Love Lies Bleeding: Hormonlu ve Tempolu Bir Gerilim
Yönetmenlik yetenekleriyle herkesin dikkatini çekmeyi başaran Rose Glass, kendini ‘Saint Maud’ filmiyle sinefil camiasına tanıtma şansı bulmuştu. Ben de büyük bir ‘Saint Maud’ hayranı olarak bu yeni filmi iple çekiyordum. 2024 yılında adından sık sık söz ettirecek bir anlatı olarak nitelendirebiliriz Love Lies Bleeding’i. Harmanladığı kan ve şiddetin dozu öyle bir seviyede ki, Sundance prömiyerinden sonra gelen eleştirileri okuduğumuzda filmin hem bu ölçüsüzlüğü hem de yoğun bir aşk hikayesi olarak tanımlandığını görünce iyice kafalarımız karışmıştı. Kristen Stewart ve Katie O’Brian başrollerde. Bunlara ek olarak yine tüyler ürperten cinsten bir Ed Harris performansı da mevcut. Hem aşkı hem gerilimi aynı filmde eritmek isteyenler için ideal bir tercih.
ABD’nin batısındaki bir kırsal kasabasında spor salonu işleten Lou (Kristen Stewart), Las Vegas’taki bir vücut geliştirme yarışması için uzun yola çıkmış Jackie (Katie O’Brian) ile karşılaşıyor ve tabiri caizse yıldırım aşkı başlıyor. Bu çıkış noktasıyla ne derece absürd ve deneysel bir hikaye ortaya konabilir diyorsanız hiç merak etmeyin… Jackie’nin sırf parası iyi olduğu için işe başladığı yerin, Lou’nun babasının (Ed Harris) yeri olduğunu öğreniyoruz. Lou ve babası arasındaki bozuk ilişkiler, bu yıldırım aşkını hafiften baltalayacak olayların yaşanmasına sebep oluyor tabi. Filmin ilk yarısı biraz dingin, senaryo olarak da biraz hantal. Fakat ikinci yarısında toparlıyor ve temposunu yukarı çıkarıp merak unsurunu da yüksek tutarak finale kadar gidebiliyor.
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Filmde şiddetin dozu arttıkça, refleks olarak mantık ve gerçeklik aramaya başlayan izleyiciye sakin olması için bir hap veriyor yönetmen. Gerçeküstücülük hapı… Bu biraz filmin karanlık tonuyla kontrast yaratacak olan masalsı tonu oluşturan hap. Sıradan başlayan güzel bir aşk hikayesi olabilecekken, Lou’nun Jackie’ye “Al ama dozunda kullan” diye ikram ettiği yabancı maddeler, Jackie’de son derece ters tepiyor. Daha doğrusu şöyle diyelim, o kadar bağımlılık yapıyor ki, kontrolü kaybetmesi işten bile olmuyor. Fakat Jackie kontrolü kaybettikçe neler oluyor, Lou’nun hayata geçirmediği veya geçiremeyeceği bazı intikam hikayelerinin fitili ateşleniyor. İlk olarak malum beyefendinin evinde adamın tam anlamıyla ağzını yüzünü dağıtıyor Jackie. Sonrasında Lou’ya platonik şekilde aşık olan ve biraz rahatsız ediciliğiyle bizi tırmalayan kızcağızı ortadan kaldırıyor. Ama o an farkediyoruz ki bu nefret Lou’ya bile ateş edebilecek seviyeye getiriyor kendisini. Lou tüm bu olanlara rağmen Jackie’ye olan inancını kaybetmiyor. Kendisinin bağımlı hale gelmesinden ötürü sorumluluk hissedip, onu geri kazanmak için mücadelesinden vazgeçmek istemiyor.
Jackie’nin dengesizlik seviyesindeki artış ile baba karakterinin iyice tekinsizleşmeye başlaması, kendini Lou’nun yerine koyan izleyicide kapana kısılmışlık hissi uyandırıyor. Özellikle iyice iblis modunu açan babanın finalde bir haltlar yiyeceğini belli etmeye başlamasından sonra tadımız iyice kaçmaya başlıyor. Kızının kendisini tehdit etmesinin akabinde, yanından ayrılmayan paralı uşağı polis memurunu, kızını öldürmesi için salıyor. 1 saniye bile düşünmüyor. Ama Lou’nun hayatta kalma yetenekleri öyle bir raddedeki artık, evde halı içinde başka bir insan bedeni varken, üstüne bir de polis memurunu indiriyor. Devamında kendini yakalayan babasının elindense, Jackie’nin artık destanlarda anlatılan cinsten bir kahramana dönüşmesi sayesinde kurtulabiliyor. Sonuç olarak filmdeki tüm karakterler arasında hiç fena olmayan bir kimya mevcut ve kusurlarını kapatarak ilerleyen senaryonun ikinci yarısı oldukça sürükleyici.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Cambridge Day
İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’dan Gasoline Rainbow
İlk yorumu siz yazın!