

Good Girl: Savunma Mekanizması Olarak Kimliksizleşme
Bence 2025’in en dikkat çeken yeni yazarlarından biri Aria Aber olacak. Bir süredir LA Reviews of Book, New York Times gibi prestijli platformlarda yazmaya devam eden Aber, “Good Girls” başlıklı yeni kitabı ile hızlıca radardaki yerini sağlamlaştırdı. Hatta Women’s Prize for 2025 için adaylardan biri olarak seçildi. Konusunu gördüğüm an çok seveceğime emin olduğum bu kitap, gerçekten her sayfasıyla beni etkilemeye de devam etti. Sebebi, benim açımdan çok belli. Çünkü bu kitapta göç meselelerine tam da günümüzden gelen bir bakış açısını okuyabilme fırsatı yakalıyoruz. Chantal Akerman, haklı olarak kendisinden “kadın” yönetmen olarak bahsedilmesini sevmezmiş fakat ben bu kitap özelinde iyi ki kadın yazarlar var ve iyi ki kendi deneyimlerini samimi bir şekilde kurgusallaştırıyorlar demek istiyorum.

New Yorker dergisinden Anahid Nersession, Good Girl kitabını çok güzel özetliyor: “Sana zarar veren bir toplumun parçası olma isteği”. Berlin’de bir büyüme hikâyesi dendiğinde aklınıza gelecek olan stereotipik beklentilerden olan “gece hayatı”, “tekno müzik” ve “partiler” bu romanda bol bol yer alıyor. Fakat aynı Aria Aber gibi Afgan bir aileye doğmuş genç bir kızın büyüme hikâyesi dediğimizde bulunduğu komünitenin kadınlardan beklentileri ve yaşadığı toplumun kendisine bakış açısı da devreye giriyor. Her ne kadar Diaspora’daki kimliğinden kurtulabilmek amacıyla karşımızda sürekli kendisini “Yunan”, bazen ise “İspanyol, Kolombiyalı” şeklinde tanıtan biri olsa da hayalleri ile gerçekleri arasında gidip geldiği yolculukta her sınıfa ait göçmenin başına gelen başka şiddet hikâyelerini duymanın korkusu peşini bırakmıyor.
Good Girl Konusu

Good Girl romanı için 15 yıl önceye doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. 19 yaşında Berlin’de yaşayan ve Nila ismini tercih eden genç bir kızın hikâyesini takip ediyoruz. Fotoğrafçı olmak isteyen Nila’nın hayatını Afgan ailesinin kadın kimliği üzerinden koyduğu kurallar ve kendisinin Berlin gece hayatını sonuna kadar yaşama isteği arasındaki tezatlıklarla gözlemleme fırsatı buluyoruz. Bir yandan özel okuldaki zengin arkadaşlarıyla çıktığı Berlin gecelerinde, kimliğini göstermekten çekinen ama öyle ya da böyle keyfi yerinde olan bir Nila var diğer yanda ise bir mekândan diğerine geçerken taksici amcalarından biriyle karşılacağı ve hem ailesi tarafından cezandırılmaktan hem de arkadaşlarına gerçekte kim olduğunu göstermekten korkan bir Nila var. Roman; onun korkuları ve hayalleri arasında geçip giderken Nila bir gece hayranı olduğu yazar ile yakınlaşma fırsatı buluyor. Buradan sonrası bence spoiler olmayacaktır. Çünkü 19 yaşında fotoğrafçı olmak isteyen genç bir insanın, 30 yaşında hayranı olduğu bir yazarla tanıştığında; güç dengelerindeki karmaşanın neler yaratacağını tahmin etmek için illa o sayfaları okumamız gerekmiyor.
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Şu an için kitabın Türkçe çevirisi bulunmuyor fakat İngilizce versiyonuna uluslararası kitapları bir araya getiren app’ler ve dağıtımcılar aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Güç Dengesizliği
Hayranı olduğunuz kişilerle tanışmayın, hayal kırıklığına uğrarsınız denir. Aria Aber’in Good Girl kitabını okuduğunuzda hayranı olduğunuz kişilerle yakınlaşmayın, hayalleriniz küle dönüşebilir diye düşünebilirsiniz. Çünkü Nila hayranı olduğu yazar Marlowe ile tanıştığında her ne kadar kendi hayalini kurduğu sanatçı kimliği hakkında içeriden bir ilham almaya başlasa da Marlowe’un çarpık ilişkileri ve hayata bakış açısı içerisinde tam da hayallerine giden yolda kendisine iyi gelmeyecek seçimler yapmaya başlıyor.
Nila hayalini kurduğu Londra’daki fotoğrafçılık okuluna, ilk adımını Marlowe’un ona aldığı kamera ile atıyor. Başta Marlowe’un “entelektüel bakış açısı”, “yaratıcı yönlendirmeleri” ile hayalinde ilerlemeye başlayan Nila; tabii ki yol boyunca erkek arkadaşının onayını alma ihtiyacını çok fazla hissediyor. Sürekli Nila’ya başarabileceğini söyleyerek yanında tutup yeterince iyi olmadığını belli ederek Nila’yı kendine bağımlı bir hâle getiren Marlowe, zaman içerisinde Nila’nın fotoğrafçılıktan uzaklaşmasına sebep oluyor. Aria Aber gibi Londra’ya gitmek isteyen Nila, Marlowe ile yaşadığı ilişki sırasında oluşturduğu portfolyosu ile tam üç okuldan kabul alıyor.

