İlk uzun metrajlı filmini çeken yönetmenler için yaşanmışlıklar ve tanıklıklar çoğu zaman hikâyesinin ana odağını doğrudan veya dolaylı olarak etkilerken kendilerinin ifade biçimi ve konuyu ele alış şeklinde de bir hakimiyeti beraberinde getiriyor. İstanbul’da doğup büyüyen ve şu anda Brooklyn’de yaşayan Aslıhan Ünaldı da ilk uzun metrajı Suyun Üstü filminde kişisel deneyimlerinden esinlenerek yabancılaşma ve kabullenme konularını ele alırken günümüz Türkiye’sinin sosyo-politik zemininde, birbirleriyle yeniden bağ kurmaya çalışan parçalanmış bir ailenin hikâyesini anlatıyor. Oyuncu kadrosunda Elit İşcan, Nihan Aker, Lila Gürmen, Serhat Ünaldı, Eren Çiğdem ve Oscar Pearce’ın rol aldığı film, bunun yanında aile, kariyer, cinsellik gibi meseleleri üç farklı jenerasyona ait kadın karakterlerinin gözünden de işliyor. Ben de bu bağlamda çekimleri Göcek ve Fethiye’nin koylarında gerçekleştirilen filme dair Aslıhan Ünaldı ile söyleşerek filmi, hikâyesi, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka pek çok konuyu konuşma fırsatı buldum. Keyifli ve ilham veren okumalar dilerim.

aslihan-unaldi
Aslıhan Ünaldı | Fotoğraf: Ferda Kolatan

Kariyerinizin daha önceki dönemlerinde farklı projelerin üretim aşamasında olan bir yönetmen olarak Suyun Üstü ile ilk uzun metrajınıza imza attınız. Yönetmenlik kariyerinin yanı sıra Columbia Üniversitesi ve New York Üniversitesi’nin lisansüstü film programlarında senaryo yazımı dersleri de veren sizi daha yakında tanıyarak başlayalım dilerseniz röportajımıza.

Teşekkürler, kısaca anlatayım. İstanbul’da doğup büyüdüm, Alman Lisesi’nden sonra Yale Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler ve sanat okudum. Arkasından hayalini kurduğum New York’a taşındım. Birkaç sene bir bankada çalışıp biraz para biriktirdikten sonra hayatımı; ilgi alanlarımı en güzel şekilde birleştiren mecra olan sinemaya adamak istediğime karar kıldım ve New York Üniversitesi’nin (NYU) Martin Scorsese, Ang Lee, Jim Jarmush gibi mezunları olan efsanevi sinema bölümüne başvurdum.

Ondan beri bu işin içindeyim. NYU’da çektiğim ilk kısa filmim Razan, Rotterdam’da prömiyerini yaptı. Uzun metrajlara fon bulma bekleyişleri devam ederken belgesele yöneldim. Suyun Üstü yönettiğim ilk uzun metraj ama yazar olarak yer aldığım, çekilmiş uzun metraj projelerim var.

Bunların yanı sıra bir süredir ders veriyorum ve bundan müthiş keyif alıyorum. Dünyanın her tarafından gelen öğrencilerim var, çok motive ve yetenekliler, bu yeteneklerini kanalize etmelerine yardımcı olmak çok tatmin edici. Özellikle de kendi kariyerimde deneme yanılma ile öğrendiğim şeyleri paylaşmayı seviyorum onlarla, vakit kaybetmemeleri için.

suyun-ustu-afis
Suyun Üstü (Afiş) | Afiş: Arın Egemen

Yönetmenler için henüz ilk uzun metrajlarında anlatacağı konunun seçim sürecini yapmak kimi zaman kolayken çoğu zaman da zordur. Bu noktada yönetmenin kendi kişisel yaşamından esinlenerek senaryoya döktüğü ve oradan kurmacaya yol alan hikayeleri de sıkça izleriz. Suyun Üstü ise kendi kişisel deneyimlerinizden esinlenerek çektiğiniz bir film. Peki filmin hikayesini anlatma ihtiyacı ilk ne zaman zihninizde filizlendi ve nasıl bir süreçten geçerek bugünlere ulaştı?

