İlk yorumu siz yazın!
The Knick: Tıp Tarihinin Kanlı Sayfalarından Ekrana
“Modern tıp bir yerden başlamalıydı…”Kar yağışına teslim olduğumuz ve evde daha uzun saatler geçirdiğimiz şu günlerde yeni bir diziye kaptırdım kendimi. Yazdan beri radarımda olan Steven Soderbergh imzalı, başrolünde ise Clive Owen’ı gördüğümüz The Knick insanı ilk sahnesinden itibaren ekrana bağlayan bir şaheser. Kan, bilim, tutku ve yenilik dolu bir dönem dizisi kulağa ilginç geliyor değil mi?
Sene 1900. Elektrik, motorlu araçlar, silahlar ve ilaçlar gibi çağın getirdiği yeniliklere her gün bir yenisi eklenmektedir. New York’ta The Knickerbocker (namıdiğer ‘the Knick’) Hastanesi’nde baş cerrah olarak görev yapan hırslı, zeki ve bir o kadar acayip bir adamın, Dr. John W. Thackery’nin etrafında döner olaylar. Sıvı kokain ve afyon bağımlısı Thackery, çağının önde gelen cerrahlarından biridir ve bağımlılığı ile ayak uydurduğu koşturmacada tıp tarihine adını altın harflerle yazdıracak gelişmelere imza atmaktadır. Cerrah doktorlar Gallinger ve Chickering’e ek olarak ekibine yönetimin zorlamasıyla yeni katılan Afrikalı-Amerikalı Dr. Algernon Edwards ise ırkçılığın tavan yaptığı günlerde dengelerin değişmesine yol açacaktır. Her gün bir sürü isimsiz göçmenin öldüğü New York’ta ırkçılık da karahumma kadar çaresiz bırakan bir salgın hastalık gibidir.
O dönem için bir hayli yenilikçi yöntemlere imza atan The Knickerbocker Hastanesi 1979’a kadar gerçekten New York’un Harlem bölgesinde yer almış bir kuruluş. Mucit kişilikli baş cerrah karakteri ise tıp tarihinin önde gelen isimlerinden, ünlü Johns Hopkins Hastanesi’nin kurucuları arasında bulunan Dr. William Halsted’den esinlenilmiştir ki kendisi de bir kokain ve morfin bağımlısı olarak bilinmektedir. Yazarların derinlemesine araştırdığı dönem tarihçesine göre yapılan deneyler, kullanılan cihazlar ve ameliyatlar gerçekle parallelik göstermekte. Sanırım bu yüzden dizideki kanlı operasyonların her biri bir hayli vurucu, bir hayli tüyler ürpertici geliyor. Şimdi çaresini bildiğimiz birçok hastalık ya da sendrom o devirde insanları kısa sürede öldürmeye yeterliydi, hayat beklentisi 50 yıldan fazla değildi. Bugün hayatta olmamız için geçmişte kaç kişi ölmek zorunda kaldı bir düşünsenize… Diziyi izlerken kendime bu soruyu çok kez sordum ve modern tıp çağında yaşadığım için bir kez daha şükrettim. Bundan yüz sene sonra birileri yine bunları söyleyebilecek mi? Bence dizinin düşündürmek istediklerinden biri de bu, en azından benim için öyle oldu.
Baş karakter yeri geldiğinde büyük riskler almaktan çekinmeyen, kimsenin aklına gelmeyecek yöntemler deneyen, kendi icatlarına imza atan, ama zeki ve yetenekli olduğu kadar küstah ve çekilmez bir adam. Size birini mi hatırlattı? Siz de benim gibi House MD dizisinin hayranlarındansanız, Thackery karakterinin House’a ne kadar benzediğini anlamanız uzun sürmeyecektir! İki karakteri birleştiren karizma, zeka ve küstahlık özelliklerinin yanı sıra madde bağımlılığı da işin içine girince ortaya izlemesi hayli çekici bir karakter profili çıkıyor. House’un Vicodin’i yerine sıvı kokain (o zamanlar kullanımı legal ve hastanelerde çoğunlukla morfinle beraber anestezi maddesi olarak kullanılıyor) bağımlısı olan Thackery’nin madde kullandığında yarattığı mucizelere ve kullanamadığı zamanlardaki dibe vuruşuna tanık olmak yine House MD‘den alışkın olduğumuz bir tecrübe. Ekibi ile mucizelere imza atan doktorun herkes tarafından gıpta ile izlenmesi ve aynı oranda antipatiye yol açması iki karakter arasındaki benzerliklerden bir diğeri. Ayrıca, baş karakterlerden biri olan ve hastanenin baş finansörünün kızı ve yönetim kurulundaki temsilcisi Cornelia Robertson, zengin ve güzel olduğu kadar dönemin şartlarında aktif bir şekilde çalışmayı seçecek kadar iddialı bir kadın. Onu da özlediğim Cuddy karakterine benzetirsem çok mu ileri gitmiş olurum acaba? House MD bittiğinden beri bu anı bekliyormuş gibi konuşsam da ipuçları bana bu bağlantıları kurdurdu, yorum size kalmış.
