Burçin Akgün Ünaldı (Styleboom) ile: Kariyer Yolculuğu Üzerine
Burçin Akgün Ünaldı’nın hikâyesi, dijital dünyada içerik üretmenin ötesine geçerek, ilham veren bir yaşam biçimini yansıtıyor. Türkiye’nin ilk moda blogunun kurucusu, akademisyen, sosyal medya uzmanı ve sürdürülebilirlik savunucusu olan Ünaldı, genç içerik üreticileri için bir yol haritası niteliğinde. Onun vizyoner bakış açısı, tutkusu ve değerlerine bağlılığı, bu alanda kalıcı bir etki yaratmak isteyen herkes için bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Burçin Akgün Ünaldı’nın kariyerinde en dikkat çeken özelliklerden biri, sürdürülebilirliğe olan bağlılığı. Moda endüstrisinin çevresel, toplumsal ve ekonomik boyutlarını ele alarak, sürdürülebilirliği bir trend olmaktan çıkarıp bir yaşam biçimine dönüştürmeye çalışıyor. İşbirliği yaptığı markaları seçerken de bu değerlere sadık kalıyor. “Benim için sürdürülebilirlik bir reklam terimi değil, bir yaşam felsefesi,” diyen Ünaldı, içeriklerinde bu konulara özellikle vurgu yapıyor.
Sosyal medyayı yalnızca kişisel başarı için değil, topluma fayda sağlamak için de kullanan Ünaldı, sorumluluğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Etkileyici olmak, toplumsal konularda bir değişim yaratma gücüne sahip olmak demek. Bu gücü, sosyal sorumluluk projelerine destek olmak ve farkındalık yaratmak için kullanmamız şart.”
Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Bize eğitim hayatınızdan, kariyer yolculuğunuzdan ve sizi bugünkü başarılı kariyerinize taşıyan dönüm noktalarından bahsedebilir misiniz?
Türkiye’nin blog ekosisteminin ilk isimlerinden olduğum için o dönem bizler genelde bir nickname ve avatar ile ikincil bir kimliğe sahiptik. Beni de bu sebeple çoğu kişi @styleboom olarak tanıyor, ismim Burçin Akgün Ünaldı. Lisans eğitimimin sonlarına doğru akademik kariyer yapmaya karar verdim. ODTÜ İstatistik bölümünden lisans ve yüksek lisans, ODTÜ Ekonomi bölümünden doktora derecesini aldıktan ve yurtdışı araştırma çalışmamı tamamladıktan sonra yine önce ODTÜ’de daha sonra evlilik sebebiyle taşındığım İstanbul’da çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak akademik kariyerimi sürdürürken, Türkiye’de moda sektörü ve endüstrisi hakkında dijital bir içerik yaratma amacı ile 2008 Aralık ayında Styleboom ismi ile Türkiye’nin ilk moda blogunu kurdum. O dönem kadın blogları daha çok yemek, DIY projeler ya da ünlüler üzerineydi; modayı bir kültür ve ekonomi olarak ele alan yerli bir blog hiç yoktu.
Biraz da bunu düşünerek ve bu blog aracılığıyla sadece trendlere ve giysilere değil bir yandan moda kültürüne ve ekonomisine değinen, bir yandan bir stil yaratmada yardımcı olacak içeriklere sahip bir blog kurguladım. Twitter henüz Türkiye’de yoktu bile! Sadece bloglar bir yenilikti ama henüz yolun başındaydı. Bu sebeple ilk dönüm noktasını 2010’da Twitter’ın Türkiye’ye girişi olarak söyleyebilirim, çünkü biz blog yazarlarına içeriklerimizi 140 karakterle daha hızlı ve daha çok kişiye ulaştırma imkanı tanıdı. İlk ulusal moda haftasında aktif rol alarak moda bloglarının basın akreditasyonu için adımlar attım, uluslararası konferanslarda sosyal medya ve küçük işletmeler ile ilgili seminerler verdim, pek çok dergi ve gazetede makaleler yayınladım. Tüm bunların yanında akademideki görevlerime devam ediyordum. Diğer ve esas dönüm noktası olarak niteleyebileceğim sene 2013 Nisan’da oğlumun doğumu ve doğum iznimle oldu. Çocuklu hayatta birkaç ay geçirip işe dönme zamanın geldiğimde hem aileme hem işime hem Styleboom’a hakkını verebilecek kadar zaman yaratamamaya başladım. Bu noktada ilk vazgeçilecek olan büyük ihtimalle blogum olacaktı ancak ben –ekonomideki uzmanlığım da forecasting/öngörüleme olduğundan olacak- sosyal medyadaki potansiyeli hissediyor, blogdan vazgeçmek istemiyordum. Bu noktada risk aldım ve akademideki işimi yarı zamanlıya çevirerek blog içeriklerime daha fazla zaman yaratmaya ve sosyal medya projeleri üretmeye odaklandım. Hem oğluma hem öğrencilerime hem de yeni medyaya bu şekilde zaman yaratabildim. İyi ki de bu kararı vermişim.
