Esra Çevik ve Çağatay Odabaş ile: "Işık. Gölge. Sahneler" Üzerine
“Sonsuz Merak” mottosuyla yola çıkarak farklı disiplinlerden sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapan Ruzy Gallery, sanatçı Çağatay Odabaş’ın “Işık. Gölge. Sahneler” başlıklı sergisini sanatseverlerle buluşturuyor. Odabaş’ın 7 yıl aradan sonra gerçekleştirdiği “Işık. Gölge. Sahneler” sanatçının sinema ile resim arasında paralellik kurarak ilhamını Caravaggio, Rembrandt ve Georges de La Tour’un ışık ve gölge oyunlarından alıyor. Sergi, antika nesneleri bir araya getirerek Odabaş’ın “sahneler” oluşturmak için kullandığı film karelerini yeniden canlandırıyor. Odabaş, her eseri bir film sahnesi olan sergisinde mumu bir metafor olarak kullanarak yaşam ve zaman kavramını ele alıyor. Bu vesileyle Ruzy Gallery’nin merak edip izini takip ettiklerini mekânın kurucusu Esra Çevik‘e, serginin oluşum sürecine dair olan unsurları da Çağatay Odabaş’a sordum.
Ruzy Gallery’nin yaşam yolculuğunu sizden dinleyebilir miyiz? Amaçlarınız hedefleriniz doğrultusunda nasıl bir yol haritasıyla sanata alan açıyorsunuz?
Esra Çevik: Görsel sanatlar, estetik ve tasarıma olan ilgim hayatım boyunca beni takip etti ve zamanla Ruzy Gallery’i kurmama vesile olan bir tutkuya dönüştü. Ayrıca Ruzy ismi kızımın adı Ruzenin’den geliyor. Bu mekânı, her yaştan insanın sanatla etkileşim kurabileceği, yaratıcı atölyelerde kendini ifade edebileceği ve edebiyat, müzik ile sinema etkinliklerinde buluşabileceği bir alan olarak tasarladım. Burada sadece resim ve heykel değil, aynı zamanda toplumsal hikâyeler, derin sohbetler ve kültürel buluşmalar da yer alacak.
“Sonsuz merak” mottonuzu açmak isterim. İnsan, her sabah uyandığında yaşamın, gündelik ve politik olanın rutinine karşı mücadele gücü devşirebilmek için merak duygusunu yitirmemeli. Şaşırabilme lüksüne sahip olmak çok önemli. Bu noktadan baktığınızda mottonuz sanatçı ve izleyiciniz için neler vaat ediyor?
Mottomuz olan “Sonsuz merak” galeri açılmadan önce doğdu ancak bugün de devam ediyor. Herkese hatırlatmak istedik ki insanı harekete geçiren güç tam da bu sonsuz merak. Merak, korkulardan daha güçlüdür ve ilham verir. Bir sanatçı için ilham, yaratıcılığın temelidir. Merak, sanatçıya rutine boyun eğmemesi ve dünyayı çok yönlü ve derinlemesine kavrayarak gerçekliği sorgulaması için güç verir. İzleyici için “sonsuz merak” her sanatçının ve her eserin beklenmedik duygular ve düşünceler uyandırabileceği bir yolculuğa davettir. Bu, kendine hayret etme şansı tanıyarak ve kendi algısını genişleterek sanatı kalıplardan uzak bir şekilde deneyimleme fırsatıdır. Buna bağlı olarak, mottomuz izleyiciyi yeni deneyimlere ve keşiflere açık kalmaya teşvik ediyor.
Farklı disiplinlerden sanatçıların koleksiyonlarının sergilenmesi dışında başka ne gibi üretim alanları yaratıyorsunuz?
