Inside Llewyn Davis: 1960’ların New Yorku’na Yolculuk
Inside Llewyn Davis’in (Sen Şarkılarını Söyle) Coen Kardeşler’in son zamanlarda çektiği en şahane film olduğu bir gerçek. Bizi 1960’ların New Yorku’na götüren ikili, bir kaybeden olmaya mahkum gibi gözüken şanssız bir adamın, folk şarkıcısı Llewyn Davis’in hikayesini anlatıyor.
Llewyn Davis (Oscar Isaac) satmayan albümleri, tanıdığı -ve tanımadığı- insanların kanepeleri arasında mekik dokuduğu yaşamı, sürekli bir yere bırakmak zorunda kaldığı eşyaları, New York kışında bir paltosu bile olmayışı ve hayatını düzelteceğini düşündüğü anda karşısına çıkan yeni engellerle tam bir kaybeden. “Tuttuğu her şeyi boka çevirdiğini” söyleyen Jean, onu “Midas’ın beceriksiz kardeşi” olarak tanımlıyor. Yıllarca birlikte müzik yaptığı arkadaşı Mike kendini bir köprüden atmışken, prodüktörlerin tek öğüdü tek başına müzik yapmaması, eski müzik partneriyle yeniden bir araya gelmesi oluyor. Ailesinin desteğine ihtiyaç duyduğunda, ablasının tek öğüdü küfretmeyi kesmesi ve eskisi gibi deniz subayı olması, arkadaşları Jean (Carey Mulligan) ve Jim’in (Justin Timberlake) kanepesinde bir gece daha geçirmek zorunda kaldığında ise, Jean’ın tek öğüdü de ne yapıp edip kürtajı için para bulması gerektiği oluyor.
Inside Llewyn Davis, absürt karakterleriyle, dahice mizahıyla ve ustaca yazılmış cümleleriyle Coen Kardeşler sinemasının tüm özelliklerini yansıtan ve bunların yanına yer yer hüzünlü, yer yer eğlenceli folk şarkıları eklemiş bir film. Bruno Delbonnel’in mükemmel görüntülerindeki renk paletinin daha soğuk ve daha hüzünlü kıldığı Llewyn Davis’in hikayesini, mutlu sonla bitmeyeceğini her halinden anlamanıza rağmen sonuna kadar ilgi ve gülümsemeyle izleyeceksiniz. Filmin sonlarına doğru, “Biraz daha kahve?” diye soracak garson kadın, Llewyn Davis’e, ve kahvenin Llewyn Davis için yalnızca bir bahane olduğunu sadece siz bileceksiniz o sırada. Çünkü albümünün bir şansı olup olmadığını öğrenmek için New York’tan Chicago’ya, garip insanlarla dolu bir otomobil ile yolculuk yapmak zorunda kalışına, şehirde attığı ilk adımda çoraplarının sırılsıklam oluşuna, ısınmak ve çoraplarını kurutmak için oraya sığınışına yalnızca siz tanık olacaksınız.
Adından anlaşılacağı gibi, Llewyn Davis’in iç dünyasına bir yolculuk yapacağınız bu film, kahveyi başrole koymuyor belki. O yüzden bize, çok sevdiğimiz, kokusu özellikle New York’un sokaklarına pek yakışan kahvenin böylesi kötü anlarda değil, güzel anılarda bir bahane olmasını ummaktan ötesi düşmüyor.
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Film Önerileri
İlk yorumu siz yazın!