Sonbahar mevsimi biz sinemaseverler için ödül sezonunun çok konuşulacak filmlerine kavuşma zamanını müjdelerken Filmekimi’nin varlığı, bu heyecanımızı daha da yukarı taşıyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 23. kez düzenlenecek Filmekimi, bu yıl “Geldi iki gözümün çiçeği” sloganıyla Paribu sponsorluğunda 4-13 Ekim’de İstanbul, 10-13 Ekim’de Diyarbakır, 17-20 Ekim’de Ankara ve 24-27 Ekim’de İzmir olarak dört şehirde yapılacak. Cannes’dan Venedik’e, Locarno’dan Toronto’ya saygın festivallerde dünya prömiyerini yapan en yeni ve ödüllü filmleri sinemaseverlerle buluşturacak sonbahar film etkinliğinde bu yıl 44 film yer alırken ben de bu yazımda kısa süre önce programı açıklanan etkinliğin öne çıkan 10 filmini sizlere önererek izleme listesini belirlemekte kararsız kalan izleyiciler için bir rehber sunacağım. Filmekimi biletlerinin Lale Kart üyeleri için 24 Eylül’de başlayacak indirimli ön satışların ardından, 27 Eylül Cuma günü genel satışa açılacağını da hatırlattıktan sonra keyifli okumalar dilerim. Filmekimi’nde karşılaşmak dileğiyle.

filmekimi-2024
Filmekimi 2024 | Fotoğraf: İKSV

Filmekimi 2024 Filmleri

Ainda Estou Aqui (Hâlâ Buradayım)

ainda-estou-aqui-hala-buradayim
Ainda Estou Aqui (Hâlâ Buradayım) | Fotoğraf: İKSV

Filmekimi seçkisinin öne çıkan yapımlarından ilki, 2012’de çektiği On the Road (Yolda)’dan bu yana ilk uzun metrajlı filmini yöneten Walter Salles imzalı Ainda Estou Aqui (Hâlâ Buradayım). Marcelo Rubens Paiva’nın kitabından uyarlanan ve 81. Venedik Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ödülünü kazanan filmde hayatın güzel olduğu, insanların plajda keyif yaptığı ve her şeyin çok rahat, hoş ve sakin olduğu Rio de Janeiro’ya gideceğiz. Ancak, yıl 1971 ve Brezilya askeri diktatörlüğün giderek sıkılaşan pençesinde eziliyor. O gün, eski milletvekili Rubens Paiva ordu tarafından gözaltına alınır, karısı Eunice de daha sonra tutuklanır. Eunice günler sonra serbest bırakılır ancak Rubens ortadan kaybolmuştur. Beş çocuğuyla ortada kalan Eunice, ailesinin paramparça oluşuyla hem aktivist hem de bir avukat ve kahraman olarak hayatını ve kendini baştan yaratmak zorunda kalır. Salles, filmiyle ilgili “Kitabı ilk okuduğumda derinden etkilendim. Benim için şahsi bir meseleydi de çünkü bu aileyi tanıyordum, Paiva’ların çocuklarıyla arkadaştım” diyor.

theMagger Banner

All We Imagine as Light (Aydınlık Hayallerimiz)

all-we-imagine-as-light-aydinlik-hayallerimiz
All We Imagine as Light (Aydınlık Hayallerimiz) | Fotoğraf: İKSV

Hint sinemasının yükselen yıldızlarından Payal Kapadia, biçimci ve yaratıcı bir belgesel olan ilk filmi A Night of Knowing Nothing (Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece)’in ardından bu kez de All We Imagine as Light (Aydınlık Hayallerimiz) ile bir kadın dayanışması hikayesiyle karşımızda. Otuz yıl sonra Cannes’da ana yarışmaya seçilen ilk Hint filmi olan ve burada büyük bir başarıya imza atarak “Büyük Jüri Ödülü”nü kazanan All We Imagine as Light, ülkesindeki toplumsal kırılmayı şiirsel bir duyarlılık ve güçlü bir görsel dille yansıtırken bir sevgi, arzu ve feminist özgürleşme öyküsü anlatıyor.