Sergi programımıza paralel olarak yürüttüğümüz çalışmalardan biri de Ruzy People topluluğu. Bu, sanatı ilgi duyan insanları bir araya getirmekten öte, kaliteli koleksiyonculuğun gelişmesine katkıda bulunan ve çağdaş sanattaki yeni isimler ve trendler hakkında ilgiyi destekleyen, benzersiz bir koleksiyoncu topluluğudur. Ruzy People’ı sanat ve kültüre olan tutkusunu paylaşan insanlar için deyim yerindeyse yuva haline getirmek istiyoruz. Planladığımız network etkinlikleri, sanatçı söyleşileri, eğitim seminerleri ve konserler sayesinde Ruzy People üyeleri deneyimlerini paylaşabilecek ve sanat piyasasındaki güncel trendler hakkında daha fazla bilgi edinebilecekler. Aynı zamanda bu program, yeni başlayan koleksiyoncuları desteklemeyi ve teşvik etmeyi amaçlayarak onların sanat piyasası ve bileşenleri hakkında bilgilerini derinleştirmelerine yardımcı olmayı hedeflemekte. Bir diğer alan ise Ruzy Galeri’nin danışmanlık hizmetleri. Hizmetlerimiz; kurumsal danışmanlık, ayrıca özel ve restorasyon danışmanlığı ile ilgili hizmetleri kapsıyor. Bu alanda da yenilikçi ve zamansız projeler ile sanatseverlere profesyonel destek sunacağız.
Sergi planlaması konusunda dikkat ettiğiniz unsurlar neler?
Sergi planlaması çok ilginç bir süreç; bir finansçı olarak bunu hisse senedi borsasındaki dalgalanmalara benzetebilirim. Dünya çapındaki sanat trendlerini ve sanat piyasasının gelişimini takip ediyor, yerel sanat piyasasıyla paralellik kuruyoruz. Galerimize hangi yenilikleri getirebileceğimizi ve gelecekte uluslararası izleyiciyle neler paylaşabileceğimizi araştırıyoruz. Ayrıca insanların ruh hallerini, ülkedeki ekonomik ve politik durumu dikkatle izliyor, Ruzy’nin zevkine ve ekibimizin deneyimine dayanarak nitelikli çağdaş sanatı sunmada güncelliğimizi korumaya çalışıyoruz. Önemli bir diğer faktör ise sanatçı veya sanatçılarla kurulan birebir temas. Başarılı bir proje yaratmak, sanatçı ve galeri arasında tam bir anlayış gerektirir. Bu, ortak bir çalışma ve karşılıklı güven demektir.
Gelecek sergi programlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz? Neler göreceğiz Ruzy Gallery’de?
İlk sergi yılımızı, genç sanatçılar ile Türkiye’deki izleyiciye zaten tanıdık olan isimleri bir araya getiren bir grup sergisiyle tamamlamayı planlıyoruz. Tüm detayları açıklamak istemiyoruz ancak bu serginin ana fikri izleyicilere sıcaklık ve ışık dolu bir atmosfer sunmak. Genellikle olumsuz odaklı olan toplumsal ruh halini gözlemleyerek yılın son haftasında gerçekten önemli olanı — sevgiyi getirmeyi amaçlıyoruz. Bu duyguyu hayalperestlik ve masalsılık prizmasından aktararak paylaşmak istiyoruz. Ayrıca, 2025 yılı için de yoğun bir hazırlık içerisindeyiz; bu yılın hem sergiler hem de sanatsal işbirlikleri gibi uluslararası projelerle dolu olmasını planlıyoruz. Buna ek olarak, bir sanat fuarına katılmayı da hedefliyoruz.
“Işık. Gölge. Sahneler” sergisi fikrinin aklınıza düştüğü ilk anı merak ediyorum. Aklınızda ve içinizde nasıl bir ışık yandı, fikrin gölgesinde onu olgunlaştıracak hangi fikirler vardı?
Çağatay Odabaş: Her şeyin doğuşu küçük bir mum resmi ile başladı. Hatta bu resim, sergide mevcut. Dead Poets Society’nin en başındaki mum sahnesinin üzerinde çalışıyordum. Bu küçük bir resim olmasına karşın çok uzun seanslarda bitirdim. Her bir seans içinde bu eseri aşama aşama izledim. Bazı seanslar sadece onu seyretmekle geçti. Bu uzun süreç içinde mumun ve ışığının derinliği, sinema dünyasındaki yeri, ardındaki hikâyeler ve insan yaşamına olan benzerliği beni daha çok ona bağladı ve bunu bir sergi olarak, bir deneyim olarak izleyiciye sunmam gerektiğini düşündüm.
Serginizde mumu, zamanın simgesi olarak yeniden yorumluyorsunuz. Zamanın kendisi sizin için nedir? Zamana uyumlu musunuzdur?