Bu süreçte karşılaştığınız zorluklar nelerdi ve bunları nasıl aştınız?
İlklerden olmanın verdiği tüm zorlukları yaşadım diyebilirim. Bir de bu öyle bir ilk ki, o sırada benzeri de yok. İçerik üreticiliğini bir mesleğe çevirmek, bir değer görmesi gerektiğini anlatmak, içerdiği emeği değerlemek için doğru modelleyebilmek gibi çetrefil zorlukların yanında “blog” ne demek, sosyal medya nedir, etkisi neden güçlüdür, nasıl ölçülür gibi konuları da sıfırdan anlatmak kolay olmadı. Metin yazarlığı, editörlüğü, fotoğrafçılığı, arka plandaki detayları hepsini bir başına üstlendiğimiz –şimdiki gibi ekiplerle ilerletmediğimiz- hamallık dönemiydi o dönemler. İnsanların genel eğilimidir biliyorsunuz, bilmediğin şeyden korkarsın, bu açıdan markalar bize çok tedirgin yaklaşıyordu haklı olarak, o duvarı aşmak başka bir mücadeleydi çünkü yine o dönem dijital ajans diye bir şey yoktu arada köprü olabilecek. Bir başka zorluğu geleneksel basınla yaşadık; alanlarının gasp edildiğini, artık yalnız olmadıklarını ve büyük bir yeniliğin hızla geldiğini anlayınca her anlamda kaybedilecek bir savaşa çevirdiler başta konuyu, sonra onlar da dijitalleşmek durumunda kalınca daha kapsayıcı oldular. İşin hem en tatlı hem en zor kısımlarından biri ise zaten bizim alametifarikamız olan takipçi ile interaktif ilişkiyi devam ettirebilmek, yorumlara, sorulara, isteklere tek tek dönmek.
Bir influencer olarak ilham aldığınız kişiler veya kaynaklar var mı?
Ben baktığım her şeyde ilham arayan biriyim. Okuduğum kitaplar, dönem dergileri, sinema, güzel sanatlar hepsi bana içeriklerimde ilham veriyor. Kimlerdenin cevabı ise zamansız bir stil yaratabilmiş, ikonik isimlerden; aktivistlerden ve özellikle Li Edelkoort, Vivienne Westwood gibi aykırı zihinlerden ilham alıyorum.
Sürdürülebilirlik sizin için neden bu kadar önemli? Bu değeri iş hayatınıza nasıl yansıtıyorsunuz?
Sürdürülebilirlik benim için hep hayatımda olan bir kavramdı, hem ekonomist olarak hem bir dünya vatandaşı olarak. Benim için bu kadar önem kazanmasının sebebi “trend”e dönüşüp, içinin boşaltılması, bir reklam kelimesine dönüştürülmesiyle oldu. Sürdürülebilirlik kelimesi tam olarak ne ifade ediyor bunu gerçekten öğrenmemiz önemli. Çoğu kişi için bu kelime çevre dostu, doğaya saygılı olmakla eş anlamlı oysa sürdürülebilirlik çevresel olduğu kadar ekonomik ve toplumsal ayakları da kapsıyor ve ancak bu üçünün kesişim kümesiyle ortaya çıkabiliyor. Sürdürülebilirliğin böylesi eksik ve sahte anlatımı, yeşil aklamaya araç edilmesi beni o kadar rahatsız etti ki içeriklerimde bu konuyu daha üstüne basarak anlatmam gerektiğini hissettim; çünkü bu öyle basit bir sahtecilik değil zira bedeli çok yüksek ve bu bedel tüm gezegence ödeniyor.
Marka işbirliklerinizi nasıl seçiyorsunuz? Bir marka veya ürünle çalışmaya karar vermeden önce ne tür etik ve sürdürülebilirlik kriterlerine dikkat ediyorsunuz?
