Derya Yücel ile: "Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir" Üzerine
Güncel sanatın ritmini yakalayan, farklı kuşakları cesur temalar altında buluşturan Nilüfer Belediyesi, yeni bir duo sergiye ev sahipliği yapıyor. Derya Yücel küratörlüğündeki “Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir” isimli sergi, Yüksel Arslan ve Erinç Seymen’in yapıtlarını Bursa’da yer alan Nâzım Hikmet Kültürevi’nde bir araya getiriyor. Sergiyi küratörü Derya Yücel’den dinleyelim.
İki farklı kuşak sanatçıyı bir araya getirme pratiğin ile daha önce de karşılaşmıştık. Ferruh Başağa ve Defne Tesal’ın çalışmaları yine Nilüfer Belediyesi’nde “Böyle Rüyadaymış Gibi” başlığıyla karşımıza çıkmıştı. Bu alıştığımız sergilerden farklı bir kurguyu ve iki sanatçı arasında daha önce denk gelmediğimiz bir diyaloğu beraberinde getiriyor. Küratöryel pratiğinde bu çalışma yöntemi senin için nasıl bir deneyim ve süreç nasıl ilerliyor?
Küratöryal bir yöntem olarak duo (ikili/düet) sergileri ve bu ikili karşılaşmaların yarattığı çarpışmaların potansiyelini önemsiyor ve paylaşmaya çalışıyorum. Uzun zamandır bu bağlamda çok sayıda sergi kürasyonu gerçekleştirdim. İki sanatçının pratikleri arasındaki kesişmeleri, farklılıkları ya da aynı minvali paylaşma hallerini ortaya çıkarmayı ve bunun sonuçlarını geliştirici buluyorum. Bu tür bir model, öncelikle sanatçıların kendi pratiklerine başka bir sanatçının gözünden bakabilmelerine alan açıyor. Kimi zaman iki sanatçıyı bir araya getiriyor ve ortak üretimler gerçekleştirmeleri üzerine bir bağlam ortaya koyuyor kimi zaman da farklı sanatçıların ürettiği yapıtlar arasındaki ilişkileri ortaya çıkaracak şekilde bir kurgu yaratmaya çalışıyorum. “Böyle Rüyadaymış Gibi” sanatçıların soyutlamaya yönelik tasarlama ve icat etme süreçlerini karşılaştırıyor; onlar üzerinden temsil ettikleri kuşaklar ve kuşaklar arasındaki farklara dair bir soruşturmaya alan açıyordu. Böylece iki farklı kuşak sanatçının üretimlerini bir arada görmek soyut sanatın bugünkü anlamı ve kavramsal dönüşümü üzerine de fikir veriyordu.
“Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir” sergisinin merkezinde de bu düşünce ve yöntem yatıyor. Ancak bu kez sergi, sanatçılar arasında formsal/biçimsel yakınlıkların paylaşılmasının ötesinde düşünsel/kavramsal bağlamda da bir karşılaşma yaratıyor ama bu kez rüyalar değil kabuslarla ilişki kuruyor. Sergi, Yüksel Arslan ve Erinç Seymen’in üretimleri arasında gözlemlenebilen duygudaşlığın, eleştirelliğin, kışkırtıcı bir atmosferin belki de bir tür akrabalığın izini sürüyor.
Peki Erinç Seymen ve Yüksel Arslan bu sergide nasıl bir ortak temada bir araya geldi, işleri nasıl bir diyaloğa giriyor?
Sergi öncelikle dünyaya geliş tarihleri arasında nerdeyse yarım asır olan bu iki sanatçının tanıklığı ve bu tanıklığı eserlerine yansıtma biçimlerine bakıyor. Sergi başlığını Yüksel Arslan’ın ilk gençlik yıllarında sürekli tekrar eden bir rüyasından alıyor. Sanatçı, güzel bir duyguyla başlayan rüyasında önce gökte parlak yıldızlara baktığını, sonrasında ise yıldızların alevler içinde dev kaya parçaları halinde üstüne doğru düşmeye başladığını görüyor ve her seferinde aynı kabustan çığlıklarla uyandığını yazıyor.
Bana göre hem Arslan hem Seymen’in üretimlerinde insanı sarsan, konforunu bozan bir yan var. İki sanatçının üretim pratikleri arasında duygu ve atmosfer olarak güçlü yakınlıklar olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, sergi mekanında Yüksel Arslan ve Erinç Seymen’in yapıtlarını yan yana, bir tür karşılaşma formunda sunmaya, farklı dönemlerde yaşamış ve üretmiş olan bu iki sanatçının hegemonik sistem ve kültürlere dair eleştirel bir perspektifi paylaşmalarına ve bunun sürekliliğine işaret etmeyi amaçlıyor.
Seçkideki çalışmalar birbiriyle konuşuyor. Birkaç örnek verebilir misin?
Sergide izlenen yapıtlar aynı anda hem iki sanatçının pratiğini özetleyen hem de birbirleri ile yakınlıklar kuran form ve içeriklerle yan yana geliyor. Örneğin, Erinç Seymen’in “Aile Değerleri 1” (2016) ile Yüksel Arslan’ın “Arture 92 Afriq, Arture” (1966) isimli çalışmaları aile ideolojisi, normatif yaşam biçimleri, mülkiyet, imtiyaz ve değer ekonomisinin aile yapısıyla ilişkilerine eleştirel biçimde bakıyor. Yüksel Arslan’ın “Arture 120” (1968) ve Erinç Seymen’in “Konfor Alanı A” (2016) ise yanyana gelerek hâkimiyet ve egemenlik mefhumlarına gönderme yaparken birey ve toplum ilişkisine dair mitleri bozarak sahneliyor. Körler körlere yol gösteriyor.
Yüksel Arslan’ın “Arture 131” (1968) resmi ile Erinç Seymen’in “Herkes herkese karşı / Alle gegen alle” (2023) isimli video çalışması sermaye dolaşımı ve kapitalist sömürü sistemini metaforik olarak görselleştiriyor. Seymen’in kopyalanarak çoğaltılmış ve sürekli hareket halindeki fındık kıracakları ile Arslan’ın kentin sokaklarından meydanlarına akan yaratıkları adeta az sonra yaşanacak bir çatışmanın gerilimini yansıtıyor. Erinç Seymen’in “Bir Cennet için Eskizler”i (2013) ve Yüksel Arslan’ın “Arture 636, Henry David Thoreau” (2007) isimli kendi tarzının biraz dışında ve alışılmadık olan resmi bana göre uygarlığın modernist ilerlemeciliğinin ve hegemonik erilliğin gösterenlerini doğa üzerinden görselleştiriyor.
Derya Yücel küratörlüğünde, Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu ve Zilberman iş birliğinde gerçekleşen sergiyi, Nâzım Hikmet Kültürevi’nde 26 0cak 2025 tarihine dek ziyaret edebilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: “Gökyüzü Başımızın Üstüne Düşebilir” Sergisi
İlginizi çekebilir: Burcu Dimili’den EMA Kolektif ile: Artful Dining Üzerine
İlk yorumu siz yazın!