Fakat tahmin edebileceğiniz üzere Londra’ya gitmek yerine okul harcını bağımlılığından dolayı kirasını ödeyemeyen Marlowe’a vermeye başlıyor ve onun evine yerleşerek kazandığı tüm parayı Marlowe’un ihtiyaçlarına harcamaya başlıyor. İşte, bu noktada Marlowe ile arasındaki güç dengesizliğiyle beslenen ilişki, Nila’nın hayallerinin küle dönüşmesine sebep oluyor. İlişki boyunca Marlowe; yaşı, kariyerindeki konumu, ait olduğu sınıf gibi Nila’ya karşı sahip olduğu bütün ayrıcalıklar ile Nila’yı sindirmeye devam ediyor. Nila ise hayallerine ancak Marlowe’dan ayrılma cesareti bulduğu zaman ulaşabiliyor. Ama tabii kayıplarla. Çünkü gerçekten istediği okula kayıt olma şansını tamamen kaybediyor. Öylesine başvurduğu okula gitmek zorunda kalıyor. Yine de günün sonunda Londra’ya gitmeyi başarabiliyor.
Bir Savunma Mekanizması Olarak Kimliksizleşme, Bir Çözüm Olarak Fotoğrafçılık
Üniversitede aldığım göç sosyolojisi dersinde, özellikle Almanya’da doğan ikinci nesil Türklerin aitsizlik hissini sıklıkla konuşurduk. Good Girl’ün hikâyesinde de bu hissi çok fazla görüyoruz. Bir yandan Kabul’u özleyen ve kızlarının oradaki kurallarla yetişmesini isteyen bir aile var diğer tarafta ise Kabul’ü hiç görmemiş ve dinlediği hikâyelerle oraya kendini ait hissetmeyen ve bu yüzden de ailesinden daha da uzaklaşan Nila var.
Sovyet İşgali’nden önce doktor olan ve entellektüel Afganlar arasında olan Nila’nın ailesi, Almanya’da kendi uzmanlıklarına devam edemiyor. Bu yüzden de utandıkları yeni işlerini, çoğu zaman saklayarak yapmak zorunda kalıyorlar. Nila’nın babası Amerika’ya gittiğinde her şeyin yoluna gireceğini düşünüyor, annesi ise 11 Eylül olaylarından sonra Afgan kimliğini aynı Nila gibi saklamaya başlıyor. Her ne kadar Nila’nın ailesi de kimliğinden utanmak zorunda bırakılmış olsa da onlar geldikleri yeri biliyor ve onun özlemini çekiyor. Nila’nın ise onlar gibi tutunabileceği bir anısı yok. O yüzden kendisini bir gün Yunan, bir gün İspanyol olarak tanımlarken hayali bir kimliğe dahi tutunamıyor ve bir kimliksizlik inşası yaratmaya başlıyor.

Nila’nın aslında fotoğrafçı olmak istemesini, kendini savunmak için yarattığı kimliksizliğe iyi gelme çabası olarak yorumlayabiliriz. Çünkü Nila’nın fotoğrafa ilgisi özellikle ailesinin geçmişten ve bugünden çok az fotoğrafı olmasını fark etmesi üzerine bu akışı değiştirmek istemesiyle başlıyor. Çektiği fotoğrafların merkezinde ise tam da bu sebepten dolayı çoğunlukla kendisi bulunuyor. Yine de hayata, kimliğine karşı boşluk hissi, çekmek istediği fotoğraflarda belli oluyor. Çünkü Marlowe’a ısrarla fotoğraflarının dışarıdan bakıldığı zaman anlaşılmayacak kadar belirsiz olmasını istediğini söylüyor. Aynı kendisinin de dışarıdan bakıldığı zaman geçmişine dair bir iz göstermek istememesi gibi. Fakat Nila’nın Marlowe ile ilişkisi sırasında kendisinden iyice uzaklaşmasının bir sonucu olarak daha da fazla kendi fotoğrafını çekmeye başladığını görüyoruz. Bunun sonucunda fotoğrafçılık, Nila’nın kendi yarattığı kimliksizliğini hem destekleyen hem de iyileştiren bir araca dönüşmeye başlıyor.
Kapak Fotoğrafı: Amazon
İlginizi çekebilir: Eylül Aytan’dan Anita de Monte Laughs Last Kitap Analizi
İlk yorumu siz yazın!