata Porta Di Massa adlı limanından sıklıkla hareket eden feribotlarlardan, saatinin bize uygunluğu sebebiyle Caremar adlı firmayı tercih etmiştik ve biletimizi de direk bu firmanın internet sitesinden aldık. Özellikle yaz aylarında, hele ki İtalyanların neredeyse tamamının tatil yaptığı Ağustos gibi bir ayda buralara gelmeyi planlıyorsanız feribot biletlerini önceden online almakta fayda var, keza gişelerde çok uzun kuyruklar olabiliyor. 46 km² yüzölçümü ile Napoli Körfezi’nin en büyük adası olan Ischia’da, limana yakınlığı ve tarihi Aragonese Kalesi’ne ev sahipliği yapması sebebiyle biz, Ischia Ponte adlı köyde kalmayı tercih ettik. Napoli’den Ischia Limanı’na yolculuk yaklaşık 1.5 saat kadar sürdü; daha hızlı ve daha yüksek fiyatlı feribotlar da mevcut, onlar da yaklaşık 50 – 60 dk kadar sürüyor. Ischia Limanı’na indikten sonra, yan yana sıralanmış farklı firmalardan motor ya da araba kiralayabilirsiniz, biz limandan konaklayacağımız Ischia Ponte bölgesine taksiyle yaklaşık 5 dakika içerisinde vardık.
Otelimize yerleştikten hemen sonra öğle yemeği için Ristorante Pizzeria Pirozzi’ye attık kendimizi. Restoranın denize bakan masalarından birine oturduk, yediğimiz taptaze deniz ürünlerinin ve ortamın tadını çıkardık. Adadaki bu ilk anlarımızda düşündüğümüz ilk şey, birbirine bu kadar yakın iki yerin nasıl birbirinden bu kadar farklı olabildiği idi. Napoli karmaşası ve kalabalığıyla bize yer yer klostrofobik dahi hissettirmişken nasıl oluyor da yanı başındaki adada hayat bu kadar bambaşka olabiliyor diye düşündük.
Öğle yemeğimizin ardından artık denize girmenin vakti gelmişti ve nostaljiye kendimizi bırakmak, filmin de büyüsünü hissedebilmek için, The Talented Mr. Ripley’de Jude Law ve Gwyneth Paltrow’un denize girip güneşlendiği Bagno Antonio’da şezlonglarımıza yerleştik. Üç yüz bin yıllık volkanik aşınmanın meydana getirdiği, kendisi başlı başına bir ada olup içinde çok görkemli bir kaleyi de barındıran ve Ischia’ya bir köprüyle bağlanan Aragonese, bu sahil şeridindeki her plajdan görünüyor ve buralarda yüzmek gerçekten farklı bir deneyim sunuyor. Kaleyi belirli bir ücret karşılığında gezebiliyorsunuz ancak zamanımızın kısıtlı ve havanın da aşırı sıcak olması sebebiyle biz bu seferlik es geçtik. Bagno Antonio dışında; Bagno Mario servislerinden faydalandığımız bir diğer plaj işletmesi oldu. Hem çalışanları çok kibar insanlardı, hem de yediğimiz içtiğimiz her şeyden pek memnun kaldık. Unutmadan söyleyeyim, sahildeki neredeyse tüm işletmesi olan plajlar rezervasyon soruyor ve 2 şezlong – 1 şemsiye için hemen hemen hepsinde 25 Euro civarı bir ödeme yapıyorsunuz.
Akşam yemeği için ise Ischia Ponte bölgesinden iki önerim olacak: Birisi, Ristorante Da Ciccio ve diğeri ise Ristorante Bar da Coco. Her iki restorandan da ayrı ayrı keyif almakla birlikte, Ristorante Bar da Coco’nun yemekleriyle ön plana çıktığını eklemeliyim.
Adanın tamamını görmek için yeterli vaktimiz olmadığından ve adada yalnızca deniz yoluyla ulaşılabilen harika koylar olduğundan bir günümüzü de tekne turuna ayırdık. Otelimizin önerisiyle, Hotel Miramare e Castello’nun hemen yanındaki işletmeden turumuzu organize ettik ve adanın, Ischia Porto ve Ischia Ponte dışında kalan Forio ve Sant’Angelo gibi diğer komünlerini denizden de olsa görme şansını elde ettik. Öğle yemeği için durduğumuz eski bir balıkçı köyü olan Sant’Angelo; beyaz ve pastel tonlardaki evleri ve ara sokaklarıyla, restoran ve kafelerin sunduğu büyüleyici marina ve deniz manzarasıyla, huzur dolu plajları ve muhteşem deniziyle gerçekten bizi mest etti. Ristorante Casa Celestino, öğle yemeği için tercih ettiğimiz yer oldu; restoranın şahane manzarası, atmosferi ve yemekleri mutlaka tecrübe edilmeli.