Sarsılmaz politik damarıyla da dikkat çeken film, bir şehir senfonisi gibi başlıyor. Akşam saatlerinde, Mumbai’nin hareketli sokaklarından görüntülere anonim röportajlar eşlik ediyor. Kaynağını görmediğimiz sesler benzer şeyler anlatıyor; Mumbai’de hayata tutunmanın ekonomik zorluğuna rağmen büyükşehirden kopmayı göze alamayacak oldukları… Fakat izlediğimiz bir belgesel değil; aynı hastanede çalışan üç hemşirenin, farklı kuşaklardan üç kadının hikayesi. Prabha, çalışmak için Almanya’ya giden kocasından en son bir yıl önce haber almıştır. Prabha’nın ev arkadaşı Anu, ailesinin onaylamayacağını bilse de Müslüman bir erkekle gizli ilişki yaşar. Parvaty ise kocası öldükten sonra oturduğu evden çıkartılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu hikayede gündelik hayattan kimi detaylar; mesela hamile bir kedi, yurt dışından gelen kıpkırmızı bir pilav makinesi ya da bir çay bahçesinin neon ışıkları ufak birer mucizeye dönüşüp üç kadına cesaret veriyor.

Anora

anora
Anora | Fotoğraf: İKSV

Üç yıl önce seyircisiyle Red Rocket (Kırmızı Roket) filmini buluşturan Sean Baker, bu kez de Filmekimi’nde “Altın Palmiye” ödüllü Anora ile yer alacak. Önceki projelerinde alıştığımız üzere karakterlerinin hissettiklerini tüm çıplaklığıyla, filtresiz aktaran Baker, bu kez bir eskort ile bir Rus oligarkın veliahtı arasındaki trajikomik Külkedisi hikayesini anlatıyor. Brooklyn’de kırık dökük bir apartman dairesinde oturan egzotik dansçı Anora, çalıştığı kulüpteki şovlarıyla müşterilerin gözlerini kamaştırır. Anora bir gece bir Rus oligarkın genç oğlu Vanya’yı eğlendirir, ikilinin ten uyumunu alev alev bir beraberlik izler. Ciddiye binen fırtınalı ilişkileri, kaçınılmaz olarak Vanya’nın ailesinin de dikkatini çeker. Sean Baker, hızlı kurgusu ve karakterlerine duyduğu derin sempatisinden aldığı güçle izleyiciyi gözyaşlarından kahkahalara sürüklüyor.

theMagger Banner
Advertisement

Daneh Anjeer Moghadas (Kutsal İncirin Tohumu)

daneh-anjeer-moghadas-kutsal-i%cc%87ncirin-tohumu
Daneh Anjeer Moghadas (Kutsal İncirin Tohumu) | Fotoğraf: İKSV

Son olarak dört yıl önce Sheytan Vojood Nadarad (Şeytan Yoktur) filmini izleyicisiyle buluşturan Mohammad Rasoulof, bu kez de 77. Cannes Film Festivali’nde “Özel Ödül” ve “FIPRESCI Ödülü” kazandığı Daneh Anjeer Moghadas (Kutsal İncirin Tohumu) filmiyle Filmekimi’nde olacak. Gizlice sürdürülen çekimleri sırasında “rejim karşıtı propaganda” dolayısıyla sekiz yıllık hapis cezasına çarptırılan yönetmenin yeni filmi, sembolik bir anlatı eşliğinde İran’daki teokratik rejimin insanları, özellikle de genç kuşakları ve kadınları nasıl boğduğunu anlatıyor. Zira filme de adını veren Ficus Religiosa denen bitki, tohumları kuş pislikleriyle başka ağaçlara düştüğünde, havada yetişen kökleriyle diğer ağacı sarıp öldürüyor. Film, Mehsa Emini’nin ölümü sonrasında sayısız insanın hükümeti protesto etmek için İran’da sokaklara döküldüğü günlerde geçiyor ve merkezde dört kişilik bir aile yer alıyor. Baba İman ve anne Najmeh, yıllardır rejime sadık yaşamış bir çift. İman’ın İslam Devrim Mahkemesi’nde soruşturmacı pozisyonuna terfi etmesinin ailelerine sağlayacağı ayrıcalıklardan da son derece memnunlar. Fakat biri üniversite, diğeri lise çağındaki kız çocukları bu muhafazakâr yaşamı benimsemeye niyetli olmayınca -hele ki yaşıtları ve arkadaşları sokaklarda polis şiddetine maruz kalırken- hikayenin kırılma noktası yaşanır.