David Fincher sinemada zaman içindeki insan davranışlarını irdeleyen efsane bir yönetmen bence. Fincher’ın da belirttiği gibi zaman kavramının davranışlarımızı ve zamanı kullanış akışımızı nasıl etkilediği verdiğimiz kararlar doğrultusunda olabilir. Bu açıdan baktığımda hayatımda verdiğim kararlar ile hem zamana eşlik etmeye çalışıyorum hem de onu doğru kullanmaya. Çünkü onu bir defa daha değerlendirme şansımız olmuyor.
Mekân; zamanın soyut soluğunu somut olarak hissedebileceğimiz ve onu bir köşeye sıkıştırıp anlamına bakabileceğimiz yerdir. Yaşam ve zaman kavramını irdelediğiniz serginizin hazırlıklarında zihninizde kendinize yarattığınız bir mekân algısı var mıydı?
Benim bu sergideki mekân algım resimlerde dondurduğum anlık karelerden oluşuyor. Resimlerimdeki her bir mum veya figür içinde bulunduğu filmin akışkan zaman dilimindeki anlık bir görüntü. Ben onu dondurup tuvale yansıttığım zaman kendi mekânı, kendi dünyası ile tuval üzerinde izleyicinin karşısına çıkıyor.
Sinema ile resim arasında paralellik kurarak ilhamınızı Caravaggio, Rembrandt ve Georges de La Tour’un ışık ve gölge oyunlarından alıyorsunuz. Birbirleriyle dirsek temasında olan iki sanat disiplininin yaratım sürecinde size sağladığı olasılıkları anlatabilir misiniz?
Sinema tarihindeki bazı çok iyi yönetmenlerin çok iyi resim yapabildiğini biliyor muydunuz? Bu bağlamda baktığımızda Caravaggio, Rembrandt, Rubens veya benzerleri tıpkı bir yönetmen gibi davranmışlar farkında olmadan. Yarattıkları sahneler, anlar, dondurdukları zaman dilimi aslında hareketli görüntü olan sinema ile büyük benzerlik kurmakta. Benim derdim ise geçmiş geleneksel sanat uygulaması ile günümüz sinemanın görselliği arasında bir yerde. Saniyede 24 karelik akışkan bir deneyim olan sinemanın içinden bir anı çıkarıp onu tıpkı eski dönemlerdeki bir ressamın tarihi bir savaş sahnesini veya dini bir mucizeyi dondurup resimlemesi gibi resimliyorum. Sinema size akışkan bir görüntü bütünlüğü sunarken ben içindeki anı sizinle paylaşıyorum.
Ingmar Bergman “Sinematografi insan yüzüdür.” diyor. İnsanın yüzüne düşen ışık; bir duygunun, hissin ve yaşanmışlığın izini belirginleştiriyor. Gölgeler ise gizli karanlık yanlarımızın ve içimizde tuttuklarımızın yansıması olarak bazen arkamızdan bazen önümüzden bizi takip ediyor. Bazen de yanı başımızda bizim farkında olmadığımız bir zemin yönlendiricimiz oluyor. Hayatımızın sahneleri bu şekilde meydana geliyor. İnsan yüzüne ve yaşamına mum ışığının yarattığı ışıktan kurmaca bir evren üzerinde baktığınızda neler gördünüz?
Bergman burada görüntü ve görüntünün verdiği derinlik üzerine bu sözü söylemiştir. Ama bunu yıkan veya tercihleriyle izleyiciye başka deneyimler sunan yönetmenler de olmuştur. Ben ise figürün ifade edilmesinde gözler üzerinde daha çok durmayı tercih ediyorum. Gözler ve bakışlar resimdeki figür ile izleyicinin bağını kurmasındaki kilit noktalardan biri. Figürlü kompozisyonlarımda seçtiğim sahnelerde, demin bahsettiğim dondurduğum anlarda bakışlar üzerinde daha fazla odaklanıyorum. Bu bağ bazen gözlerin kapalı olduğu bir sahnede de karşımıza çıkabiliyor. Ama bu sergide çoğunlukla mumları ve ışığını tek olarak tercih ettim. Bu ışığın bir figür üzerindeki etkisinden ziyade kendi üzerindeki etkisini irdelemek istedim.