Volkanik doğası sebebiyle Ischia adası, aynı zamanda termal resort ve kaplıcalar cenneti. Ischia’nın termal sularının artrit, cilt bozuklukları ve solunum problemleri gibi bir dizi fiziksel duruma faydalı olduğuna inanılıyor. Adanın bu anlamda en popüler termal parkları; Negombo, Giardini Poseidon, Parco Termale Castiglione ve Giardino Eden. Negombo termal parkının Spiaggia di San Montano adlı plajında ise mutlaka denize girin, tertemiz suları ve doğasıyla burası cennetten bir köşe gibi.
Ek olarak; Ischia Porto denilen merkez liman bölgesinde, marinanın hemen yanı başındaki Porto51’de güzel zaman geçirebilirsiniz. Peşi sıra yer alan restoranların arasında, sunduğu kokteylleri ile fark yaratan Porto51’de oturup geleni geçeni izleyin ve adanın büyüsüne kapılın:)
Procida: Bir Masalın İçinde
Ischia limanından yalnızca 15 dakika süren Procida adasına adımımı atar atmaz nasıl etkilendiğimi tarif edemeyebilirim. Bu küçücük adada gerçekten bir masalın içinde gibisiniz. 2022 yılında İtalya’nın Kültür Başkenti seçilmesiyle biraz daha popülerliği artsa da, Procida yine de gözlerden uzak ve sakin.
Rengarenk evleri, inişli çıkışlı daracık sokakları, muhteşem sahili ve kristal berraklığındaki sularıyla Procida, Capri ve Ischia gibi popüler komşularındansa farklı ve huzurlu bir deneyim arayanlar için müthiş bir kaçış noktası. Her bir sokağını adım adım gezin, Santuario S. Maria delle Grazie Incoronata adlı adanın meşhur sarı Katolik kilisesini temel alarak yokuşu tamamlayın ve Terra Murata’ya doğru devam edin. Sizi inanılmaz bir Procida manzarası karşılayacak.
Marina di Corricella adlı limanında yer alan Blu adlı kokteyl barda, spritz’lerinizi yudumlarken pastel İtalyan evlerini ve çoğunlukla yaşlı, yerel halkın birbiriyle atışmasını izleyin. Sanki zaman duruyor, siz bir masalda yaşıyorsunuz ve bu masalda her şey çok çok güzel 🙂
Procida’nın plajları, komşu adalarla karşılaştırıldığında ölçek olarak daha küçük olabilir fakat en az Capri ve Ischia’daki kadar davetkarlar. Spiaggia Libera della Chiaiolella, Spiaggia della Chiaia ve Spiaggia Pozzovecchio, adada deniz, kum ve güneşin keyfini çıkarabileceğiniz bazı kumsallar.
Akşam yemeği için tercih ettiğimiz La Locanda del Postino, 1994 yapımı Il Postino adlı, “en iyi orijinal şarkı” dalında Oscar ödüllü ünlü İtalyan filminin çekildiği bir restoran. Mekanın içinde filmden posterleri ve bazı fotoğrafları görebiliyorsunuz. Rezervasyon şart. Servisi pek iyi olmasa da burada yediğimiz her şeyden çok memnun kaldık.
Ve elbette ki kült The Talented Mr. Ripley filminin de yine en güzel sahnelerine ev sahipliği yapmış Procida… Okuduğum bir yazıya göre de çok sayıda sanatseverin ziyaret ettiği bu adaya, özellikle ressamlar ilham almak için geliyormuş. Sizce de çok ilham verici değil mi? 🙂 Tadı damağımda kaldı bu seyahatin. Yeniden buluşuncaya dek veda ettim güzel Procida’ya…
Kapak Fotoğrafı: Fahriye Şentürk
İlginizi çekebilir: Fahriye Şentürk’ten Montmartre Rehberi
İlk yorumu siz yazın!