Evet, dediğiniz gibi, sinema tarihinde yazar-yönetmenlerin kendi hayatlarından ilham alma geleneği var. Örneğin Truffaut’nun ilk filmi -en sevdiğim filmlerden biri!- Les quatre cents coups (400 Darbe). Kişisel hikayeler ham bir güce sahip, tanımları gereği özgünler, bir gerçeklik barındırıyorlar. Ayrıca, içinde bulunduğumuz kültürel an da kişisel anlatıları teşvik ediyor, otobiyografik esinli eserlerde bütün dünyada bir artış görüyoruz. Bu bağlamda geniş kültürel bir tartışma da var, insanların ait olmadıkları sosyo-kültürel zeminlere dair eser vermeleri hoş karşılanmıyor. Hollywood’un on yıllar boyunca beyaz, batılı erkek perspektifinden dünya hikayeleri anlatmasından sonra, bu gerekli bir değişim.

Suyun Üstü’ne dönersek, babam Deniz Harp Okulu mezunu bir denizci. Ben lisedeyken, yazları ufak bir tekne kiralayıp Ege’de yelkene çıkardık ailecek. Denizde olmak hem müthiş bir özgürlük hissi hem de tekne kaçacak yer olmayan bir alan. Fikir buradan çıktı; bir teknedeki yüzleşmeler dramatik gerilim kurmak için zengin bir temel. Merkezdeki aile dramasının üzerinden bir Türkiye resmi de çizmek istedim. Giderek muhafazakârlaşan bir toplum içinde marjinalleşen bir kesimin dinamiklerini yansıtmaya çalıştım.

suyun-ustu-6
Suyun Üstü | Fotoğraf: Aslıhan Ünaldı

Bir önceki soruyla bağlantılı olarak bir noktayı daha merak etmiyor değilim aslında. Kendi kişisel deneyimlerinizden esinlenerek belirlediğiniz o konuyu anlatmak sizin için bir avantaj mı oldu yoksa tam tersi şekilde üzerinde bir baskı mı oluşturdu?

Güzel bir soru… Aslına bakarsanız çoğu yazar-yönetmenin filmleri otobiyografik olmasa da kişisel. David Lynch mesela. Yorgos Lanthimos, Nuri Bilge Ceylan. Kafalarını kurcalayan meseleler, takıntıları, ilgi alanları, bütün filmlerinde tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Çünkü ne yazarsanız yazın ana materyaliniz kendi deneyiminiz. Oradan yola çıkıyorsunuz, üzerine hayal gücünüzü, gözlemlerinizi ve yazma becerinizi ekliyorsunuz. Orhan Pamuk’un Veba Geceleri’nde geçen, öğrencilerime sık sık referans verdiğim, bir cümlesi var: “Roman sanatı kendi yaşadığımız hikayeleri başkalarının hikayesi gibi, başkalarının yaşadığı hikayeleri de kendimiz yaşamışız gibi yazabilme hünerine dayanır.” Kişisel bir yerden çıktığınız zaman, elinizdeki işe mesafeli bakmanız biraz daha zorlaşıyor belki. Ama sonuçta ilhamın nereden geldiği çok da fark etmiyor, senaryoyu üretme süreci aynı. Bir dramaturji içerisinde işlemesi, kısa bir sürede net bir şey söylemesi lazım hikayenin.

Bir yönetmen için filminin en nitelikli üretim koşullarında çekilip post prodüksiyon sürecinin de ardından seyirciyle buluşması kuşkusuz çok kıymetli. Doğal olarak ilk uzun metrajını çeken her yönetmenin elde ettiği fonlar, bu yolculuktaki en yakın arkadaşı. Sizin fon bulma süreciniz nasıl ilerledi? Bu noktada yapımcınız Kamen Velkovsky ve ortak yapımcınız Shruti Ganguly’nin proje dahilindeki payını nasıl aktarırsınız?

