Rheingold: Hakkı Pek Teslim Edilmeyen Fatih Akın Filmi
İran doğumlu, Kürt kökenli ve Alman vatandaşı olan rapçi ve illegal işler uzmanı Giwar Hajabi’nin gerçek hayat hikayesi. Hajabi kendi biyografisini yaklaşık 10 sene önce yazmış, Fatih Akın da bu hikayeden tam benlik bir iş çıkar demiş ve bu büyük çaplı filme girişmiş, hakkını da fazlasıyla vermiş. Suriye’de başlayan yolculuk, film süresince ülke ülke gezdiriyor izleyiciyi. İlk sekansta felaket şartlarda bir hapishaneye ve işkence odalarına tanıklık ediyoruz. Burada Hajabi ve arkadaşları zorlu bir sorgudan geçiyor ve Suriyeli yetkililerin tek bir sorusu var. “Altınlar nerede?” Tabii neyden bahsettiklerine dair fikrimiz olmadığı için, Fatih Akın da lafı hiç uzatmadan hikayeyi başa sarıyor ve son zamanlarda izlediğim en sürükleyici film, ivmelenmeye başlıyor.
Nostaljik bir suç filmi olmak için gereken tüm unsurları barındıran Rheingold, Hajabi’nin annesi ve babasının hikayesiyle başlıyor. İran’da babasının meşhur bir besteci ve müzisyen olduğunu öğreniyoruz önce. Son derece elit bir ortamda İranlı seküler müzikseverlere konser verdiği salonun islamcı militanlar tarafından basılması ile beraber hayatlarının akışı değişiyor. Avrupa’ya gitmek için çok zorlu yolları aşmak zorundayken, Hajabi’nin annesinin kendisini bir mağarada doğurmak zorunda kaldığı anlara bile tanıklık ediyoruz. Bunca engeli aşıp Paris’e varan aile, oradan da dönemin Batı Almanya’sının başkenti Bonn’a taşınıyor. Bonn’da göçmenlerin ağırlıklı olduğu bir mahallede kendilerine düzenli bir hayat kuran bu aile, oğulları Hajabi’nin ergenliğe girmesiyle beraber çalkantılı hayat stillerini oğullarına devrediyor…
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Babasının tüm naifliğiyle seyirciyi ikna edebilmesi ama parayı, başarıyı ve Avrupa’yı bulunca ailesini terk etmesi büyük bir şok yaratıyor seyircide. Hatta kazandığı paraları da beraberinde götürmesi, kendisine düşman kesilmemiz için yeterli doneleri sağlıyor. Onun gidişiyle beraber hem çocukluğu hapishanede geçen hem de baba figürünün eksikliğiyle ailede bu boşluğu doldurmaya çalışan Hajabi’ye odaklanıyoruz. Kısa yoldan para kazanmak için neler yapabileceğini öğrenen ergen, mahalledeki serserilere tosluyor. Fakat hemen geri vitese takmıyor, mahalleden abisinin koçluğuyla beraber amatör boksör kıvamına gelip zamanında kendisine bulaşanları tek tek ayıklıyor… Sevdiği komşu kızıyla hayatının hiçbir aşamasında bir yol katedemeyen Hajabi, mesaisinin çoğunu müziğe ve illegal işlere ayırıyor. Önce saf müzik tutkusu ile tutunmaya çalıştığı piyasada isim yapıyor, devamında yapımcı kimliğiyle para basacak bir role evrilmek için çeşitli basamakları geçiyor.
Bu işlerden kazandığı yüklü miktarın ufak bir kısmıyla Amsterdam’da meşhur bir konservatuara kaydoluyor. Uğur Yücel’in hayat verdiği Türk mafya babasıyla tanıştıktan sonra ise yine gözünü daha yukarıları dikmesi gerektiğini düşünüyor. Özellikle bar bodyguardlarıyla kafa kafaya geldiği sahneye ayrı bayıldım. Sonlara doğru her türlü çatışmanın içine girmiş çıkmış olan ana karakterin hapishanede doğru yolu bulmak için tekrar müziğe dönmesi de klişeydi ama güzeldi. Olayların gerçek hikaye olması izledikten sonra konuyu araştırma işini de ekstra keyifli kılıyor. Tabi sevdiği kızla evlenip çocuk sahibi olup inanılmaz bir evde yaşaması insanı biraz farklı duygulara savurmuyor değil. Ren altını mitini finalde kızının babasına “Neden?” sorusunu yöneltmesiyle tekrar ortaya çıkaran Fatih Akın, seyircisine bu şekilde veda etmeyi uygun görüyor. Eleştirilebilecek nokta olaraksa şunu not düşebilirim. Karakterin verdiği kararların altında yatan nedenlerin daha sağlam temellere oturtulabileceğini düşünüyorum. Filmin temposu oldukça yüksek, o yüzden bir böyle yaklaşımı kaldırabilecek gücü de var aslında, ama olsun.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Disonans
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Trap
İlk yorumu siz yazın!