Civil War: Alex Garland’dan Savaş Temalı Realistik Bir Distopya
Savaşı arka planına alan binlerce film var. ‘Civil War’ bu filmlerden bir çok yönüyle ayrılıyor. Sinema dünyasında kendine has bir kulvar açan Alex Garland’ın, Ex Machina’dan beri çektiği en iyi film olduğunu düşünüyorum. Malum, Amerika’nın iç savaş tarihi, ilerleyen yıllarda da bununla yüzleşme şekli bir çok hikaye anlatıcısı tarafından farklı yorumlanmıştır. Bu filmde de yakın gelecekte yaşanabilecek cinsten bir hikayeye tanıklık ediyoruz. ABD’de de bir kutuplaşma mevcut, film boyunca bunun sebeplerine pek de değinilmiyor, sebepten çok sonuçlara odaklanılıyor. Hatta sonuçlarını da tamamen savaş fotoğrafçılığı yapan bir grup üzerinden gözlemliyoruz. Filmin olayı bir tık mikro ölçekte ele alıyor olması, bir çok yerli mecrada “Hani nerede aksiyon?” şeklinde yorumlanmasına sebep olmuş gibi görünüyor. A24 etiketli bir işten, bir Michael Bay filmi bekleyenleri hüsrana uğratacaktır ama beklentisini doğru ayarlamış ve bu türdeki işlere heyecan duyanlar için nefis bir iş var ortada.
Düşmanı sürekli ya yabancı ülkelerde ya da uzaylılarda arayan Hollywood filmlerinin sırtına basarak kafası şöyle bir yukarı kaldıran Civil War, hikayesini olayların tam göbeğinden anlatmaya başlıyor. Savaşın sebepleri ve detaylarından daha çok, ufak bir ekibin peşine takılıp sizi de o ekipten birinin perspektifine dahil etmekten çok, ekibin bağımsız bir parçasıymışsınız gibi hissettirmeye çalışıyor. Ki bunu da çok iyi başarıyor. İsyancı ekiplerin gayet militarize bir şekilde Pentagon ve Beyaz Saray’a ilerlediği bir denklemin içerisindeyiz. Batı kuvvetleri olarak tanımlanan, California ve Texas gibi, normalde pek de aynı çizgide buluşması mümkün olmayan iki eyaletin oluşturduğu bu ‘girişim’ tüm hızıyla ilerliyor. Bunlar yaşanırken de ekibimiz ABD başkanı devrilmeden onunla görüşmek ve röportaj yapmak niyetinde. Devrik bir liderin son röportajını kendileriyle yapmış olma ihtimali ellerini ovuşturmalarına sebep oluyor haklı olarak. Bu amaç ile uzun bir yola çıkıyorlar ama yollar da pek tekin değil haliyle…
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Filmde olayların altyapısını yeterince deşifre etmeyen Garland, bu tavrıyla beni sinirlendirmedi, aksine ne anlatmak istediğine odaklandım sadece. Öğrendiğimiz şeyler, başkanın kendi halkını hava kuvvetleri yardımıyla bombaladığı, FBI kurumunu komple dağıtmış olduğu, kendi anayasasına uymadığı vesaire. Yani bunlar zaten fitilin ilk yandığı yerde alınacak aksiyonlar değil, belli ki olayların kavrulma aşamasında gerçekleşmiş. Sebeple sonuç arasında bazı puslu camları silebiliyoruz ama sebebi kökenine yine gidemiyoruz. Plemons’un hayat verdiği karakterin tansiyonu had safhaya çıkardığı “Sen ne çeşit bir Amerikalısın?” sekansı, filmin zirve anlarından biri. “Hong Kong” diyen adama “Yani Çin” diyerek düşünmeden ateş edip öldüren bir adamın elinden, ekibin ihtiyarının direksiyon kabiliyeti sayesinde kurtulabiliyorlar. O sekansın başlangıcında arabadan arabaya geçiş olayıyla başlayan gerginlik, uzun süre dinmiyor ve finaldeki operasyona kadar sürüyor.
Garland kibarca parmak sallıyormuş gibi hissettiriyor Civil War’daki dingin ve gergin anlatı. Trump düzenine de, Biden düzenine de. Uçurumun kenarına yaklaşıldığına dair sinyaller veriyor. Filmin görsel açıdan kurduğu atmosferi de çok başarılı buldum. CGI kullanılan sahneler hiç fena değil, sinematografi muhteşem, müziklerin de hakkını yiyemeyiz kesinlikle. Finalde başkanın öldürüleceği ana kadar ki her şey oldukça sürreal. Ritmi harika düzenlenmiş son ana kadar. Hatta Lee’nin kurşunlanıp devrildiği ama ufaklığın kalkıp hiçbir şey olmamış gibi başkanın öldürüldüğü anı yakalamaya gitmesi nefis bir tercih. Nightcrawler izlemiş olanlar benzer bir final kurgusu olduğunu düşünebilir hatta. Günümüz dünyasına dair harikulade nüanslar barındırdığını düşünüyorum. Özetle, taş gibi film.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Civil War
İlginizi çekebilir: Eralp Alper ‘den Love Lies Bleeding
İlk yorumu siz yazın!