Bu proje için fon arayışımız uzun sürdü, fonlaması kolay bir proje değildi. Başlangıçta Tribeca Film Enstitüsü’nden geliştirme fonu aldık ama süreç uzadıkça filmi çok düşük bir bütçeyle bağımsız olarak çekmeye karar verdim. Bunun zorlukları oldu tabii ama aynı zamanda yaratıcı kararlarımda bana tam özgürlük sağladı. Kamen ve Shruti yatırım bulmamıza yardımcı oldular ancak onların projede yer alması sadece parayla ilgili değildi. Bağımsız bir film yapmak zor ve yalnız bir yolculuk olabiliyor; bu süreçte yanınızda sizi destekleyen ve projenize inanan insanlar olması büyük bir fark yaratıyor.

suyun-ustu-9
Suyun Üstü | Fotoğraf: Aslıhan Ünaldı

Yabancılaşma ve kabullenme konularını ele aldığınız Suyun Üstü, günümüz Türkiye’sinin sosyo-politik zemininde birbirleriyle yeniden bağ kurmaya çalışan parçalanmış bir ailenin hikâyesini anlatıyor bize. Aile kurumunun son derece hassas ve kırılgan yapısı içinde “suyun altı”nda kalanların “suyun üstü”ne yol aldığı bir hikaye tasarlayıp o değişen dinamikleri dengede tutmak sizin için nasıl bir deneyim oldu?

Filmdeki dağılmış ailenin her bireyi, hem dediğiniz gibi suyun üstünde kalma gayreti içinde hem de birbiriyle bağlantı kurma çabasında. Hikaye ilerledikçe bütün karakterlerin başta göründüklerinden farklı, hatta tam zıttı taraflarının ortaya çıkmasını istedim. Aileyi, her küçük eylemin diğer bireylerde dalgalanmalara yol açtığı ve kaçınılmaz sonuçlar doğurduğu kırılgan bir ilişkiler ağı olarak tasvir ettim senaryoda. Sevgimiz ne kadar derin olursa olsun, birbirimize nasıl zarar verebildiğimizle ilgili bir film. Ama aynı zamanda birbirini kabul etmeyi ve affetmeyi öğrenmekle de ilgili. Karakterlerin hepsi kusurlu; hepsinin çelişkileri, arayışları, boğuştukları ikilemleri var. Amacım hem filmdeki karakterlerin hem de seyircinin bu zayıflıkları görmesi ve buna rağmen yargılamak yerine empati kurabilmesiydi.

Suyun Üstü’nde bir aile hikayesini izliyoruz fakat onun içinde yer alan gittikçe gerilen duygular da filmin ritmini belirleyen en önemli kaldıraç. Nitekim karakterler arasında dolanan ve her geçen dakika içinden çıkılması zor duygulara sürükleyen o düğüm, anlatıyı çatışmaların tam ortasına bırakıyor. Bu noktada filmin suyu bulandırdığını söylememiz mümkün mü?

Dediğiniz gibi, anlatıyı ilerleten unsur karakterler arasındaki çeşitli çatışmalar, düğümler ve giderek artan psikolojik gerilim.  Düğüm kelimesini kullanmanız güzel, filmde pek çok denizci düğümü atma sahnesi de var hatta filme düşündüğümüz isimlerden biriydi “düğüm”. Film sürekli olarak suları bulandırıyor çünkü çatışma bittiğinde anlatı da bitmiş oluyor. İzleyicinin yavaş yavaş ortaya çıkan sırları ve ilişkilerin inceliklerini keşfetmeye devam etmesini hedefledim. Anlatının sonunda her şeyi düzgün bir sonuca bağlamaya çalışmadım; bir ailenin hayatları boyunca biriktirdikleri tüm sorunları birkaç gün içinde çözmeleri inandırıcı olmazdı. Ama bence filmin sonunda birbirlerini başlangıçta olduğundan çok daha iyi anlıyorlar.

suyun-ustu-8
Suyun Üstü | Fotoğraf: Aslıhan Ünaldı

Hikayenin içinde yukarıda saydığımız temaların yanı sıra aile, kariyer, cinsellik gibi meseleleri üç farklı jenerasyona ait kadın karakterin gözünden de işliyorsunuz. Filmin bu çok boyutlu olan ve hikayeyi seyircinin zihninde dağıtmaya son derece müsait bir konu çeşitliliğini ortak bir paydada buluşturmayı nasıl başardınız? Anlatıyı inşa etme sürecinde nelere dikkat ettiniz?

