Ver Elini Amerika!: Los Angeles'ta İki Gün
Bu tip bir seyahat için, bütçesini seven planlamalara olabildiğince erken başlasın… Ucuz uçak biletleri ve uygun otel rezervasyonları için aylar öncesinden harekete geçmenizde yarar var. Zira yaklaşan tarihlerde yapılan uçak bileti harcamaları ve otel rezervasyonları bir miktar bütçe yıkıcı olabilir… Zaten artan paranız cebinizde uzun süre dayanmayacak, harcayacağınız pek çok fırsat çıkacak karşınıza Birleşik Devletler’de 🙂
Uçak bileti alırken ise milleriniz veya varsa kredi kartı puanlarınızı kullanabileceğinizi hatırlatalım. Bilet fiyatları 1500-2000 TL civarında bulunabilir. Güzergahımız THY’nin Boeing 777 tipi uçağıyla İstanbul-Los Angeles… 14 saatlik seyahatimiz birbirinden güzel filmlerin ardından mışıl mışıl 5 saatlik uykuyla tahminimden daha kolay geçti.
Uçak biletlerimizi hallettiğimize göre gelelim nerede konaklayacağımız sorusuna… Bunun için tercihinize göre üç opsiyondan birini seçebilirsiniz, karavan kiralamak, couchsurfing gibi sitelerden evinde kalabileceğiniz misafirperverler aramak, yahut en klasik şekliyle otel rezervasyonu yapmak 🙂 Oldukça merak ettiğim ilk iki seçenekle ilgili ilerde tecrübe edinirsem mutlaka yazarım lakin şuan için otel opsiyonuyla ilerleyeceğim. Konaklayacak otel arama kısmı bizim en çok vakit harcadığımız kısımdı diyebilirim. Bu süreçte booking.com ve tripadviser hayat kurtarıcıydı…
Unutmadan pek tabii araba kiralamanız önerilir böyle bir rota için, bunun için de konaklayacağınız otelin otoparkı var mı, ya da otopark ücretli mi gibi detaylara bakmayı aman unutmayın.
Araba demişken biz gitmeden www.budget.com ’dan yaptık rezervasyon işlemimizi. Bu ve benzeri sitelerde bütçenize ve zevkinize göre pek çok çeşit araba bulmanız mümkün. Gittiğimizde hizmetlerinden de gayet memnun kaldığımız için budget’ı tavsiye edebilirim.
Arabayı aldık, kontağı çevirdik de “which way to go bro?” nereye, ne yöne gideceğiz koskoca California eyaletinde? Arabanızda çalacak (önceden ayarladığınız) müzikler ve GPS en önemli iki ayrıntı Amerika seyahatinde, söylemedi demeyin. Biz SYGIC GPS aplikasyonunu aldık gitmeden. Zaman sınırı olmayan, tüm dünyada geçerli versiyonunu… Yanılmıyorsam indirimden faydalanmıştık ve 100 dolar civarıydı fiyatı. Hem kullanımı son derece kolay hem de kaybolmak için üstün bir çaba harcamamıza rağmen bizi hep doğru yola çıkarmayı başardı 🙂
Eh her şey tamamsa seyahatimizin ayrıntılarına geçelim mi artık? İlk lokasyonumuz Los Angeles…
Los Angeles’ta asfalt yol görmeniz mümkün değil. Yollar tamamen beton. Bu sayede çökme riski olmuyor. Refah seviyesini yollarda bile görüyoruz kısacası.Yola çıktığınızda en sol şeritte “Car pools only” yazıları göreceksiniz. sol şerit sadece minimum iki yolcusu olan araçlara ait anlamına geliyor bu. Sol şerit diğer şeritlerden hızlı aktığı için kalabalık araçlar ödüllendirilmiş oluyor bu şekilde. Yani her birey arabasını alıp yollara çıkmasın kardeşim, toplaşıp binin şu araçlarınıza ki hem trafik artmasın hem çevre zarar görmesin diyor Amerikalı yetkililer zannımızca. Bu arada hız sınırı 65 mil bilginiz olsun. Öyle yol boş ve düz diye kaptırmayınız kendinizi. Anında siren sesleri yanınızda bitiyor.
İlk günün rotası Venice Beach, Beverly Hills ve Hollywood! Rotamızı gitmeden şekillendirdik, size de tavsiyem budur. Çünkü Los Angeles oldukça büyük bir metropol. Öyle ki California’nın en büyük, ABD’nin ise ikinci büyük (New York’tan sonra) şehri. Bu sebeple bu şehre gitmeden iyice araştırıp, gezilip görülecek yerleri öğrenmeniz ve planlamanızda fayda var. İyi bir planınız yoksa zamanınızı Los Angeles’ın uzun ve düz yollarında heba edebilirsiniz zira. Pek çok Amerikan filminden hatırladığımız Venice Beach’i görür görmez ilk işimiz ayakkabılarımızdan kurtulup kendimizi yumuşacık kumlara atmak oldu.
