Como: Kuzey İtalya’nın Büyülü Kıyısı
Başta George Clooney’nin meşhur ettiği gölün adı olmaktan fazlası değildi. Sonra, Erasmus’un ilk seyahati oldu. Aynı zamanda, hayatımın en güzel dönemi dediğim o sekiz ayın ilk keşfi ve güzel bir Cumartesi. Çoğu insan Roma-Floransa-Venedik’in bulunduğu Klasik İtalya turuyla başlar ya gezmeye, ben rotamı kuzeyden çizdim. Como; şimdi biraz puslu, çokça mavi ve fazlasıyla yeşil bir resmin en güzel parçası ve en sevdiğim küçük şehir. Her sene, belki de her ay gitsem bir kere daha ‘iyi ki gelmişim’ diyeceğim yer.
Como’yla ilk tanışmam, Erasmus’taki bir hayli enternasyonel arkadaş grubumuz sayesinde oldu aslında. Hızlandırılmış İtalyanca kursu sonrası başlayan ders haftasının ilk hafta sonunda, Milano’dan trenle gidilebilecek bir yerde, yazdan kalma bir Cumartesi geçirelim istiyorduk. Milano hakkında fikir sahibi olanlar bilir, çevresi İtalya’nın Göller Bölgesi. Hazır trenler de vızır vızır işliyorken, bizim de aklımıza Como’ya gitmek geldi. Magazinden, dergilerden bildiğimiz, Kuzey İtalya’nın İsviçre sınırındaki İtalya’nın en büyük üçüncü gölünden adını alan Como.
İşin aslı; Como gezimizdeki hedef, sonbahara beş kala güneşiyle biraz güneşlenmek, biraz da gölde yüzmekti. Göle ilk kez gideceğimiz için de açıkçası nasıl bir yerde inmemiz gerektiini bilmiyorduk; ama ne demişler, bu devirde ev alma komşu al. Ya da İtalya’da uzun yıllardır yaşayan bir arkadaş edin! Biz de okulda bizden fazlasıyla kıdemli olan Iris’ten aldık tüyoları, nasıl gideceğimizi, nerede yüzeceğimizi. Cumartesi sabahı saat 10.20’de, Milano’nun o kocaman tren istasyonu Centrale’de değil, Triannale’ye yakın olan daha küçükçe istasyonu Cadorna’da buluştuk; çünkü ineceğimiz yer olan Como Nord Lago’dan geçen trenler Cadorna’dan kalkıyordu, hala da öyle. Bu arada, siz de Milano’dan Como’ya gitmek isterseniz biletinizi Cadorna’daki otomatlarından alabilirsiniz. Tek yön, 4.55 Euro. Tren saatleri için de Trenitalia’nın web sitesi son derece sistemli çalışıyor. Türkiye’deki gibi değil, orada her şeyin bir kolayı var.
1 saat süren tren yolculuğunun sonunda, Milano’dan Como’ya şıp diye ulaşıverdik. Zaten, yolda etrafı izleyip bir yandan da konuşmaktan zaman nasıl geçti anlamadık. Tabii, o dakikalarda biraz heyecanlıyım ben de. Yazın yüzme delisi bir insan olarak, dakikalar sonra Alpler’le çevrili Como Gölü’nde yüzecek olmam bana ölmeden önce yapmam gereken 100 şey listemi hatırlatıyor çünkü. Siz de gittiğinizde, Nord Lago istasyonunda inip sola döndükten sonra, sizi götüren yolun sonunda İtalyanların ‘ferry’ dediği motorların kalktığı iskeleyi göreceksiniz. Buradan kalkan ferry’lerle, Como’nun farklı kıyılarına gidebilir, bir dizi iskeleyi gezdikten sonra, bizim yaptığımız gibi Moltrasio’daki beach’e girebilirsiniz. İskeleden çıkıp, sola doğru yürüdüğünüzde Grand Hotel Imperiale Moltrasio’nun hemen yanındaki plaj. Tabii, plaj demişken, öyle sapsarı kumların olduğu geniş kumsallardan bahsetmiyorum. Göle kıyısı olan doğal bir ortamda, seti yaklaşık 20 Euro olan şezlong ve şemsiyelerden kiralayıp keyfinize bakıyorsunuz. Moltrasio; güneşlenirken size ‘ayyy ne güzel göl’, ‘aynı masallardaki gibi bir manzara’, ‘iyi ki de gelmişim’ gibi cümleler kurduran bir kıyı. Merdivenden indiğinizde yemyeşil bir su ile karşı karşıya kalacaksınız. İşte, burası benim rüya kasabam; Como.