Sinemanın kült filmlerini yeniden hatırlatıyor ve mum ışığının aydınlatmasıyla izleyicilere bir filmin ana kahramanı olma fırsatı sunuyorsunuz sergide. Modern zamanda başkalarının bakışından sıyıramadığımız hikâyelerimizde her gün biraz daha kahraman ya da biraz daha silik bir ize sahip stereotype olabiliyoruz. Siz hangi filmin kahramanı olmak isterdiniz?
Michael Haneke ve David Fincher en sevdiğim yönetmenler. Fakat onların filminde bir kahraman olmak çok zor. Yoğun bir duygu bombardımanı adeta. Ama bu sorunuzun müthiş bir cevabı var bende. Back To The Future’daki Marty McFly olmak isterdim. Hem zaman içinde inanılmaz bir macera içindesiniz hem de zaman kavramının deneyimini yaşıyorsunuz. Daha ne olsun?
Mumu, zamanın simgesi olarak yeniden yorumluyor; şekli değişmeyen ama yanışı her defasında benzersiz olan bu simge, insan yaşamının tekrarsızlığını yansıtıyorsunuz. Sonunu bildiğimiz yaşamın içinde bu tekrar edilemeyecek olma hissiyatı, yaşama karşı duruş gösterme konusunda fazlaca şey söylüyor. Kendi gerçeğimiz ile yaşamın hakikati arasında olan mesafeyi sanatla, bir üretimle anlatmak / yaşamak sizin için ne ifade ediyor?
Mum, ışığıyla insan yaşamındaki deneyimlere işaret ederken aslında şekli de değişiyor. Tıpkı insan gibi. Yeni yaktığınız bir mum genç bir bedeni temsil ediyor. Işığı ve ateşiyle deneyimleri doğrultusunda eriyerek bedeni de eriyor ve değişiyor. En sonunda ise yok olup belki başka bir yaşama gidiyor veya sonlanıyor onu bilemeyiz. Sergiye baktığımız zaman 60 adet eser var. Bunların hepsi birbirinden farklı yaşamları, insanları temsil ediyor. Hepsinin kendi içinde bir hikâyesi, zaman döngüsü ve görüntüsü var. Bu eserlerin hepsi bir sunumla izleyiciye bir yaşam deneyimi sunarken hepsi tek tek incelendiğinde de ayrı bir deneyim ile karşısına çıkıyor. Belki bu mumların sembolize ettiği her bir insan benim hayatımdaki insanlar olabilir. Eğer bu şekilde bakacak olursak bu sergi benim yaşamımın sinematografik bir özeti olarak da yorumlanabilir.
“Işık. Gölge. Sahneler”, sanatçının zamanın akışını ikonik sinematik sahneler aracılığıyla keşfettiği kişisel bir proje. Odabaş, eserlerinde mumu, zamanın simgesi olarak yeniden yorumluyor; şekli değişmeyen ama yanışı her defasında benzersiz olan bu simge, insan yaşamının tekrarsızlığını yansıtıyor. Eserlerinin hikâyelerinde mum ışığını bir kahraman olarak kullanan Odabaş, karakterleri sahneden çıkararak, onları görmemizi sağlayan ışık unsurunu ön plana çıkarıyor. Sergi, sanatseverlere sinemanın kült filmlerini yeniden hatırlatıyor ve mum ışığının aydınlatmasıyla izleyicilere bir filmin ana kahramanı olma fırsatı sunuyor. Odabaş’ın kendine özgü tekniğiyle gerçekleştirdiği eserler ekran dokusuna referanslar göndererek eserlerindeki sinematografik unsurları güçlendiriyor ve gerçekçi görüntüler yaratan bir üslup yansıtıyor. “Işık. Gölge. Sahneler”, sanatçının yedi renk paletini kullanarak tuvallere piksel tarzında uyguladığı yaklaşık 60’ı aşkın yeni eserini kapsıyor. Serginin dikkat çekici bir yanı ise koleksiyonunun yenileniyor olması. Odabaş’ın sergide yer alan sanat eserlerine ek olarak farklı eserleri de sergi süresince koleksiyona dahil olacak. Sanatseverler böylece bambaşka bir sergi deneyimi yaşayacak. Sergi 25 Aralık tarihine kadar Ruzy Gallery’de ziyaret edilebilir.
Kapak Fotoğrafı: Ruzy Gallery
İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Melis Golar ile Yer Duygusu Sergisi Üzerine
İlk yorumu siz yazın!