Her influencer bunu söyler ama önceliğim kullandığım/deneyimlediğim ve gerçektan hayatıma aldığım/alabileceğim bir marka olması. İkinci olarak tam da bahsettiğiniz gibi marka algısı kadar markanın gerçeklerinin de benim etik değerlerimle, sürdürülebilirliğin tüm ayaklarıyla içime siniyor olması. Son olarak da ben anlık ya da kısa vadeli değil markayla da bağ kurduğum, sadece ürününü değil hikayesini ve ruhunu da takipçime aktarabileceğim, uzun yıllar çalışabileceğim ve yol arakadaşı olabileceğim markaları tercih ediyorum.
Takipçilerinize sunduğunuz içeriklerde nasıl bir filtre uyguluyorsunuz? İçeriklerinizin doğruluğunu ve güvenilirliğini nasıl sağlıyorsunuz?
Bunun için ekstra bir çabam yok; belki ilk ve eskilerden olmanın verdiği o eski Türkiye etiği benim filtremdir. Akarken doldurayım, nasılsa unutulur, dün dündür bugün bugündür mantığı bende hayatımın hiçbir alanında yok, o yüzden içeriklerimde de yok.
Kariyerinizde kazanç ve değerler arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Sadece kazanç sağlayacak işbirliklerine “hayır” dediğiniz oldu mu?
Benim kariyer hikayem “evet”den çok “hayır”a sahip ve bundan da çok mutluyum. Örneğin beni temsil eden ajansım Kasım ayı boyunca gelen her teklife bana sorma ihtiyacı bile hissetmeden olumsuz döner çünkü bizlerin en çok kazanç sağladığı bu “EFSANE SÜPER HİPER KASIM“lar benim prensiplerime ve inandığım her şeye tümden aykırı. Benim için en büyük kazanç 17. yılıma girerken hala takipçilerimin ve markalarımın gözünde güvenilir, bir içerik üretici olarak da kaliteli ve sahici kalabilmek.
Kendi hayatınızda sürdürülebilirliği nasıl uyguluyorsunuz? Günlük hayatınızda hangi çevreci alışkanlıklarınız var?
Önceliği mutfağa ve gardrobuma veriyorum çünkü her ikisi de aşırı tüketime ve atığa çok açık alanlar. Mümkün olduğunca gıda israfını önleyecek bir mutfak programı uygulamaya çalışıyorum. Termos, market çantası, çöp ayrıştırma, gerektiğince toplu taşıma gibi klasik ve klişe ama bence çok zaruri alışkanlıklarım var. Gardrobumu zaten tamamen sürdürülebilir prensipler üzerine kurguladım. Bunun dışında yereli özellikle yerel kadın girişimleri destekleme, zorunlu alışverişlerimde kargo ve karbon ayak izine dikkat etme gibi daha ayrıntılı konuları da önemsiyorum.
Sosyal medyada içerik üretirken topluma katkı sağlamayı nasıl hedefliyorsunuz? Bilinçlendirme, farkındalık yaratma ya da sosyal sorumluluk projeleri açısından nasıl bir misyon üstleniyorsunuz?
Daha önce bahsettiğim gibi ilk moda bloglarından biriyim ve birinci nesil olarak bizler – o dönem bir avuç kişi olmamıza rağmen- etki alanımızı farkedince ilk iş kolları sıvayıp “sorumlu blog” isimli bir hareket ve platform oluşturmuştuk. Bence biz kendimize “influencer” dedikçe bu kelimenin ağırlığını pek farkedemiyoruz, “etkileyici/etki eden” demek influencer. O halde etkileyiciliğimizi farkındalık yaratma, toplumsal konularda değişim dalgası oluşturma ve sosyal sorumluluk taşıma için de kullanmamız şart diye düşünüyorum. Hiçbir toplumsal konuda sessiz kalmamak ve fikrimi beyan etmek benim önceliğim çünkü inanın bu kadar basit bir şeyden bile korkan bir çoğunluk var aramızda. Bunun dışında üniversite yıllarımdan beri aktif bir sivil toplumcuyum, pek çok dernekle aktif ve sahada çalışmalarım var. Influncer kimliğimi bu dernekler ve STKlara fayda yaratacak şekilde de kullanıyorum; takipçilerimi aksiyon almak, sivil toplumda rol almak, gönüllü ya da bağışçı olmak konularında daima etkilemeye çalışıyorum.
İçeriklerinizi oluştururken nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz? Örneğin, işbirliklerine başlamadan önce markalar hakkında araştırma yapıyor musunuz?
