Spaceman: Dünyanın En Yalnız Adamı
Netflix’in yeni filmi Spaceman, başrollerinde Adam Sandler ve Carey Mulligan’a yer veriyor. Bir Çek romanından uyarlama olan bu bilimkurgu senaryosunun meselesi, dünyadan çok uzaktaki bir uzay gemisinde bulunan astronotun yalnızlığını ve geçmişini sorgulama şeklini anlatmak. Bunu biraz ağır bir tempo ve gerçeküstü öğelerle harmanlayan anlatıda, övülesi ve eleştirilesi noktalar mevcut tabii ki. Malum bu tarz uzay hikayelerinde genelde uzaya giden kişinin en büyük hayali zaten o görev oluyor. Bu durumda da gerisinde bıraktığı insanlara karşı bir sorumluluk duyup duymaması üzerinden bir çatışma yaratılıyor. Spaceman de bu klişeyi kullanıyor fakat gerçekliği bükme şekliyle biraz Kubrick’e selam vermeye çalışıyor, bazen de yakın dönem filmi Brad Pitt’li Ad Astra’yı hatırlatıyor. Türün ilgilileri için film Netflix Türkiye’de gösterime girdi.
Filmden aksiyon bekleyenleri önceden uyarmak lazım, pek mevcut değil zira. Daha çok dram ağırlıklı bir gizem filmi olarak tanımlayabiliriz. Jakub, karısının kendisine ihtiyaç duyduğu bir dönemde uzaya giderek arkasında enkaz bırakmış bir adam. Çağın teknolojileri sayesinde her gün karısıyla iletişimde kalabiliyor ama bu uçurumdan yuvarlanmaya başlayan ilişkinin şifa bulması için pek de yeterli bir gelişme değil tahmin edeceğiniz üzere. Bu ikilinin arasında iletişimsizlik baş gösterdiğinde kahramanımız Jakub psikolojik ve fiziksel olarak oldukça sıkıntılı bir döneme giriyor. Uzay ajansındaki iş arkadaşları aracılığıyla derdine çare aramaya çalışan Jakub’un çabası nafile. Eşi Lenka maalesef kapı duvar. İşte tam bu anlarda Jakub’un yalnızlık kavramını kaşıklarken karşısına bir sürpriz çıkıyor ve filmin varoluşçu tonu şekillenmeye başlıyor.
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Fal taşı gibi gözleriyle gözümüzün içine bakan, rahatsız edici bir tip, örümcek Hanuş. Biraz iştahlı, bazen pasif agresif, kişisel alana pek de saygı duymayan, nereden geldiği muamma bir karakter. Jakub’un karısının kendisine bu denli ihtiyaç duyarken onu terk edip uzaya gitmesinin ne kadar saçma olduğunu siz oturduğunuz yerde sorguluyorsunuz ama Jakub’un bunu sorgulaması için maalesef dev bir örümcek gerekiyormuş. Adamın pişman olması için mental anlamda baya bir basamak çıkması gerekti ve sonunda her şeye rağmen karşısındaki yumuşak kalpli insanın kalbine dokunmayı başardı. Görece mutlu son gibi gözükse de biraz tat kaçırmıyor değil bu durum…
Adam Sandler’ı zırzop işlerde izlemek yerine arada böyle yapımlarda görmek iyi geliyor ama bence burada asıl mesele Carey Mulligan. Menajerinin çok başarılı olmadığını düşünmekle beraber yine de kendisinin her filmde oldukça iyi bir performans sergilediğini ve filmi bir gömlek yukarı taşıdığını itiraf etmek gerekiyor. Hamilelikle, yalnızlık, üzerine kara bulut gibi çöküyor ve o ağırlığı aynı derecede izleyiciye geçirebiliyor. Filmin son sekanslarında soyutlaşarak buharlaşmaya yaklaşan anlatı, genel olarak benden geçer not alıyor ama senaryoda yeterince ince bir işçilik olmadığını düşünüyorum. Aynı malzemeyle daha iyi bir film çıkarılabileceğine yüzde yüz eminim.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Netflix
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Memory
İlk yorumu siz yazın!