Grand Tour (Büyük Yolculuk)

grand-tour-buyuk-yolculuk
Grand Tour (Büyük Yolculuk) | Fotoğraf: İKSV

Bu yılki Filmekimi seçkisinin öne çıkan işlerinden bir diğeri de, yönetmeni Miguel Gomes’e 77. Cannes Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü kazandıran Grand Tour (Büyük Yolculuk). Gomes projesini her ne kadar “klasik bir macera filmi” olarak mütevazı bir şekilde tanımlasa da Grand Tour bundan daha fazlasını sunarak alışılagelmiş kalıpları zorlamaya devam ediyor. Nitekim filmin bir yanında 1917 yılında geçen kurmaca bir yolculuk hikayesi mevcut.

Burma’da uzatmalı nişanlısı Molly’yi bekleyen devlet memuru Edward ani bir kararla evlenmekten vazgeçer ve Singapur’a giden bir gemiye atlar. Edward, Asya’da bir ülkeden diğerine geçerken, Molly de ısrarla peşinden gelmeye ve telgraflarla yolda olduğunu bildirmeye devam eder. Filmi neredeyse eşit uzunlukta iki bölüme ayıran, aynı güzergâhta seyreden ama farklı şekillerde gelişen bu yolculukların arasına ülkelerden güncel görüntüler girer. Stüdyoda çekilen kurmaca sahnelerle Gomes’in adeta bir “vlog” gibi kayda aldığı görüntüler iç içe geçer. En nihayetinde film, farklı zaman dilimleri arasında serbestçe dolaşan anlatısı, anlatıcı dış sesin kullanımı, siyah-beyaz görüntüleri ve hikâyesinden bağımsız sayılamayacak sömürgecilik temasıyla Gomes’i tüm dünyaya tanıtan Tabu’yla benzerlikler taşıyor. Emperyalizm, modernite ve hareketlilik üzerine özgün bir eleştiri sunan film, tarihi olay örgüsüne modern öğeler serpiştirerek mekân ve zamanı da kendince büküyor.

Le comte de Monte-Cristo (Monte Cristo Kontu)

le-comte-de-monte-cristo-monte-cristo-kontu
Le comte de Monte-Cristo (Monte Cristo Kontu) | Fotoğraf: İKSV

Edebiyat uyarlamalarını beyaz perdede izlemek her zaman özel bir deneyimdir. Bunun bir yenisine ise bu yıl Filmekimi’nde Alexandre de La Patellière ve Matthieu Delaporte imzalı Le comte de Monte-Cristo (Monte Cristo Kontu) ile tanık olacağız. Sürpriz komplolar, sinsi planlar, iç içe geçmiş entrikalar ve ihanetler, Hollywood’u kıskandıracak olağanüstü bir sanat yönetimi ve zengin bir dokuyla yeniden beyaz perdeye taşındığı bu film, aynı zamanda 2024’ün en pahalı Fransız filmi olarak da kayda geçti. Alexandre Dumas’nın trajedi, romantizm ve macerayla bezeli bu zamansız intikam öyküsü, 1800’lerin başında Marsilya’da, asilzadelerin ihtişamlı dünyasında geçiyor. Haksız yere on dört yıl hapis yatan Edmond Dantès (harika bir performans sergileyen Pierre Niney canlandırıyor) hapisten kaçar. Tek bir amacı vardır: intikam. Aralarında “Monte Cristo Kontu”nun da olduğu farklı kimlikler benimseyip sosyeteye sızarak düşmanlarının hayatlarını içerden mahvedecektir.

