İlk yorumu siz yazın!
Shakespeare and Company: Paris’in Kitap Kokan Tarihi
İnsanı bu kadar içine çeken, gerçek dünyadan çekip çıkaran çok az şehir vardır… Paris’ten bahsediyorum. Geçtiğimiz günlerde 4 günlük bir Paris ziyareti yapma şansı buldum ve sizlere bu şehirle ilgili güzel bir detaydan bahsetmek istiyorum: Shakespeare and Company.
Genellikle kendimizi turist psikolojisine çokça kaptırdığımız ve gitmeden önce hazırladığımız “gezilip görülecekler listesi”ni bitirme konusunda gözümüzü kararttığımız için, şehrin içine karışmayı ve bize gerçekten iyi gelecek şeyleri yapmayı ihmal ederiz çoğu zaman yabancı bir şehre gittiğimizde. Paris, “gezilip görülecekler listesi” konusunda en cömert şehirlerden biri şüphesiz ama emin olun sizi kendine ait hissettirecek küçük ve hoş sürprizlerle de dolu!
İzlediğim ve sevdiğim filmlerden çok etkilenen bir yapım var. Bunu zaman zaman yenmeye çalışıyorum ama daha başarılı olabildiğimi görmedim. Paris’te geçen Before Sunset beni zamanında çok çarpmış bir filmdi ve bu film mükemmel bir kitapçıda başlamıştı. Sonra, geçen yılın sonlarına doğru Midnight in Paris hepimize 1920’ler dersi verdi ve unuttuklarımızı hatırlattı. Bu filmde de baş kahramanımızın yolu, Before Sunset’teki kitapçıya düşüyordu…
Evet, Shakespeare and Company’den bahsediyorum. Saatlerinizi farkında olmadan geçirebileceğiniz, yine de doyamayacağınız, lokasyonu mükemmel, insanları mükemmel ve bence en önemlisi de tarihsel mirası mükemmel bu Paris kitapçısından yani… Sizlerle bu kitapçının ilginç tarihini paylaşmak istiyorum, Paris’in entelektüel geçmişine de ışık tutan bu tarihi!
Bugün Notre Dame’ın hemen çaprazında yer alan Shakespeare and Company, aslında Ernest Hemingway’in 1920’li yıllarda Paristeki günlerini yazdığı “A Moveable Feast” kitabındaki Shakespeare and Company değil.
Shakespeare and Company, ilk olarak 1919’da Sylvia Beach adlı sanat aşığı bir Amerikalı’nın Luxembourg Bahçeleri yakınında açtığı kitabevine verdiği ad. O günlerde hem kitap satışı yapan bir kitabevi, hem de özellikle genç yazarlara ödünç kitaplar veren bir kütüphane olarak varlığını sürdürüyordu bu mükemmel yer.
Midnight in Paris ile hayatımıza giren “Lost Generation” kalıbının mimarları; Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald, James Joyce, Gertrude Stein, Samuel Beckett, T.S Eliot, Ezra Pound bu kitabevinin müdavimleriydiler. Öyle ki, hepsinin kişisel mektupları bu kitabevine gelirdi ve birbirleri ile burada buluşurlardı. Aralarında geçen sohbetlerin derinliğini düşünemiyorum bile…
Ernest Hemingway,”A Moveable Feast”te, kitabevinin sahibi Sylvia Beach’ten ve kitabevinin kendisinden defalarca büyük bir şükranla bahsediyor. Hemingway, 25 yaşında beş parasızken, Sylvia Beach ona güveniyor ve dilediği kadar kitabı dilediği kadar süre ile hiçbir ücret ödemeden ödünç alabileceğini söylüyor.
Bir yazara yapılabilecek en büyük iyilik olsa gerek… Derken… Sanırım Sylvia Beach’in edebiyat dünyasına yaptığı daha büyük bir iyilik var. James Joyce’un ünlü kitabı Ulysses tüm yayınevleri tarafından reddedilirken, Sylvia Beach büyük bir cesaretle herkesin çağın çok ötesinde olması sebebi ile basmaktan itinayla kaçındığı kitabı, basmaya karar veriyor. Gerisi malum…
Her güzel şeyin bir sonu var derler ya, 1941 yılında Alman ordusunun Paris’i işgali sırasında, Sylvia Beach kitapçıyı kapamak zorunda kalıyor ve bir daha her şey normale dönse de açmıyor kitabevini.