Haklısınız, filmde oldukça fazla ve çeşitli tema var. Evlilik, cinsellik, aile sorumlulukları ve bir şeyler ortaya koyma arzusu arasında bocalamak, göçmen olmak, iki kültür arasında sıkışmak, özgürlük, adalet, sınıfsal ve sosyal yabancılaşma…

Öte yandan basit ve keskin sınırları olan bir hikaye: tek bir aileyi, tek bir mekanda, sadece birkaç gün boyunca takip ediyoruz. Hikayeyi inşa ederken karakterlere odaklandım; iki kız kardeş arasındaki ilişki filmin omurgasını oluşturuyor. Bence anlatıyı bir arada tutan şey bu; meseleleri bu karakterlerin özgün deneyimleri aracılığıyla irdelemek. Büyük sosyo-politik temalar bile, bu bir avuç karakterin özel hayatlarından oluşan mikrokozmos üzerindeki etkileri aracılığıyla ele alınıyor.

Çekimleri Göcek ve Fethiye’nin koylarında gerçekleştirilen filmin ciddi bir bölümü yelkenlide geçiyor. Ucu bucağı görünmeyen engin bir denizin üstünde yol alan o küçücük yelkenlideki çekim süreci sizin için nasıl bir deneyimdi? El kamerası ve belgesele yakın akıcı, hareketli bir dil kullanmak ister istemez ilk tercihlerinizden biri olmuştur. Bu noktada da görüntü yönetmeni André Jaeger’a çok büyük iş düşmüştür kesinlikle.

Engin denizdeki bir yelkenlide, tuzlu rüzgarı saçınızda hissetmek inanılmaz bir özgürlük hissi verse de hikaye, karakterleri kapalı bir dünyada birbiriyle yüzleşmeye zorluyor. Set deneyimi için de benzer bir şey söyleyebiliriz! Filmi 13 metrelik bir yelkenlide, ufak bir ekip ve bütçeyle, tamamen bağımsız çektik. Çekim sırasında 6-8 kişilik bir teknede en az 15 kişi oluyorduk. Kontrol edemediğimiz pek çok unsur vardı; en basiti hava ve ışık. Lojistik anlamda da kolay olmadı. Denizin ortasında o kadar insanın yeme, içme, tuvalet ihtiyaçlarını karşılamak bile mesele.

suyun-ustu-2
Suyun Üstü | Fotoğraf: Aslıhan Ünaldı

Görüntü yönetmenim André Jaeger daha önceden de beraber çalıştığım birisi ve bu projeye en başından, daha senaryo bitmeden dahil oldu. Onunla beraber kısıtlı koşulları avantaja çevirecek bir strateji tasarladık. Dünyanın en güzel, en ferah mekanlarında karakterlerin deneyimlediği iç sıkıntının, bunalım hissinin görsel yansımalarını yaratmayı hedefledik. Bunu sağlamak için de belli tercihler yaptık. Örneğin, el kamerası ve bol yakın plan kullandık ve karakterler çıkmadıkça kamerayı teknenin dışına çıkartmadık.

