

Beste Toparlak ile: Valses Poéticos Albümü ve Kariyeri Üzerine
Türkiye, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki filarmoni ve senfoni orkestralarındaki performansları ve solo dinletileriyle tanıdığımız arpist Beste Toparlak, bir yandan da üretmeye devam ediyor. Bu üretimlerinin en yeni meyvesi ise yakın zaman önce yayımlanan ilk solo albümü “Valses Poéticos” oldu. İspanyol besteci Enrique Granados’un bestecilik yeteneklerini sergilediği eserlerin arp için düzenlediği albüm, özgürlüğü ve esnekliği simgeleyen bir yapıya sahip. Ben de bu bağlamda Beste Toparlak ile ilk solo albümünü ve kariyerini konuştuğum bir röportaj gerçekleştirerek merak ettiğim soruların cevabını aradım. Röportajı okurken dilerseniz albümü de Spotify veya Apple Music’ten dinleyebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.
Aktif kariyerinizi Amerika Birleşik Devletleri’nin doğu yakasında yer alan Charlotte, Charleston, Hilton Head, Asheville Senfoni Orkestraları ve Savannah Filarmoni Orkestrası gibi orkestralarla sahne alarak sürdürüyorsunuz. Bunun yanında solo dinletiler de veriyorsunuz. Sizi daha önce canlı dinleme fırsatı bulamayan müzikseverler için dilerseniz öncelikle en baştan başlayalım. Notalarla geçmişten bugüne dek süren birlikteliğiniz nasıl başladı? Ve isminizin “Beste” olmasını bir tesadüf olarak tanımlar mısınız?
Seslerle yolculuğum, sekiz yaşında Kazakistan’ın Almatı şehrinde piyanist Yevgenia Tarasova’dan aldığım piyano dersleriyle başladı. Ailemle birlikte orada yaşadığımız dönemde, müziğe olan ilgim kendini göstermeye başlamıştı. Daha sonra Türkiye’ye döndüğümüzde, bu tutku beni arp ile tanıştırdı ve 1999’da Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda arp bölümüne kabul edildim. Müziğin hayatımdaki yeri, çocukluktan itibaren doğal bir akışla gelişti diyebilirim. İsmimin “Beste” olması ise tesadüften çok, ailemin müziğe olan derin bağıyla ilgili bir hikaye aslında. Anne ve babam mühendis olsalar da ikisi de iyi bir kulağa sahip müzik tutkunu.
Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan 2009 yılında mezun olmuş ve bu süreçte Bahar Gökşu ve Müjgan Aydın’dan dersler aldınız. Akabinde Almanya’daki Hochschule für Musik & Theater-Hamburg’ta devam edip burada ünlü arp sanatçısı Xavier de Maistre ile master programını tamamladınız. Ardından, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki prestijli müzik okullarından biri olan Indiana University Jacobs School of Music’te eğitim aldınız. Burada da dünyaca ünlü arp sanatçıları Susann McDonald, Elizabeth Hainen, Florence Sitruk ve Elzbieta Szmyt ile çalışmalarınızı sürdürdünüz. Bu noktada merak ettiğim bir husus var. Eğitiminizi farklı ülke hatta kıtalarda almak, o ekollerle beslenmek nasıl bir tecrübe oldu? Ve bu ülkelerdeki eğitimlere dair gözlemlerinizi merak ettim. Arada belirgin yaklaşım ve farklar mevcut mu?
Farklı ülkelerde eğitim alabilmek, hem müzikal hem de kişisel olarak inanılmaz zengin ve şanslı bir deneyim. Türkiye’de, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda teknik temellere dayalı bir başlangıç yaptım. Konservatuvarımızda öğretilen solfej, dikte, teori, form bilgisi merkezli eğitimi çok değerli buluyorum. Bu derece teori temelli eğitimi yurt dışında gözlemleyemediğimi belirtmek isterim. Bu süreç eğitimimdeki en temel taşlardan bir tanesi ve yolda önünüze çıkacak pürüzleri törpüleyen büyük bir şans. Yurt dışında genel ve teorik bir donanımdan ziyade spesifik alanlarda uzmanlık gösterilmesi dikkatimi çekiyor.