Deniz kenarında sahil boyunca yürüdük ve mis gibi okyanus havasını içimize çektik. Günün erken saatine rağmen etrafta sörf yapanlar, koşanlar ve köpeklerini gezdiren mutlu yüzler görmek mümkündü. Venice Beach , ismini evlerin aralarından geçen kanalların Venedik’e benzerliğinden almış bunu da öğrenmiş olduk.
Yürüyüşe doyduktan sonra iki bisiklet kiraladık ve Venice’in altını üstüne getirdik. Sahil boyunca parkların basket/voleybol sahalarının, birbirinden renkli dükkan ve cafelerin yer aldığı bisiklet yolunu takip ederek keyifli bir tur yaptık. Sonra bu ışıl ışıl sahile veda ederek, Beverly Hills’in yolunu tuttuk.
Birbirinden güzel evlerin, lüks otomobillerin ve boylu boyunca dizilmiş palmiyelerin olduğu Rodeo Drive Caddesi’nde dolandık ve Hollywood’a yöneldik.
Yılda binlerce turistin ziyaret ettiği bu büyülü yer 20. yy’ın başlarında New York’taki Broadway’e rakip olarak doğmuş. Thomas Edison’un sinemaya katkılarıyla elinde tuttuğu patentler NewYork’taki film maliyetlerini arttıran etmenlerdenmiş ve Edison’a para vermek istemeyen yapımcılar Hollywood’a giderek burada çekmeye başlamış filmlerini…
Bu kısa mış-müş’lerden sonra Holywood’da ilk olarak arabanızı ne yapacağınızdan bahsedelim. Ara sokaklarda ücretli park yerleri bulmak mümkün ama park edebileceğiniz yerlerin (sokak üstü dahi olsa) ücretli olması kuvvetle muhtemel. Bu sebeple park ettiğiniz yerlerdeki uyarılara çok dikkat edin ki ceza ödemeyin. Amerika’da yokuş aşağı park ederken arabaların tekerlerinin kaldırıma doğru dönük olduğunu fark edeceksiniz. Tekerleri düz bırakırsanız ceza yeme olasılığınız yüksek.
Gelelim Hollywood’un en önemli caddesi olan Walk of Fame’e (Ünlüler geçidi de diyebiliriz). Bu cadde üzerinde yürürken yanınızda bir anda Marilyn Monroe ya da Dracula bitebilir ya da Jack Sparrow’la karşılaşabilirsiniz. Yol boyunca Oscar törenlerinin gerçekleştirildiği Dolby Tiyatrosu (eski Kodak Tiyatrosu), Çin Tiyatrosu, Madame Tussaud, ve Wax Museum’u görebileceksiniz. Walk of Fame deyip geçmeyin, Los Angeles’ın kültürel mirasları arasında yer alıyor bu cadde.
Hollywood ‘da turistlerin en çok rağbet gösterdiği bir diğer aktivite ise Hollywood turu. Rehber eşliğinde üstü açık bir araçla Lee Dağı’nda yer alan Hollywood yazısını –zoomlarsanız-fotoğraflayabilecek ve Charlize Theron, Keanu Reeves, Sylvester Stallone, Will Smith, Adam Sandler gibi ünlülerin evlerinin olduğu bölgeleri görebileceksiniz, fakat Amerikalı dostların yakın algısının bizimkinden biraz uzak olduğunu söylemeliyim. Ben bu tura çok da bayılmadım, ama gitmişken denenebilir. Dediğim gibi Hollywood yazısını yakından fotoğraflama şansınız düşük çünkü turların geçtiği rota uzak kalıyor. Hani H’nin ortasına oturup ‘ayaklarımı sallarken çek pampa’ gibi hayalleriniz varsa suya atın. Tur en son Beverly Hills sokaklarındaki evlerin önünden geçiyor ve geri dönüyorsunuz.
Hollywood turuna biraz çamur attıktan sonra keyif aldığım kısımlarına geçebilirim. Hollywood bulvarı üstünde yer alan Hooters (Dolby Tiyatrosu’nun karşısı) ve Hard Rock Cafe’yi (Dolby Tiyatrosu’nu geçince) mutlaka denemelisiniz. Hooters muhteşem bir Amerikan sports bar. Burada Samuel Adams fıçı bira ve yanında hot chicken wings’i özellikle denemenizi tavsiye ederim. Tabii Hooters’ı Hooters yapan birbirinden güzel garsonları da anmak lazım, mekanın en dikkat çekici kısmını oluşturuyorlar. Hard Rock Cafe’de ise keyifli müzikler eşliğinde bira ve birbirinden leziz atıştırmalıkları denemenizi öneririm.
