Hep denir ya, emekli olunca Ege’de bir sahil kasabasına yerleşeceğim diye. Bu sözü ilk kim söylemiş bilmiyorum ama bunu söyleyenin İzmir taraflarına uzanıp Sığacık’ı gördükten ve özellikle de pazarını gezdikten sonra bu sözü söylediğine eminim. Nitekim ben de burayı gezdikten, pazarın keyfini yaşadıktan sonra emeklilik planlarımı gözden geçirdim ve mümkünse bu sözü söyleyenin emekli olunca beni de yanında götürmesini diledim.

Sığacık, İzmir Seferihisar’ın şirin bir kasabası. Aslında daha çok dizilerden tanıyoruz burasını. Önce Kavak Yelleri’ni ağırlamış ama asıl, ismini Fatmagül’ün Suçu Ne dizisi ile duyurmuş. Şimdi ise masmavi deniziyle, 16. yüzyıldan kalma kalesiyle ve en önemlisi pazarıyla herkesi müdavimi yapıyor. Bu arada Türkiye’nin ilk yavaş şehir (cittaslow) ünvanını alan Seferihar’ın bu şirin beldesi, sakinliğiyle de bu ismi sonuna kadar hak ediyor.

sigacik1

Biz de güneşin bol olduğu bir hafta sonu Sığacık’ın bu yavaşlığına tanık olmak ve en önemlisi pazarını keşfetmek üzere düştük yola. Bunun için de en doğru olan gidiş yöntemini seçtik: Sabah ilk uçakla İzmir’e gittik, sonra da araba kiralayıp direksiyonumuzu Sığacık istikametine kırdık.

Önce İzmir

İlk durak İzmir olunca kısa bir İzmir turu yapmak ve İzmir’in şartlarını yerine getirmek gerekirdi ki, biz de aynen öyle yaptık. Mesela; boyoz ve haşlanmış yumurtayla kahvaltı, Kordon’da yürüyüş, Alsancak’ta midye dolma ve kokoreç, Topçu’da çöp şiş, Kemeraltı’nda alışveriş, Sevinç Pastanesi’nde polova pastası ve çay, vapurla Karşıyaka’yı ziyaret ve ayrılmadan önce de Asansör’den tepeden İzmir’e geniş bir açıyla bakış…

İkinci Durak Urla

urla

Hazır yola çıkmışken ve zamanımız varken Urla’yı da es geçmeyelim dedik. Çok klasik bir söz olsa da Ege’nin şirin bir sahil kasabası deyince Urla’yı tek geçerim. Denizin kenarına yerleşip bir ressamın tablosundan fırlamış gibi süzülerek ziyaretçilerini bekler Urla. Bu tabloyu görmek için önce Urla Devlet Hastanesi’ne gitmeniz gerekir. Anakaraya bağlı Karantina Adası olarak bilinen, sonra  hastaneye dönüştürülen bu adanın dört tarafı ağaçlarla çevrili ve boydan boya yemyeşil. Bir bakıma hastaneye gelenleri daha içeri girmeden iyileştirmeye kararlı. Urla’nın içine girip deniziyle aynı çizgide ilerlerseniz mavi sandalyeli balık restoranlarını, ağlarını atmaya hazır tekneleri görürsünüz ve bu manzara da büyülenmeniz için yeter de artar bile. Eğer zamanınız varsa Byliss’te çay içmeyi ihmal etmeyin. Eskiden bir han olarak faaliyet gösteren bu mekan sizi özel hissettiriyor. Yakın zamanda tekrar gelme sözü vererek buradan ayrılıyorsunuz, tıpkı bizim yaptığımız gibi.

İlginizi çekebilir: Ahmet Giray Ölmez’den “URLA Tabelasının Arkasındaki Güzellikler”

Yavaş ve Mavi Sığacık

sigacik2

Akşam üstü vardığımız Sığacık önce marinasıyla karşıladı bizi. Deniz mavi, koyu ama parlak bir mavi. Başka bir yerde göremeyeceğiniz bir mavi. İlk olarak hava kararmadan Teos Antik Kenti’ni keşfetmeye başladık. İon kolonisi olarak kurulan Teos’ta agora, tiyatro ve liman bölgesinin kalıntılarını gördük, ciddi anlamda bir kazı çalışması olmamasına biraz üzülerek. Artık güneş batmak üzereydi ve günün en önemli saatine sıra gelmişti. Akşam yemeği için hedefimiz belliydi: Liman Restaurant! Sığacık Kalesi’ne nazır bu mekanda mezeler 10 üzerinen 10 alırken kalamar tavaya da yıldızlı pekiyi verdik. Balıkların lezzeti de cabası. Artık karnımız doyduğuna ve uzun yoldan geldiğimize göre motelimize yerleşebilirdik. Kalacak yer konusunda seçme hakkımızı da Sığacık merkezde yeni açılan Kaptan Motel için kullandık. Her açıdan ismini Kaptan Motel’den üç yıldızlı Kaptan Otel’e değiştirebilecek kadar konforluydu.