Eğer bundan önce gölde yüzmediyseniz, buraya gelin, Como’da yüzün. Çünkü, eğer bundan önce hiç gölde yüzmediyseniz, bu hissi kaçırmanızı istemem. Burası, etrafı Alpler’le çevrili, sisin çöktüğü puslu manzarasında, yemyeşil suyla birleşen eşsiz bir kasaba. Suya ilk girdiğimde herkes yüzüyor, ben etrafıma bakıyorum. Baktıkça bakıyorum, bakmalara doyamıyorum. Öyle garip bir doğa, öyle güzel bir manzara. Yüzerken biraz yoruyor tabii. Ne de olsa denizde olduğu gibi kaldırma kuvveti yok gölde. Bu arada, gittiğimiz plajın kafesi de vardı ama biz Erasmusluların gezi sırasında çok para harcaması Erasmus ruhuna ters olduğundan, paramızı şemsiye ve şezlonga ayırmak için tabii ki sandviçlerimizi evlerimizde hazırlayıp gittik. Iris söylemişti, piknik yasak olduğundan dışarıdan yiyecek getiriyorsanız gerçekten de plajdan çıkıp dışarıda yemelisiniz. Adamlar prensip sahibi, uymak lazım.
Güneş gidince biraz da turistikoluğun hakkını verelim dedik ve gezinin başında ferry’e binip Moltrasio’ya geldiğimiz iskeleye geri döndük. Bu arada, ferry turumuz için gidiş-dönüş 15.20 Euro ödemişiz. İflah olmaz bir koleksiyoner olduğumdan, tabii ki biletleri kutsal seyahat kutumda saklamışım, yazmadan baktım. Her neyse, iskelenin karşısında Piazza Cavour var, çarşı orada başlıyor. Piazza Cavour tarafına geçince, İtalya’nın herhangi bir şehrini gezmeye gelmiş turistlerin yapacağı ilk şey olarak, biz de soluğu sokağın başındaki Gelateria’da aldık. Dondurmanın mükemmel olmasına tabii ki hiç şaşırmadık ve sağa sola bakınarak biraz ilerdeki kiliseye doğru yürümeye devam ettik. Como’ya gelme amacı gölde yüzmek olunca, kıyafetlerimiz kiliseye girmeye uygun olamadı. Biliyorsunuz, bazı kiliselere şortla girilmiyor. Biz de dışarıdan bakmakla yetindik. Sonra, biraz da hediyeliklerle ilgilenip istasyona geri döndük. O kadar güzel bir gün geçirdim ki o gün, tadı damağımda kaldı. Geçtiğimiz yaz yine gittim Como’ya, aynı yolu izleyerek. Pek bir değişiklik yoktu. Moltrasio’da piknik yapmak hala yasak ve çarşının başındaki yerde dondurma hala çok efsane. Göl zaten her zamanki gibi dupduru ve yemyeşil.
Hazır yazın güneşli günleri hala devam ederken, yakınlarda İtalya turuna çıkacak varsa aranızda, yolunuzu mutlaka Como’ya da düşürmelisiniz. Size bir sır vereyim; bazen kendimi bir İtalyan sanıyorum. Sanırım önceki hayatımda orada yaşıyormuşum, o kadar çok seviyorum. İtalya’nın her köşesi ayrı bir güzellik, her köşesi ayrı bir iz. Hakkında o kadar çok şey yazabilirim ki bazen cümleleri özetlemek haksızlık gibi geliyor. Yine de Como için düşündüklerimi anlatmak pek zor değil gibi. Boş bir tuval düşünün. Şimdi şuraya neşeli bir ağaç koyalım, belki de burada mutlu bir bulut vardır. Titanyum beyazıyla boyanmış gibi. Peki ya şurada bir göl olsun mu? Fırçayla istediğim yere dokunuyorum, içimden geldiği şekilde boyuyorum. Ressam Bob gibi, kolayca. Ve baktığımda her şey doğal. İşte, burada da her şey böyle, içten geldiği gibi, elle çizilmiş sanki.
İlk yorumu siz yazın!