Sürdürülebilirlik içeriklerimde olsun, stil ve moda içeriklerimde olsun en iyi bildiğim konularda bile mutlaka araştırma yapar, görseller toplar, moodboardlar oluştururum; işbirliği yaptığım markalar hakkında da kuruluş hikayesine kadar araştırırım. Bunun dışında işbirliklerimin çoğunun projesini, kurgusunu kendim yazıyor ve bu noktada serbestlik talep ediyorum. Çekimler için ise styling’ten ambiyansa mekana her şeye yine ben karar verip hazırlanıyorum. İçeriğin gördüğünüz son haline hayat veren en büyük yardımcım genellikle Ertuğrul Taban olmak üzere fotoğraf ve video ekibim; detaylarda bana asiste eden ise menajerim Furkan.
Geri dönüşlerden nasıl etkileniyorsunuz? Takipçilerinizin yorumları ve görüşleri, gelecek stratejilerinizi nasıl şekillendiriyor?
Aslında ben genel olarak çok planlı ve net biriyim o yüzden yolum ve tarzım yorumlarla çok değişmiyor ancak şöyle güzel bir şey var; bazen bir çemberin içinde olunca sanki herkes o çemberi senin kadar iyi biliyor yanılgısına düşüyorsun ve bu kadar basit bir şeyden içerik çıkmaz diyorsun, oysa herkes o çemberin içinde değil. Bu noktada takipçilerimin özellikle sürdürülebilirlik ve stil yaratma üzerine olan talep ve istekleri bana içerik anlamında harika fikirler veriyor.
Ailenizle olan ilişkiniz iş hayatınıza nasıl yansıyor? Ailenizden veya özel hayatınızdaki kişilerden işinize dair ilham aldığınız noktalar var mı?
Eşim bu yola girerken benim en büyük destekçimdi, sonradan biraz pişman olmuş olabilir ama hala desteğini hissediyorum. İşime dair daima olumlu/olumsuz eleştirilerini yapar, öneri ve bazen de yaratıcı fikirleri ile ilham verir.
İş hayatınız ile özel hayatınızı dengelemek zor olmuyor mu? Sosyal medyanın yoğun temposunda bu dengeyi koruyabilmek için nasıl bir yol izliyorsunuz?
Sosyal medyayı hala ilk çıktığı zamanlar gibi kullanıyorum ben, hayatımı 7/24 paylaşmıyorum; ailemi oğlumu nadiren paylaşıyorum; evimi ve özelimi de keza aynı şekilde. Ne yabancı kalacak kadar ne de her şeyi herkesle yaşayacak kadar… Dozunda diyelim. Bu bana daha ayakları yere basan ve gerçek geliyor. Özellikle hikaye/story güncellemesi ile bence bu dengeler çok sarsıldı; beni de bir noktada olumsuz etkiledi çünkü takipçi aslında bunu istiyor, her anını paylaşmanı, sürekli onlarla konuşmanı, deneyimlerinin tamamını onlarla yaşamanı; ama bana uygun bir yol olmadığından ben pek tercih etmiyorum. Anlatmaya, göstermeye değecek; ilham verecek bir şey varsa seve seve tekrar tekrar paylaşıyorum; link sistemleri içinde olmadığım için de storylerde fazla paylaşım yapmam gerekmiyor.İşin getirdiği fiziksel yoğunluğu ise açıkçası özellikle İstanbul’da uzun mesailerde çalışan kadınların temposundan farklı olduğunu düşünmüyorum. Hepimiz yazık ki bu düzende hem meşgul ve yoğunuz; kendi huzurumuz için de kendi dengemizi bulmalıyız.
Özel hayatınızda sizi en çok mutlu eden şeyler neler? Özellikle doğayla vakit geçirme, hobileriniz veya günlük rutininizde öne çıkan değerli anlarınızı paylaşabilir misiniz?
Beni en çok şehri köşe bucak gezmek, galerilere girmek, hikayeler dinlemek, hafta sonları mutlaka ağaçla çiçekle toprakla olabileceğim rotalar bulmak, sık sık seyahate çıkmak mutlu ediyor. Yalnızlığı da seviyorum, o yalnız anları yaratmayı da; kafa dengi arkadaşlarımla planlar yapmayı da. Herhalde birincil hobim öğrenmek, ben öğrenme sevdalısı bir insanım; sürekli olarak ya seminer ya eğitim ya da kurslardayım, yoğunluğuma göre bazen online bazen yüz yüze olanları tercih ediyorum. Bunun dışında okumak, bale izlemek ve botanik çizim yapmak diğer hobilerim. Sabah 10.00 kahvem ve çikolatam ise vazgeçilmezim.
Kapak Fotoğrafı: Burçin Akgün Ünaldı – instagram.com/styleboom
İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan Dilek ve Sanem ile: Sürdürülebilir Moda Lisanı Üzerine
İlk yorumu siz yazın!