Sığacık gecelerine gelince, ilk adres Kaleiçi olmalı. Gerçi gittiğimizde tüm mekanlar sezona hazırlanıyordu ve hummalı çalışmaları yazın buraların ne kadar yoğun ve cıvıl cıvıl geçeceğini gösteriyordu. Kalenin içini gezdik, en davetkar mekan olan Bogo’ya içerideki organizasyondan dolayı giremediğimiz için şöyle bir kapıdan baktık ve dışarı çıkarak kendimizi denize daha çok yakınlaştırdık. Serin havanın eşlik ettiği yürüyüşle kalenin dış surlarına sıralanan kıraathanelerden, içinde kitabı en bol olanını seçtik. Günün kapanış çaylarını içerek otele geri geldik. Erken yatmak gerekirdi çünkü ertesi gün, büyük gün yani Sığacık Pazarı günüydü.

Sığacık Pazarı: Bu Pazar Başka pazar!

pazar4

Tüm bu sayılanlar bir yana Sığacık’a aslında tek bir amaç için gelinir, o da pazarını gezmek. Öylesine sokak üstünde tezgahların sıralandığı bir pazar değil bu. Her Pazar günü kurulan bu pazar, başka pazar! Kalenin içindeki tüm sokaklara yayılmış, el yapımı, ev yapımı, organik, renkli, otlu, enginarlı ve yanında da bol sebzeli ve meyveli bir pazar!

pazar2

Yalnız Sığacık Pazarı’nı gezmenin altın kuralı, sabah erkenden ve aç gitmek. Kalenin kapısından adımınızı atar atmaz, büyük tencerelerde dumanı üstünde zeytinyağlı sarmalar, tepsi tepsi peynirli, otlu, patlıcanlı börekler sizi karşılıyor. Önce tüm sokakları gezip bunların tadına bakmak gerek. Asla ‘yok yemem’ diye itiraz etmeyin çünkü herkes yaptıklarını size o kadar hevesle tattırıyor ki, tekliflerini geri çevirmek imkansız. Yalnız karnınızı çok doyurmayın çünkü sırada otlu gözlemeler var. Bunları yerken isterseniz yeni demlenmiş bitki çaylarından içebilirsiniz. Ya da bizim gibi taze sıkılmış portakal sularını içerek enerjinizi pazardan çıkana kadar hiç kaybetmezsiniz. Tuzlulardan sonra tatlı bölümüyle tadım turuna devam ediyoruz. Elde açılmış cevizli ve peynirli baklavaları, burma tatlıları içimiz kıyılana kadar yiyoruz ama yediklerimizden asla pişman olmuyoruz.

pazar3

Karnımızı doyurunca hemen ikinci aşamaya geçiyoruz yani alışveriş yapmak için çantalarımızı açıyoruz. Alışverişin de birinci kuralı boş büyük bir çantayla gelmek. Önce yediklerimizden de eve götürmek üzere paketler yaptırıyoruz. Eğer midenizde yer kalmışsa ikram edilerin tekrar tadına bakmak üzere ikinci tura geçebilirsiniz.  Sonra da otların olduğu tezgahlara geçiş yapıp adını bildiğiniz, hayatınızda ilk defa gördüğünüz ve belki de son defa göreceğiniz bilimum Ege otlarından ne kadar veriyorlarsa alıyorsunuz. Bir bağ diyorsunuz ama verdikleri otları iki kolunuzla bile sarmanız imkansız. Enginarların yeşili ve tazeliği de sizi fazlasıyla çekecek, bıraksalardı çiğ çiğ yerdim sanırım. Tüm aldıklarımızı çantamıza sığdırma çabası içerisinde bir yandan da evde nasıl pişireceğimizin tariflerini de almayı ihmal etmiyoruz. İşin uzmanı teyzelerin tavsiyelerini dinlemek gerek ki bu otlarla ilk tecrübemiz hüsranla sonuçlanmasın.

pazar5

Otlardan sonra ev yapımı reçeller ve meyve likörleri de alışverişin önemli bir kısmını teşkil ediyor. Zeytin ve zeytinyağlılardan da ayrıca bahsetmeme gerek yok sanırım. Burada ne alırsanız hepsinin tamamen doğal olduğu unutulmamalı. Herkesin göremediği ama bir şekilde okuduğu bir tabela var burada: “Hiçbir katkı maddesi bu pazara giremez”. Son olarak da kalenin sahile yakın bölümünden de organik sebze ve meyveleri alarak iki elimiz, kolumuz ve çantalarımız dolu şekilde Pazar maceramıza noktayı koyuyoruz.

pazar6

Öncelikle yeşili bol, ikramları lezzetli, bambaşka bir pazar deneyimi yaşamak, denizin maviliğine hayran kalıp sakinliğiyle huzuru tüm damarlarınızda hissetmek için Sığacık’a gelinir. Öncesinde İzmir ve Urla gezilir ve ayrılmadan önce de emeklilik planları yeniden gözden geçirilir. Kısa veya uzun fark etmez haftasonları ve küçük tatil kaçamakları için gezilecek yerler listesinde buraya mutlaka öncelik verilir. Giderken de Sezen Aksu’nun sözlerine şöyle minik bir ilave yapılır: Kalbim Ege’de, özellikle Sığacık’ta kaldı…

İlginizi çekebilir: Lisya Kalma’dan “Germiyan Köyü: Eski Türkmen Köyü’nde Slow Food Hareketi”