Filmin değinmek istediği meselelerden biri de baba karakteri Yusuf’un yazdığı siyasi içerikli bir kitap yüzünden yargılanması. Kısa bir süre önce Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ni yayımladı ve Türkiye’yi 180 ülke içerisinde 158. sırada gösterdi. Kutuplaşmanın her alanda giderek arttığı, kendi düşüncesinden olmayanın terörist (!) ilan edildiği, düşünce özgürlüğünün engellendiği, gazetecilerin sebepsiz yere suçlanıp hapis yattığı, devletin ve diğer politik aktörlerin giriştiği siyasi baskılar karşısında medyanın bağımsızlığının tehlikeye düştüğü günümüz Türkiye’sinde sizin bir sanatçı olarak düşünceleriniz neler?

Türkiye’nin güçlü bir gazetecilik geleneği var ama sizin de belirttiğiniz gibi, basın özgürlüğü konusunda endişe verici bir yerdeyiz. Çevremde Yusuf’un içinde bulunduğu çıkmaza benzer zorluklar yaşayan ve bu karakter için ilham kaynağı olan insanlar var ancak tabii ki burada herhangi bir bireyden çok daha büyük bir meseleden bahsediyoruz. Özgür basın demokrasinin temeli, dolayısıyla ülkemizde bu mesleğin baskı altında olması beni üzüyor ve korkutuyor.

Elbette bu endişe, ifade özgürlüğü kapsamındaki diğer alanlar için de geçerli. Bu filmin hazırlık ve yapım sürecinde insanların kendi kendilerine sansür uygulamaya başladığını, bazı konulardan kaçındıklarını gözlemledim. Tek bir gazetecinin, yapımcının ya da sanatçının bile hapiste olduğu bir ülkede, demokrasinin gerçek anlamda var olamayacağına inanıyorum.

Filmin oyunculuklarına gelecek olursak özellikle Nihan Aker’in baskın performansı ve onu tamamlayan Elit İşcan’ın oyunculuğunun yanında hikayede Yusuf karakterine hayat veren olarak babanız Serhat Ünaldı’yı izliyoruz. Kendisinin de ilk oyunculuk deneyimi olduğunu düşündüğümüzde ön hazırlık ve çekim süreci sizin için bambaşka bir tecrübe olmuştur hiç kuşku yok ki. Kendisiyle ilk uzun metrajınızda çalışmak, onu yönlendirmek nasıldı? Size bir avantaj sağladığını düşünüyor musunuz?

Evet, babam; Nihan Aker, Elit İşcan, Lila Gürmen, Eren Çiğdem, Nazan ve Zafer Diper gibi profesyonel ve tecrübeli oyuncuların yanı sıra yer aldı ilk oyunculuk deneyiminde. Bu aslında ikimiz için de riskli bir karardı, uzun metraj film uzun ve zorlu bir süreç. Bu işe girişmek büyük bir cesaret ister, bu anlamda babama hayranlık duyuyorum, bana güvendiği için de müteşekkirim.

suyun-ustu-14
Suyun Üstü | Fotoğraf: Aslıhan Ünaldı

Denizci olması hem karakter hem de yapım açısından büyük bir avantajdı. Çünkü babam sadece oynamadı, aynı zamanda teknenin kaptanlığını da yaptı çekim boyunca. Oyunculuk anlamında başta çekinceleri vardı tabii. Ama bir defa başlayınca sete çok güzel uyum sağladı. Bir süre sonra karaktere iyice girdi ve bana “Yusuf böyle demez, Yusuf şöyle yapar” gibi önerilerde bulunduğu yerler oldu. Bir de aralara improvizasyon baba esprileri serpiştirdi!

Beraber unutulmaz bir deneyim yaşadık çekim sırasında. Ve yaşamaya devam ediyoruz. Babamı İstanbul Film Festivali’nde Atlas Sineması’nın dev ekranında izlemek, İspanya’da izleyiciler ile fotoğraf çektirirken, Sofya’da basın sorularına cevap verirken ya da New York’ta “En İyi Oyuncu” ödülüne aday olurken gözlemlemek hem fantastik hem de harika!

İlk uzun metrajınızın ardından “Şunu daha iyi yapabilirdim” dediğiniz oldu mu veya neleri yapmamanız gerektiğini öğrendiniz?