Almanya’da, Hochschule für Musik und Theater-Hamburg’da, yüksek lisans hem enstrümana hakimiyeti hem de klasik müziğin batıdaki yeri ve önemini anlamama yardımcı oldu. Tarihsel derinlik ve detaylara verilen önem, disiplin ve dakikliğe hayran kalıyor insan. Profesörüm Xavier de Maistre potansiyelime ulaşmam için emek sarf etti. Yönlendirdiği ilk NDR Genç Yetenek Radyo programına çıktığımda 21 yaşındaydım. Zor pasajlar için püf noktaları yaratmayı, CD kayıt hazırlıkları, seçmeler öncesi spor ve diyet yönetimi ile yarışmalara bir atlet gibi hazırlanmayı da Almanya sisteminde deneyimledim.
Ardından Amerika Birleşik Devletleri, Indiana University Jacobs School of Music’teki özel yetenek bölümüne seçildiğim eğitim, daha yenilikçi ve özgür bir yaklaşım sundu. Burada sadece sahne performansı değil, bireysel ifade de ön plandaydı. Türkiye’de, Almanya’daki doğru ve yanlışın önceden belli olduğu test odaklı ezber sistemi Amerika’da daha değişik; sunum yapmak, bir birey olarak fikrinizi, sesinizi duyurmak ve etki bırakabilmek üzerine.
Her ekolün kendine özgü bir ruhu var. Farklılıkları algılamak, kavramak ve anlamlandırmak insana daha geniş bir perspektif kazandırıyor. Bu döngünün zaman ve deneyimle güçlendiğini düşünüyorum.
Ülkemizde özel bir yeteneğe sahip olan küçük yaştaki çocukların doğru alan yönlendirilmesi noktasında ailelere büyük pay düşüyor. Müzik kulağı olan veya enstrümanlara merak duyan bir çocuğun küçük yaşlarda müzik eğitimi alması bu açıdan çok değerli. Bu noktada siz nasıl bir ailede doğup büyüdünüz? Kariyerinizin bu noktaya erişmesinde aileniz ne derece pay sahibi?
Ailem sanata her zaman değer veren, cesaretlendiren, sevgi dolu bir ortam sundu. Küçük yaşta piyano dersleri almamı desteklediler, bir ışık gördüler ve Türkiye’ye döndüğümüzde konservatuvara yönelme fikrini sundular. Onların bana sağladığı güven ve özgürlük, bu uzun ve bazen zorlu yolda ilerlememde büyük bir motivasyon oldu. Kariyerimin bugünkü noktasına gelmesinde, kesinlikle onların manevi desteği ve inancı çok etkili. Kardeşim Sıla Özge de konservatuvar mezunu ve profesyonel olarak keman çalıyor. Müzik ailemizde hobi değil bir yaşam biçimi.
Bir orkestrayı düşündüğümüzde hiç kuşku yok ki pek çok kişinin zihninde keman, viyola, viyolonsel, kontrabas gibi müzik aletleri belirir. Peki sizin için bu tercih neden arp oldu?
Büyülü ve birbirine bağlı bir sesi var. Dinleyen için öyle ama inanın çalan için hayal kurmaya daha da müsait. Arpı seçmem de, çocukken onun sesindeki büyünün beni adeta ele geçirmesiyle oldu. İlk kez arp sesini duyduğumda, sihirli tonu beni içine çekti. Konservatuvarda arp bölümüne yöneldiğimde, bu enstrümanın hem fiziksel hem de duygusal olarak bana ne kadar uygun olduğunu fark ettim. Keman ya da piyano gibi daha yaygın enstrümanlar da çok etkileyici ama arpın eşsizliği ve sahnedeki görkemi beni ona bağladı.
Her klasik müzik konserinde orkestrada arp ile karşılaşmak mümkün olmuyor. Bu nedenle arp ile ilgili bilinenler dinleyici bazında daha kısıtlı kanımca. Arpı diğer müzik aletlerinden farklı kılan noktaların başında hiç kuşku yok ki büyüklüğü ve estetik formu geliyor fakat teknik olarak da ayrışan noktaları mevcuttur. Arpı özel kılan noktaları nedir?
Arp, gerçekten çok özel bir enstrüman. Öncelikle, fiziksel yapısı ve estetik formu onu diğerlerinden ayırıyor; sahnede tam bir sanat eseri gibi duruyor. Bir arpın tamamlanması altı ay sürüyor, sadece diyez ve bemol yapabilmemiz için mekanizmasında 2000 küçük parça bulunuyor. Üzerindeki oymalar ise tamamen el yapımı. Bir heykeltıraş şaheseri gibi. Teknik olarak ise, pedallarıyla tonları değiştirebilme özelliği, arpı hem çok yönlü hem de karmaşık kılıyor. Elleriniz ve ayaklarınızla aynı anda çalışmanız gerekiyor, bu da inanılmaz bir koordinasyon gerektiriyor. Arpı omzumuza ve dizimize yaslayarak çıplak elle çalıyoruz. Arşe, baget gibi bir bağlantı aygıtı kullanmadan çalıyoruz. Sesin direkt temasını vücudunuzda hissedebilirsiniz; bu kişiyi ve aracı bir bütün yapıyor.
