Tüm Gerçekliğiyle Şiddet: Miss Violence
33. İstanbul Film Festivali programında Mayınlı Bölge bölümünde yer alan Alexandros Avranas imzalı “Miss Violence”, Yunan Yeni Dalgasının son örneği… İzleyenleri içerdiği cinsellik ve şiddetin yanı sıra yarattığı psikolojik gerilimle de zorlayan film, festivalin ilk 3 gününde izlediğim 10 film arasında en iyileriydi.
En yakınımızdaki Avrupa ülkesi olmasına rağmen diğer Avrupa ülkelerinin sinemalarına kıyasla çok daha az tanıyoruz Yunan sinemasını. Son yıllarda ise Theo Angelopoulos’tan ibaret Yunan yönetmen dağarcığımıza “yeni” Yunan sinemasının genç ustaları eklenmeye başladı. “Kynodontas” (Dogtooth | Köpek Dişi) ve “Alpeis” (Alps | Alpler) filmlerinin yönetmeni Giorgos Lanthimos ve “To agori troei to fagito tou pouliou” (Boy Eating the Bird’s Food | Kuş Yemi Yiyen Oğlan) filminin yönetmeni Ektoras Lygizos gibi… İçerdiği yoğun, sert cinsellik ve şiddet nedeniyle izlemesi zorlu filmlerden meydana gelen bu sinemanın bize, ekonomik krizin ahlaki açıdan etkilerini çarpıcı bir şekilde, uçlardaki örneklerle gösterdiğini söylemek mümkün. İşte “yeni” Yunan sinemasından izlediğimiz son film, 33. İstanbul Film Festivali programındaki, Alexandros Avranas’ın yönettiği “Miss Violence” oldu.
2008’de ilk filmi “Without” ile Selanik Film Festivali’nde En İyi Yeni Yönetmen ödülünü kazanarak yönetmenlik kariyerine iyi bir başlangıç yapan Alexandros Avranas’ın “Miss Violence”ı prömiyerini geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nde yaptı. En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu dahil dört ödül kazanarak ayrıldığı festivalin en çok konuşulan filmlerinden oldu.
Avranas, İstanbul Film Festivali gösteriminin ardından katıldığı söyleşide birden fazla kez sorulmasına rağmen Michael Haneke’den çok Jim Jarmusch ve Aki Kaurismaki gibi yönetmenlerden etkilendiğini söyledi. Benim de dahil olduğum, hatrı sayılır sayıda izleyenin filmde Haneke etkileri görmesinin nedeni kuşkusuz şiddetin tüm çıplaklığıyla gösterilmekle kalmayıp film boyunca başarılı bir şekilde gerilim yaratılmış olması.
“Miss Violence”, Almanya’da gerçekleşen gerçek bir intihar olayından yola çıkarak, Yunanistan gerçekleşen birden fazla aile içi şiddet vakasını bünyesinde barındıran bir hikayeye sahip-miş. Film, 11. doğum günü partisinde bir an bile tereddüt etmeden kendini camdan aşağı atan Angeliki’nin ölümüyle başlıyor ve henüz açılış sahnesi ile yaşadığımız şok, film boyunca sürüyor.
Ataerkil bir aile var karşımızda. Ailenin babası/dedesi, verdiği emirlerle, kurduğu baskıyla film boyunca artan gerilimin kaynağı. Baba/dede, Themis Panou tarafından kusursuz bir oyunculukla canlandırılmış. Evin içindeyken adeta kötü kalpli bir robota, soğukkanlı bir diktatöre dönüşen adamın; dışarıyla ve dışarıdaki insanlarla olan ilişkilerinde takındığı sahte tavırları, incelen sesi ve buz gibi gülümsemesini şaşkınlıkla izliyorsunuz.
Filmde mahremine girdiğimiz ailenin birbirleriyle olan akrabalık ilişkilerini çözmek bile çok zor. Örneğin Themis Panou’nun canlandırdığı adamın kimin babası, kimin dedesi olduğunu; hangi çocuğun annesinin ailedeki hangi kadın olduğunu ve evde neden yalnızca bir baba olduğunu uzun süre merak ediyor, çözmeye çalışıyorsunuz. Tüm bu soruların cevaplarını öğrendikçe kanınız donuyor.
“Miss Violence”ın Shyamalanvari bir ‘sürpriz’ finali olmasa da, filmin hemen başında anlayamadığımız bazı açıklamaları öğrenmek sizin için ‘spoiler’ niteliği taşıyorsa, lütfen yazının buradan sonrasını okumayın.
11 yaşındaki bir kız çocuğunun masumiyetini korumak için intiharı seçmesi, o aileye sizin ne kadar dayanabileceğinizi sorgulamanıza neden oluyor. Aşağılanma, aç bırakılma, köle gibi çalıştırılma, sürekli kilitli bir kapı ardında yaşama gibi psikolojik şiddet unsurlarına tanık olması bile yeterince zorlayıcıyken; filmin ikinci yarısında söz konusu ailedeki şiddetin yalnızca psikolojik olmadığını, fiziksel ve cinsel şiddetin de var olduğunu öğrenmek kendinizi çok şanslı hissettiriyor.
Tüm bunların ardında toplum içinde ezik davranan, işsiz bir babanın/dedenin oluşu aile içi şiddetin kaynağının Yunanistan’daki ekonomik kriz olmasına işaret ediyor. Fakat aynı adamın kızlarını ve torunlarını yabancılara satmakla kalmadığı ve kendi taciz ve tecavüzlerine de maruz bıraktığını öğrendiğimizde insanın doğasındaki kötülüğü de denkleme dahil ediyor ve bunun yalnızca eknomik ve toplumsal konumun hıncını çıkarma değil, saf kötülük olduğunu kavrıyoruz.
“Miss Violence”, tüm film boyunca bizi geren ve finaliyle olağanüstü bir rahatlama sağlayan filmlerden de değil. Baba/dedenin resmin dışına çıkarılmasının ardından değişeceğini düşündüğümüz aile içi dikta düzeninin güçsüzün güçlenmesi ile aynen devam ettiğini görüyoruz. Günümüz siyasetinde de karşı karşıya kaldığımız güçsüzün iktidara geçtiğinde tüm kötülükleri ortadan kaldırmak yerine kendi zulmünü uygulamayı seçmesi durumu, “Miss Violence” finaline damgasını vuruyor.
“Yunanistan batmış durumda, çıkamıyoruz ve düşman görünür değil.” – Alexandros Avranas
İlk yorumu siz yazın!