Daha iyi olabilirdi dediğim şeylerin çoğu bütçe ile alakalı. Bunun başta gelenlerinden biri zaman. Bir dahaki sefere daha rahat bir bütçe ile çalışmayı umuyorum, kameramanımla daha uzun bir ön hazırlık süreci, sette daha fazla çekim günü, post’ta daha çok kaynak. Bu projede çekim sırasında yapımcılık da yapmam gerekti, hatta makyaj bile yaptım! Bir dahaki sefere enerjimin tamamını kameraya ve oyunculara vermek, lojistik detaylara kafa yormamak müthiş olur.

suyun-ustu-7
Suyun Üstü | Fotoğraf: Aslıhan Ünaldı

İstanbul’da doğup büyümüş, şu anda Brooklyn’de yaşayan bir yönetmensiniz. Daha dış gözle bakan biri birey olarak Türkiye’nin mevcut durumunu sosyo-politik anlamda nasıl değerlendirirsiniz? Sosyal, toplumsal veya siyasi anlamda net bir kırılma yaşandı mı yoksa kırılmanın eşiğinde miyiz?

Bu soruya genel ve net bir cevap verecek uzmanlığa sahip değilim. Filmde de değindiğim konular; kültürel, politik ve bireysel alanlarda ifade özgürlüğünün kısıtlanması, demokratik kurumların aşınması beni en çok endişelendiren meseleler. Bir de farklı sosyal kesimler arasındaki yabancılaşma. Dışarıdan baktığımda ise Türkiye’deki birçok sosyo-politik ve ekonomik problemin, Amerika ve Avrupa da dahil pek çok ülkede var olduğunu görüyorum. Biz kendi derdimizdeyiz ama bütün dünyada popülist politikalar, sağa kayış, ırkçılık, yoksulluk, enflasyon, savaş ve başka pek çok dev problem söz konusu. Bu da bana bunların çağımızın zorlukları olduğunu ve belki de sandığımız kadar bize özgü olmadığını düşündürüyor.

Röportajımızın sonlarına doğru biraz daha kişisel bir soru sormak isterim. Sinema, yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?

Sinema sihirli bir mecra. Duyguların ve metaforların soyut dili aracılığıyla, sadece kelimelerin ve görüntülerin birleşiminin ötesine geçen hikayeler anlatmamıza olanak tanıyor. İyi anlatılmış bir hikaye hem özel hem de evrensel olabiliyor. Kendi sınırlı deneyimlerimizin çok dışındaki karakterler ve hayatlarla bağ kurabiliyoruz: 1950’lerde New York’ta bir mafya babası, İtalya’da bir fahişe, 1960’larda Hong Kong’da mutsuz evlilikleri olan bir kadın ve erkek, 1800’lerde Amerika’nın güneyinde azat edilmiş bir köle… Bize çok uzak olsalar da onların neden ve nasıl hissettiklerini tam olarak anlıyoruz, kendimizden parçalar buluyoruz ve bu da kendimizi daha az yalnız ve daha az umutsuz hissetmemizi sağlıyor. Kısacası sinema bir taraftan oturduğumuz yerde ufkumuzu açıyor, öbür taraftan kendimizi başka hayatlara ve insanlığa daha bağlantılı hissetmemizi sağlıyor. Ben şahsen, sevdiğim filmler ve yönetmenler olmadan yaşayamazdım; en karanlık anlarda bana yol gösterdiler.

suyun-ustu-13
Suyun Üstü | Fotoğraf: Aslıhan Ünaldı

Röportajımızı gelecek projelerinizi konuşarak noktalayalım dilerseniz. Kariyerinizin bundan sonraki sürecine dair ufak tüyolar paylaşabilir misiniz?

Yazmakta olduğum ve heyecan duyduğum birkaç proje var, hem Türkiye’de hem yurt dışında. Bakalım hangisinin önce yolu açılacak. Umarım ki bir an önce yine sete girebilirim, özledim!

Kapak Fotoğrafı: Ferda Kolatan

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Vizyondaki Festival Filmleri