Sanatçılar için sahip oldukları müzik aletiyle kurduğu bağ, notaları icra etmenin de ötesine geçen bir olgu. Bu noktada arp da insan bedeniyle bütünleşen yapısından dolayı çok özel bir müzik aleti. Bundan hareketle merak ettiğim şu anki arpınız ne kadar süredir sizinle? Onun dokusu ve tellerinin sizi kendine bağlayan özellikleri neler? Arpınızla kurduğunuz o özel bağ karakterinizle nasıl bir bütünlük içinde?
Şu anki arpım, benim için çok özel bir hikayeye sahip. Aslında bu arp iki eski arpın birleştirilmesiyle ortaya çıkmış; biri Amerika kıtasının doğu sahili Los Angeles, diğeri ise batısı Florida. Yaşanmışlıklarının ona eşsiz bir karakter ve ruh kattığını düşünüyorum. Hikayemle olan benzerliği ise birbirimize yakınlaştırıyor. Enstrüman ile müzisyenin ilginç bir bağı olur. Sağ kolum gibi ve beş yıldır benimle. Bu hikayeyi anlattığımda aklıma hep Harry Potter’ın Ollivanders’ta asa seçme sahnesi aklıma gelir. Benzer işler diyebiliriz.
Peki arp çalan bir sanatçıyı en çok zorlayan noktalar arasında ne(ler) yer alıyor? Bir arpa sahip olmanın zorlukları ne kadar ağır basıyor?
Arp çalmak, fiziksel ve zihinsel olarak çok şey talep ediyor. En büyük zorluklardan biri, 40 kilogramlık bu enstrümanın taşınması ve çalan kişinin sağlığı. Büyük, hassas ve pahalı bir enstrüman olduğu için her performans öncesi ve sonrası özen, teknik açıdan ise eller ve ayaklarla eş zamanlı çalışmak, uzun süreli konsantrasyon ve sabır gerektiriyor. Ama bence asıl zorluk, eserleri hafızadan çalmak; arp yedi pedallı ve her pedal kendi içinde de üç bölüme ayrılıyor. Dolayısıyla bir eseri ezberlerken hem elleri hem de ayak hamlelerini ezberlemek zorundayız! Ayak hafızasındaki tek bir sekme, tüm el hafızasını; dolayısıyla tüm sesleri ve sıralamayı bozmuş oluyor.
Röportajımızda ilk solo albümünüz olan “Valses Poéticos”u konuşmanın sırası geldi diye düşünüyorum. Bundan üç yıl önce sevgili Nisan Ak ile Händel Si Bemol Arp Konçertosu albümünü yayınlamıştınız. Valses Poéticos ise ilk solo albümünüz. Bir solo albüm kaydetme fikri ilk ne zaman oluştu?
Solo albüm fikri, uzun zamandır aklımda olan bir projeydi. Bir müzisyenin kendine has, solo bir albümü olmasını değerli buluyorum; kendinizi tanıtan, hayata bakış açınızı, dünya görüşünüzü ortaya koyduğunuz bir kartvizit gibi. 2018’de Medallion International Artist Competition’da altın madalya kazandığımda, kendi ses ve yorumumu daha kalıcı bir yolla paylaşma isteği duymuştum. Bir süre sonra solo bir proje yapmanın zamanının geldiğini hissettim. Valses Poéticos ile bu hayaller üzerine gerçeğe dönüştü.
Enrique Granados’un İspanyol müzik geleneklerine olan derin bağını yansıtan Valses Poéticos, esasında romantik piyano repertuvarının klasiklerinden biri olarak kabul ediliyor. 1886-1894 yılları arasında yazılan Valses Poéticos, aslen piyano için, ardından da gitar için uyarlanan bir dizi kısa valsten oluşuyor. Eser, giriş ve bir koda bölümü ile birlikte toplam sekiz kısımdan meydana geliyor. Her valsin, lirik ve melodik olandan canlı ve mizahi olana kadar değişen, kendine özgü bir karakteri bulunuyor. Albümünüzde ise Granados’un valslerini arp için düzenlediniz. Granados’un bestecilik yeteneklerini sergilediği bu eserlerin düzenlenmesi sizin için nasıl bir süreç oldu? Eserlere kattığınız yorumlar neler oldu? Düzenlemede hangi yeteneklerinizi kullanmanız gerekti? Arp için yapılan düzenlemelerin zorlukları mevcut muydu?