Le Deuxième Acte (İkinci Perde)

le-deuxieme-acte-i%cc%87kinci-perde
Le Deuxième Acte (İkinci Perde) | Fotoğraf: İKSV

“Gerçeklik gerçekliktir. Nokta” diyor bu filmdeki karakterlerden biri ama bu iddia bu filmde gayet gerçek dışı ve aldatıcı. Çünkü bu film gerçeklikle kurmaca ve hatta sinemasal gerçeklik arasındaki sınırları hiç çekinmeden, alabildiğine bulanıklaştırıyor. Yaratıcı komedileriyle tanıdığımız ve keyifle izlediğimiz işlere imza atan Quentin Dupieux’süz bir Filmekimi seçkisi düşünülemez. Birbirini takip eden uzun sahnelerde yaşananların hangisi “gerçek”, hangisi oyuncuların rol aldığı filmin bir parçası olduğunu kestirmenin giderek güçleştiği ilginç bir konsepte imza atan yönetmen, komediyi yine yeniden ustaca işliyor.

Filmde Florence David’e körkütük âşık. Gelgelelim David bu genç ve güzel kadına karşı bir şey hissetmiyor ve artık katlanamadığı ısrarından kurtulmak için en yakın arkadaşı Willy ile aralarını yapmayı umuyor. David’in davetsiz bir misafirle beraber geldiği yemek randevusuna Florence’ın da sürpriz bir konuğu var; sevdiği adamla tanıştırmak istediği babası… Bu dört karakterin “İkinci Perde” isimli restoranda buluşmasıysa aslında bir film sahnesinden ibaret. Başka bir deyişle, izlediğimiz bir “film içinde film”. Fakat karakterlerin restorana doğru yola çıkmasından başlayarak aksilikler peş peşe geliyor; oyuncular arasındaki sürtüşmeler, varoluşsal krizler, sahneyi berbat eden gergin figüran ve hatta bir intihar girişimi… Fransız sinemasının başarılı dört ismi Léa Seydoux, Vincent Lindon, Louis Garrel ve Raphaël Quenard’ı buluşturan film, yoğun Filmekimi maratonunun kaçırılmaması gereken mizah durağı.

theMagger Banner

The Brutalist

the-brutalist
The Brutalist | Fotoğraf: İKSV

215 dakikalık süresiyle Filmekimi’nin en uzun filmi olan ve Brady Corbet’ye 81. Venedik Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü kazandıran The Brutalist, ödül sezonunda adını sıkça duyacağımız işlerinden biri. Yenilikçi estetiğiyle çokça konuşulan eleştirmenler tarafından “göçmenlik kavramının anıtsal bir senfonisi”, “adı There Will Be Blood (Kan Dökülecek) ve The Godfather (Baba) ile birlikte anılacak bir Amerikan destanı” ve “modern sinemayı aşan bir film” olarak övülen The Brutalist, iddialı bir dönem işi. Film, İkinci Dünya Savaşı’ndan “Amerikan rüyası”nı yaşamak için ABD’ye göç eden Macaristan doğumlu, Bauhaus eğitimli Holokost kurtulanı mimar Laszlo’nun yolculuğunu ve hayat hikayesini anlatıyor. Başlangıçta yoksulluk içinde çalışmaya zorlanan Laszlo, kısa süre sonra hayatının seyrini 30 yıl boyunca değiştirecek bir kontrata imza atar. Yenilikçi kamera oyunları, dramatik yapısı, alışılmadık açı ve kadrajları, kurgusu ve sıradışı ses tasarımı, parlak oyuncu kadrosuyla hem şaşırtıcı hem de unutulmaz.