Bir diğer Amerikalı, George Whitmann, bugünkü Shakespeare & Company ’yi açıyor 1951 yılında. Kitabevinin o günkü adı Le Mistral aslında. 1964 yılında, Sylvia Beach öldükten sonra, dostunu, onun anısını ve felsefesini yaşatmak adına, Le Mistral ismini Shakespeare and Company ismi ile değiştiriyor George Whitmann.
1920’lerde Sylvia Beach’in oluşturduğu insanlara yardım etme ve yabancılara karşı dostane olma felsefesini sürdürüyor George Whitmann. Kitabevinin ilk katı satılık kitaplarla dolu iken, üst katta ise sadece orada oturup okuyabileceğiniz kitaplar var. İkinci katın kapısı herkese açık tabii ki.
Lafın gelişi değil, o kadar ki, ikinci katta yabancıların uyuyabilmesi için yataklar var. Özellikle genç yazarlar, geceyi burada geçiriyorlarmış, ancak bir gün boyunca kitapçıda çalışmak karşılığında. Ayrıca, kullanımı herkese açık olan piyano da mekana ayrı bir hayranlık kaynağı. Geçtiğimiz Aralık ayında ölen George Whitmann’ın evi de kitabevinin hemen üstündeki apartmandaymış.
Ben de Paris’e adımımı atar atmaz, ilk iş, bu büyülü kitabevine attım kendimi. Zaman nasıl aktı anlamadım. Neden bu kadar huzur doldum, hala bir cevabım yok. Bu hissin bana özel bir şey olmadığının farkındayım ama, içerideki herkes çok mutluydu, içerideki herkes uzun süre kitabevinde kaldı ve kendilerine kaybettiler özenle seçilmiş kitapların içinde.
Ayrıca bir kez daha işini tutkuyla yapan insanların etrafa yaydıkları o enerjiye şahit oldum. Kitabevinin tüm çalışanları, insanları mutlu ederek mutlu oldukları için çok huzurlulardı. Aralarındaki konuşmalara da uzun bir süre kulak misafiri olmam sebebi ile de rahatlıkla söyleyebilirim ki, hepsi birer kitap aşığı, öyle ki, yeni kitaplar geldiği zaman bunu birbirleri ile paylaşan, son zamanlarda okudukları güzel kitapları birbirlerine anlatan, birbirlerine yeni şeyler öneren insanlardan oluşan bu dünyaya ait ama başka bir dünyada bir yer orası. George Whitmann’ın dediği gibi, gerçek bir ütopya orası!
İlk gün gitmemle doyamadığım kitap dükkanına bir kez daha gittim, hatta şöyle ki, Paris’teki ilk ve son durağım oldu bu yer. Birbirinden güzel kitaplar aldım ve evet hepsini özel Shakespeare and Company mühürü ile damgalattım. Kitap zevkim hakkında, kasadaki kızdan övgü almanın verdiği mutluluk ile uçağımı yakalamak üzere yola çıktım.
Paris, gerçekten sürprizlerle dolu bir şehir. Eğer yolunuz düşerse kısa bir zaman içinde, Shakespeare and Company’ye uğramayı ihmal etmeyin derim. Uğramış olmak için uğramayın, acelesiz, sindire sindire gezin her karışını kitabevinin. Tarihini aklında bulundurarak gezin, çok başka bir tad alacaksınız!
Başka bir önerim de, fırsat bulduğunuz zaman Hemingway’in “A Moveable Feast”ini okumanız olurdu. Paris’i anlatan mükemmel bir kitap olmasının yanında, genç bir yazarın hayatının önemli bir kesitini büyük bir içtenlikle anlattığını da görürsünüz. O zamanlar kelimenin tam anlamı ile beş parasız olan Hemingway’in buna rağmen Paris’te yaşadığı mutlu günlerini, Paris cafélerinde kitaplarını yazmasını ve ünlü dostlarını anlatışını okumanız farklı bir deneyim olacaktır ve Paris’i yeni bir gözle görmenizi sağlayacaktır.
burroughs da
burroughs'da burada gecelemiş diye biliyorum. hemingway'in moveable feast'ini okuyalı 10 seneden fazla oldu en sevdiğim romanlardandır.