Tess: Arzunun Pastoral Nesnesi
Pera Müzesi ve theMagger işbirliğiyle hazırlanan serinin ikinci yazısı, Pera Film’in “Aranan ve Arzulanan” başlıklı programında filmlerinin gösterimleri devam eden, Polonya sinemasının en önemli yönetmenlerinden Roman Polanski’nin “Tess”i üzerine…
Kimilerine göre Kubrick sineması için Barry Lyndon neyse, Polanski sineması için de Tess odur. Polanski sinemasını temsil edecek tek bir film seçilecek olsa akla gelen ilk film Tess olmaz şüphesiz. Üstadın alamet-i farikası o karanlık atmosferli, açıkça noir’e göz kırpan hikayelerin yanında Tess hanım kızımız fazla pastoral kalır. Öte yandan, filme adını veren Tess D’urberville’i pek çok Polanski karakterinin yanında Piyanist’in Wladyslaw Szpilman’ı ile de ortak kılan bir çıkışsızlık kuşatır. Kostümlü drama kisvesinde güçlü bir karakter çalışmasıdır Tess, karakterinden başka hiçbir dayanağı kalmayan bir kadının çevresinde örülen duvarları ve sisteme sessizce teslim oluşunu anlatır.
Rivayet odur ki, Polanski’nin Thomas Hardy’nin aynı isimli romanıyla tanışması o zamanlar evli olduğu Sharon Tate vasıtasıyla olur. Kitabın bir film olarak potansiyelini öngören Tate, başrole de kendisi talip olur. 1969’daki trajik ölümü projenin belirsiz bir zamana ertelenmesine sebep olsa da tamamen engel olmadı. Polanski filmini Sharon Tate’e adayarak Tate’in trajik ölümüyle Tess’in makus hikayesini birbirine bağlayıverdi. Polanski’nin kimilerine göre son başyapıtı olan Piyanist’i umutlu bir hikaye olarak anmanıza sebep olacak Tess’in yıkıcı etkisinde belki biraz da Tate trajedisinin payı olabilir.
Filme benzersiz tadını veren güçlü sembolizm kitaptan sinemaya uyarlanırken sıkı sıkıya korunmuş. Thomas Hardy’nin modernizm ile insanın doğası arasındaki gerginliği işaret eden izleği perdeye aktarılırken gücünden hiçbir şey kaybetmemiş. Film de, cennet ve cehennem sembollerinin kullanıldığı sahneler, pagan inancına gönderme yapan motifler, kilit sahnelerden eksik olmayan ve Tess’le ilişkileri üzerine tez yazılabilecek hayvan figürleri ve iki farklı toplumsal sınıfın kusurlarını temsil eden iki ana erkek karakteri ile Viktorya dönemi İngilteresi’ni gözümüzün önünde canlandırıyor. Bu anlamda, orijinal metne en sadık film uyarlamalarından da birisi kendisi.
Tess’in belki de en güçlü yanı olan güçlü sinema dili ise iki kamera ustasının eseridir. Filmin çekimleri başladıktan kısa süre sonra ölen Geoffrey Unsworth’ün (2001: Uzay Yolu Macerası, Kabare) yerine Belçika doğumlu Fransız görüntü yönetmeni Ghislain Cloquet (Rasgele Baltazar, Aşk ve Ölüm) gelir. İkilinin Oscar ile de taçlanacak ortaklığı empresyonist ressamları kıskandıracak bir kadraj ve renk çalışmasıdır. Geniş açılarda anmadan geçemeyeceğimiz Millet ve Corot yakın planlarda yerlerini Rafael-öncesi ressamlarına bırakır. Tess’in pastoral bir masal olarak başlayan hikayesi Millais’nin Ophelia’sının yüzdüğü sulara doğru sessiz ve derinden akar.
Oturup derinlemesine bir okuma yapmadan bile kalbe dokunan bir film Tess, ama biraz emekle her izlediğinizde soğanın katmanları gibi yaprak yaprak soyuluyor. Her izlenişte başka bir filme evrilip, seyirciye daha da büyüme şansı veriyor. Tanrıların unuttuğu Tess’in hikayesi tarımsal makineleşmeden kadın ve erkeğe uygulanan çifte ahlak standardına, Hristiyan mitosundan pagan inancına uzanan zengin sembolik dünyasıyla hem ilk kez izleyeceklere, hem de daha önce izlemiş olanlara çok şey vaat ediyor.
Aranan ve Arzulanan: Roman Polanski programı 29 Kasım 2014′e kadar Pera Film’de devam ediyor.
İlk yorumu siz yazın!