The Room Next Door (Yandaki Oda)

the-room-next-door-yandaki-oda
The Room Next Door (Yandaki Oda) | Fotoğraf: İKSV

Filmlerindeki göz alıcı renk paletiyle beyaz perdeyi adeta bir tuval gibi kullanan Pedro Almodóvar’ın yıldızlarla dolu ilk İngilizce uzun metrajlı filmi olan “Altın Aslan” ödüllü The Room Next Door (Yandaki Oda), Filmekimi’nin kaçırılmaması gereken yapımlarından biri. Almodóvar ile The Human Voice (İnsan Sesi) adlı kısa filmde birlikte çalışan Tilda Swinton bu filmde yeniden bir araya geliyor. Film iki yakın arkadaşı, yani savaş muhabiri Martha ile ünlü romancı Ingrid’i izliyor. Hastalığı ilerleyen Martha, yakın arkadaşı Ingrid (Juliane Moore) ile birlikte New England’da doğanın ortasında bir ev tutuyor. Almodóvar, filmi hakkında “Film dehşetin karşısında en iyi müttefikler olarak ölüm, dostluk ve cinsel hazzı inceliyor” diyor.

The Substance (Cevher)

the-substance-cevher
The Substance (Cevher) | Fotoğraf: İKSV

2017 yapımı ilk uzun metrajlı filmi Revenge (İntikam) ile korku türünün istismar sinemasına yakın duran örneklerine has erkek bakış açısını tersyüz eden Coralie Fargeat, yeni filmi The Substance (Cevher) ile de “body horror” alt türünü feminist bir perspektiften yorumluyor. Cannes’da büyük beğeni toplayan ve “En İyi Senaryo” ödülü kazanan film, Hollywood’u, şöhret kültürünü ve kadınların sektörde varlıklarını sürdürebilmek için uymak zorunda oldukları gerçekçi olmayan güzellik standartlarını topa tutuyor.

theMagger Banner
Advertisement

Eğlence sektöründe kadınların sürekli karşılaştığı yaş ayrımcılığı ve toksik güzellik standartları üzerine kan revan içinde bir taşlama olduğu filmde Elisabeth Sparkle, 50’nci yaş gününü kutlarken yıldızı olduğu aerobik programından kovulduğunu öğrenir. Gerekçe ise tabii ki yaşıdır. Henüz bu haberi sindirememişken beklenmedik bir teklif alır. Gizemli bir laboratuvar Elisabeth’e henüz piyasaya sürülmemiş yeni bir ürünü, benzersiz bir maddeyi denemesini önerir. Bu maddeyi vücuduna zerk ettiğinde kendi özüne, daha doğrusu en mükemmel hâline dönecektir; daha genç, daha güzel ve kusursuz bir Elisabeth. Fakat zaman içinde genç versiyonuyla yıkıcı bir kavgaya tutuşan Elizabeth, güzellik ve gençlik hayalleri için ciddi bedeller ödemek zorunda kalacaktır. Elisabeth’i canlandıran 90’ların yıldız oyuncusu Demi Moore için harika bir geri dönüş olan filmin diğer başrolleri ise Margaret Qualley ve Dennis Quaid.

filmekimi-2024-2
Filmekimi 2024 | Fotoğraf: İKSV

4-13 Ekim’de İstanbul, 10-13 Ekim’de Diyarbakır, 17-20 Ekim’de Ankara ve 24-27 Ekim’de İzmir olarak dört şehirde gerçekleştirilecek Filmekimi 2024’e dair merak ettiğiniz diğer tüm ayrıntılara etkinliğin web sitesi üzerinden ulaşabilirsiniz.

NOT: Sinema salonlarını tam kapasiteleriyle kullanmak, seanslarda olabildiğince fazla sinemasevere yer sağlayabilmek için Filmekimi biletleri bu yıl CRR dışındaki tüm salonlarda numarasız olacak. Bu yüzden seansın başlamasından 20 dakika kadar önce sinemada olmanızı öneririm.

Kapak Fotoğrafı: İKSV

İlginizi çekebilir: Eda Geven’den 28. İstanbul Tiyatro Festivali