Afire: Mağdur Edebiyatı
Naçizane fikrim Petzold’un modern Alman sinemasındaki en ilgi çekici yönetmen olduğu yönünde. Filmlerinde dünyayı kurtarmaya çalışmıyor, hayatın anlamını ararken boğulmuyor. Yarattığı küçük hikayelerin içerisinde tüm karakterlerine doğal bir alan açıyor, onları seyirciyi ikna edebilecek özgürlükte bırakıyor. Berlin’deki film festivalinden Büyük Jüri ödülünü de alan bu film, başrollerinde Thomas Schubert ve tabii ki de Paula Beer’a yer veriyor (Paula Beer ve Nina Hoss yönetmenin kadrolu memurları…). Şahane oyunculuk performansları ile gerçekliğin yer yer bükülüyormuş hissiyatı verdiği bu film her şeyiyle ben bir Petzold filmiyim diye haykırıyor adeta. İlgilisine öneririm.
Felix ve Leon’un yola koyulduğu anlarla açılıyor bu film. Bu iki yakın arkadaş gözden uzakta bir evde kendilerine vakit ayırıp çalışmak niyetinde. Felix ev sahibi olarak karşımıza çıkıyor. Eve vardıklarında ailesinin evi bir başkasına daha kiraladığı ortaya çıkıyor. Bu kişi de tabii ki hikayedeki tüm çatışmanın kaynağı olacak olan Nadja. Leon bu işten huzursuz oluyor, evi biriyle paylaşma fikri ona hiç cazip gelmiyor. Huzursuzluğunu çok fazla dillendiremiyor zira ev sahibi kendisi değil. Leon’un bu süreçte oturup kitabını yazması gerekiyor, kendisini görür görmez anlayacağınız üzere biraz huysuz bir yazar kendisi. Arkadaşı Felix’in de güya oturup portfolyosunu tamamlaması gerekiyor bu gözden uzakta kaldığı süre boyunca ama onun aklı bambaşka diyarlarda. Hikayeye Nadja’nın dahil oluş şekli son derece dingince gerçekleşiyor, film devamında daha ilgi çekici bir hale bürünüyor.
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Kısa dönemliğine dondurma satarak gelir yaratan Nadja’nın, Leon’u ters köşeye yatırdığı o yemek sahnesine bayıldım. Hiçbir ekstra çaba sarfetmeden, adeta tuş etti huysuz ve tatsız yazarımızı… Devid’le ilk karşılaştığı yemek sofrasında onu zor durumda bırakmak için elinden geleni ardına koymayan Leon için karmanın çalıştığını söyleyebiliriz. Tüm kıskançlığı ve sinsiliği ile film boyunca sinirlerimizi zorlayan Leon, anlamlandıramadığım şekilde Nadja’nın ilgisini kendi üstünde tutabildi. Nasıl Leon yakın arkadaşının cinsel yönelimini çözemediyse, ben de bu durumu pek çözemedim anlayacağınız. Devid ve Felix’e biçilmiş trajik final ise ufaktan bir şok etti. Zira o ana kadar orman yangınlarıyla yaşanan hiçbir olay bu ekibi doğrudan etkilemeyecekmiş gibi ilerliyordu. Yani çevrelerinin tam anlamıyla sarıldığını hissetsek de, bir şekilde kendi hayatlarına devam etme güdüleri bizi buna ikna etti sanırım.
Favori anlarım daha çok editör Helmut’un ziyareti üzerinden şekilleniyor sanırım. Editörün Leon’u soktuğu sıkıntılar, Nadja ile girdiği edebi sohbetler, Nadja’nın uzmanlık alanının Leon’un suratında yarattığı ifade vesaire derken keyiften dört köşe olduk hakikaten. Ayrıca filmin müziklerinin inanılmaz şekilde sardığını da itiraf etmek lazım herhalde. Özellikle başlangıcı ve finali bu anlamda akılda kalıcı bir yer edecektir diye düşünüyorum. Umarım izleyenler de keyif almıştır bu hikayeden.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Rotten Tomatoes
İlginizi çekebilir: Lal Üstün’den After Yang
İlk yorumu siz yazın!