İkinci gün ritmimizi biraz daha arttırıyoruz ve ilk rotamızı Universal Studios olarak planlıyoruz. Çocuk olsaydım da ancak bu kadar heyecanlanırdım sanırım. Universal Studios ister çocukla gidin ister çocuksuz gerçekten çok keyifli zaman geçirebileceğiniz bir eğlence parkı. Özellikle hafta içi gidecek şekilde planlamanızda daha az sıra beklemeniz açısından fayda var. Haftasonları 90 dakikaya varan bekleme süreleri olabiliyor aktivite kapılarında. Biz Salı günü gittik, maksimum 15 dk bekledik. Eğer gidişiniz kalabalık bir güne denk geliyorsa onun da çözümü var. Normalde 90 $ civarındaki ‘Day Pass’ yerine 150 $’lık ‘Front of Line Pass’ bilet alırsanız parkın içindeki tüm aktiviteler için öncelik hakkı almış oluyorsunuz, uzun kuyrukların başına alıveriyorlar sizi. Girişte neyi nerede bulacağınızı gösteren küçük haritaları almayı unutmayın. Bilet fiyatlarına ve ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Gelelim en bomba bulduğum Universal aksiyonlarına. Biz çok şanslıydık.. Parka girer girmez karşımıza Despicable Me çıktı! Çılgın Hırsız ve Minnionlar Universal’a yeni gelmişti! Ve çok keyifliydi. Şiddetle tavsiye edeceğim diğer çok boyutlular arasında Transformers, Mummy, The Simpsons vardı. Burada resmen dünyadan kopup başka boyutlara gidiyorsunuz. Amerikalılar bu işi gerçekten biliyor.
Waterworld’ü de kaçırmayın günde birkaç kez sahneliyorlar. Gerçek bir Hollywood film çekimini hileleriyle birlikte tüm çıplaklığıyla görebiliyorsunuz. Azıcık ıslanmaktan bir şey olmaz diyorsanız, ki hiçbir şey olmuyor, Jurassic Park’ı da tavsiyelerim arasına ekliyorum. Biraz Çığlık atmak iyi geliyor. İndiğinizde en korkmuş, yamuk yumuk surat ifadenizi de fotoğrafladıklarını gördüğünüzde kahkahalara boğuluyorsunuz.
Ve Universal’ın olmazsa olmazı ‘Stüdyo Turu’. Filmlerin, dizilerin çekildiği stüdyoları havadar bir otobüsle gezerken bir yandan da ekranda hangi filmin hangi sahnesinin, önünden geçtiğiniz stüdyoda çekildiğini görüyorsunuz. Bir ara King Kong’lu bir Jungle’a düşüyorsunuz, dinozorların arasından geçiyorsunuz, bir tren istasyonunda yanı başınızda tren kazası olurken bir tarafta yangın ve patlamalarla irkiliyorsunuz.
Rüya gibi geçiyor.. Çıkmadan ünlü Johnny Rockets’ta bir şeyler atıştırıyoruz. Burası da Geleceğe Dönüş filmindeki hamburgerci. Universal’da gününüzün büyük bir kısmını rahatlıkla geçirebiliyorsunuz. Los Angeles’ta Universal Studios dışında gidebileceğiniz pek çok eğlence parkı var, Disneyland ve Six Flags bunlardan iki tanesi.. Biz Universal’la yetindik çünkü gidecek çok yerimiz vardı ve enerjimizi biraz da Vegas, Carmel ve San Francisco’ya ayırmak istedik.
Los Angeles’tan ayrılmadan mutlaka Camerello Premium Outlet’e uğrayın ve en az 3 saatinizi ve biraz bütçe ayırın. Tommy Hilfiger, American Eagles, Abercrombie, GAP, DKNY vb. pek çok markanın ürünlerini Türkiye’dekinin yarısından da ucuza bulabileceksiniz. Gitmeden sitesinden ücretsiz üye olarak indirim kuponları almayı unutmayın. Outletlerde işe yarıyorlar. Ayrıca girdiğiniz her mağazada clearence yazılarını arasın gözleriniz. Bu kısımlar ekstra indirimli alanlar. Camerello alışveriş severlerin rahatlıkla bir gününü geçirebileceği büyüklükte bir yer, Amerika’ya giderken yanınızda ekstra bir bavulla gitmenizde yarar olduğunu söylemeliyim daha da güzeli bizim gibi bavulunuzu outletlerden de alabilirsiniz.
İlk yorumu siz yazın!