Orijinal olarak piyano için yazılmış olan valsleri pedallı arp yapısına uygun hale getirirken her bir valsin ruhunu korumaya özen gösterdim. Bu süreçte, armonileri arpın rezonansına göre yeniden şekillendirdim ve bazı pasajları arpın doğasına uyacak şekilde tekrar düzenledim. Zorluklar elbette vardı; özellikle piyano için yazılmış hızlı geçişlerin arp tellerinde akıcı bir şekilde yankılanmasını sağlamak zaman aldı. Zorlukları aşmak zaman ve sabır istiyor ama sonrasında gelen hissi seviyorum. Sonucun buna değdiğini düşünüyorum.
Valses Poéticos’un lirikal tarzı, esnekliği, özgürlüğü ve en önemlisi de zarafeti arpa çok yakışmış. Valslerin arpa aktarımı sizi nasıl bir müzikal yolculuğun içine davet etti? Notalarla bugüne dek kurduğunuz bağ, albümü zihninizin süzgecinden geçirip kendi yorumunuza yansımasına nasıl etki etti?
Valses Poéticos’u arp için çalmak, beni İspanyol müziğinin romantik ve tutkulu dünyasına götürüyor. Her bölümün kendine özgü karakteri, insanı farklı duygusal alanlara taşıyor; bazen melankolik, bazen neşeli bir yolculuktu bu. Notalarla olan bağım, yıllardır biriktirdiğim deneyim ve hislerle şekillendi. Aynı zamanda büyük bir kişisel meydan okuma bu, orijinali başka bir enstrümana bestelenmiş bir besteyi bambaşka bir enstrümanın yapısına uygun hale getirmek ve sonuçtan tatmin olmak.
Albümün düzenlenmesinin öncesinde ve sonrasında Enrique Granados’un eserlerini algılama biçiminiz nasıl değişti peki?
Düzenlemeden önce, Granados’un eserlerini daha çok piyano/gitar repertuvarının bir parçası olarak gördüğüm için bakış açım daha sınırlıydı. Ama arp için çalıştıkça, içine girdikçe eserlerin içindeki incelikleri ve duygusal nüansları daha derin bir şekilde fark ettim. Düzenleme süreci, bana onun bestecilik dehasını daha yakından tanıma ve anlama şansı verdi.
Röportajımızın sonlarına doğru daha kişisel bir soru sormak isterim. Müzik, yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?
Müzik, kelimeleri kullanmadan insana has duyguları (neşeyi, hüznü, umudu, umutsuzluğu…) ifade etmenin en güçlü yolu. Klasik enstrümantal müzikte, özellikle piyano ve arp gibi çok sesli enstrümanların, iç içe geçmiş katmanlarıyla adeta birden fazla cümleyi aynı anda dile getirebilme yeteneği, duyguları yansıtma konusunda eşsiz bir güce sahip. Bu zenginlik, onları bence diğerlerinden ayırıyor.
Umutsuzluk anlarında bile, müziğin içindeki titreşimler bir umut ışığı yakabiliyor. Benim için müzik, hem bir sığınak hem de bir paylaşım alanı.
İlerleyen yıllar için kariyeriniz adına hedefleriniz ve hayallerinizi de konuşarak röportajımızı noktalayabiliriz. Benzer konseptteki albümlerinizin devamı gelecek mi?
İlerleyen yıllarda, hem solo projelere devam etmek hem de farklı orkestralarla yeni eserler seslendirmek, çağdaş bestecilerle iş birliği yaparak yeni repertuvarlar oluşturmak gibi hayallerim var. Onun dışında verdiğim arp derslerini kurumsallaştırmak hedeflerim arasında. Valses Poéticos gibi konsept albümler umarım devam edecek; başka bestecilerin eserlerini arp için yorumlamak, bu yolculuğun bir parçası olacak.
Kapak Fotoğrafı: Hasan Toparlak
İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Emir Taha Sarı Röportajı
İlk yorumu siz yazın!