Thackery karakterinin bu kadar zıt uçlarda yaşadığı hisleri kameraya olağanüstü bir oyunculukla yansıtan Clive Owen ise bu sene gelen Golden Globe adaylığını hak etmiş görünüyor. Owen’in verdiği bir ropörtajda bahsettiği üzere on saatlik bir film tadında olan dizi diğer dizilerden farklı olarak bölüm sırasıyla değil, aynı bir film gibi sahne sırası gözetmeden çekilmiş. Oscarlı yönetmen Steven Soderbergh sıra dışı çekimleri ve seyirciyi büyüleyen bakış açısıyla dizi dünyasına yeni bir soluk getirmiş oldu. Dönem dizisinin tüm gereklilikleri eksizsiz bir biçimde yansıtılırken beklenmedik yerlerde kullanılan modern müzik tınıları dizinin 21. yüzyılda çekildiğini anımsatan faktörler gibi sanki. Kadroda yer alan çoğu oyuncunun ‘evet’ demesindeki en büyük faktör olan Soderbergh, dizinin yine on bölümlük ikinci sezonunu da bu kalite sayesinde onaylatmış bile.
Dikkatimi çeken diğer bir nokta ise dizinin adından başka hiçbir jenerik yazısının kullanılmaması. Zamanında büyük hayranlıkla izlediğim Lost dizisi başladığında kısalan jenerik süreleriyle dalga geçilmişti, bu dizide ise siyah arkaplan üzerine beyaz harflerle yazılan The Knick adı birkaç saniyeden fazla görünmüyor. İzleyici dikkatini dağıtmadan odaklanabilsin diye mi yapılıyor artık bunlar acaba? Akıllı telefon çağında herkesin her boşlukta sosyal medyaya dalması sebebiyle ortalama seyircinin dikkat süresi birkaç dakikayı aşmıyor herhalde… Dizinin adı hakkında son bir görüş bildirmeden edemeyeceğim. ‘The Knick’ hastanenin adının kısaltması olduğu kadar İngilizce’de okunuşu aynı olan ‘nick’ kelimesini de çağrıştırıyor. Bu kelime ise ‘kesik, çizik’ manasına geliyor ki cerrahların neşterle yaptıkları ilk hareketi anımsatması tesadüf olamayacak kadar güzel!
Dizi boyunca tıp tarihi bir yana, elektriğin modern hayatta yayılmaya başlaması ve günümüzde hayatın parçası olan bir çok icadın ilk kez kullanımını görmek adeta insanı büyülüyor. 1900’lerin mucitlerin, mimarların ve yeniliklerin çağı olacağını söyleyen karakterlerden bir tanesine ise hak vermeden edemiyor, o dönemde bunları tecrübe etmenin ne kadar büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünmeden edemiyorum. Teknolojiyle doğru oranda gelişmeye devam eden tıp dünyası bu sayede ufkunu geniş tutmanın neleri doğurabileceğini seyirciye kanıtlar nitelikte. Tıp bu kadar hızlı gelişirken sosyolojik bir çok problemin hala yüz yıl önceki zihniyete ait olduğunu görmek ise içler acısı. İkinci sezonu merakla bekliyorum!
Hem Soderbergh hem de Clive Owen isimlerini okur okumaz izlenecekler listesinin başına kouydum bu diziyi, sağolasın Canan'cım! Eğer izlemediysen yazından anladığım kadarıyla aynı kalitede olduğunu düşündüğüm True Detective'i tavsiye ederim sana. İlk sezonu 8 bölüm ve oyuncularının 8 saatlik bir film kalitesinde diye tanımladığı bir dizi, aklında olsun🙂
Çok sağol Deniz, evet kesinlikle tavsiye ediyorum! True Detective'in de ününü duydum ama henüz izleme fırsatım olmadı, en kısa zamanda başlayacağım.