“Hayatı seç. Meslek seç. Kariyer seç. Aile seç. Kocaman bir televizyon seç. Çamaşır makinesi, araba, cd çalar ve elektrikli konserve açıcısı seç. Sağlıklı yaşam, düşük kolestrol, diş sigortası seç. Sabit faizli mortgage seç. Ev seç. Arkadaşlarını seç. Rahat kıyafetler ve onlara uyan bir bavul seç. En iyi kumaşla dikilmiş üç parçalı kiralık takım elbiseni seç. Kendin yap paketlerini ve Pazar sabahları ne halt bir insan olduğunu sorgulamayı seç. O kanepede oturup beynini yakan, ruhunu parçalayan yarışma programlarını izlerken aburcubur tıkınmayı seç. Bütün bunların sonunda sefil bir evde çürürken soyunu sürdürmen için yetiştirdiğin o veletlere rezil olacak biçimde kendi altına etmeyi seç. Geleceğini seç. Hayatını seç.”

Irvine Welsh’in kült romanı Trainspotting için çekilen film, bu sözlerle başlar. Filmin kahramanı, Ewan McGregor tarafından canlandırılan eroin bağımlısı Renton, 90’lı yılların İskoçya’sında işçi ve orta sınıf çocukları olan kendi gibi bağımlı arkadaşlarıyla Birleşik Krallık’ın arka bahçesinde işsizlik ve değer bunalımlarıyla boğuşurlar. Bir başka kült film olan Fight Club‘da (Dövüş Kulübü) iyi bir işe sahip, standart bir beyaz yakalı olan, Edward Norton tarafından canlandırılan Anlatıcı’nın varoluşsal sorgulamalarını ve sabun satıcısı, sistem karşıtı Tyler Durden’a (Brad Pitt) dönüşünü izleriz. Monolog ve diyaloglarının hayranları tarafından tekrar tekrar paylaşıldığı filmde, Anlatıcı’nın standart beyaz yaka hayatı, IKEA mobilyaları ve eşya-sahiplik ile ilgili sorgulamaları bize çok tanıdık gelir:

“Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.”

Bu filmleri kült seviyesine getiren, aslında gözümüzün önünde olan, sorgulamadığımız, içinden çıkamadığımız döngüleri sert ve aşırı bir biçimde önümüze çıkarmasıdır. Herkes Fight Club‘a deli olur, çünkü herkes içinde, sabah 8 – akşam 5 her sabah gidip oturduğu o masadan kalkıp bir gün isyan etme potansiyeli ve daha da önemlisi, hayali barındırır. Bizi tutsak eden etiketler, markalar, sahibimizdir ve biz, daha fazlasına sahip olmak için kendimizi harap eder dururuz.

Bu döngümüzü bir kez daha sorgulatacak iddialı bir sergi, Küçük Farklılıklar, Trainspotting’in vatanı, sınıf sorunsalının en çok tartışıldığı ülkelerden olan Birleşik Krallık’tan Pera Müzesi’ne bizler için geldi. Serginin işleri kadar kendisi de ilginç ve farklı duruşlu bir kişilik olan sanatçısı Grayson Perry (kadın kimliğiyle, Claire), bilincinde olmadığımız, sürekli gözümüzün önünde olan o olağanüstü sıradanlığın peşinde. Sınıf ve tüketimcilik, din ve inanç ve kimlik çevresindeki fikirleri ana temaları olarak belirleyen Grayson Perry, sanatçı kimliğinin yanında, showlar yapan, belgeseller çeken bir televizyon yüzü. Perry’nin gündelik hayatta sık sık karşılaştığı ve özellikle televizyon programları yaparken tanıştığı sıradan insanlar, sanatçının pratiği ve Britanya toplumu, tarihi, siyaseti, sınıf sistemi ve popüler kültür incelemeleri üzerinde yoğun etkiye sahip olmuş. Sanatçı, sınıf ve kimliğin bizim iç manzaralarımızı oluşturduğunu ve bütün tercihlerimizi bunların etkilediğini belirtiyor. Sınıf ve kimlik, Perry’e göre yanımızda taşıdığımız, ağırlığı olmayan, görünmeyen bir sırt çantası. Perry’nin sözleriyle; ”İnsanlar bir şeyden “hoşlandıklarını” söylediklerinde ne kastederler? Bu nasıl gelişti? Maddi kültürle ilgili tercihlerimizde, çevremizdeki şeylerde, bütün hayatımızı ve bütün bağlılıklarımızı –dinsel, toplumsal, finansal, istemsel– uygularız. Bundaki kaçınılmaz dram hoşuma gidiyor.”

Grayson Perry’nin en üst kattan başlayıp aşağı doğru gezmeniz gereken bolca sorgulatıcı ve düşündürücü sergisinde, bahsedeceğim Küçük Farklılıkların Kibri serisine giriş, bence Walthamstow Halısı ile yapılıyor. Walthamstow, sanatçının atölyesinin yer aldığı Londra’nın kuzeydoğusundaki varoşlarda yer alan tipik bir emekçi bölgesiymiş. Perry bu bölgede gözlemlediği, hayatı markalar tarafından domine edilen, yaş ilerledikçe bu markaların daha pahalı ve elde edilmesi daha zor olduğu ve bunun için kişinin kendini baskı altında hissettiği, yaşam döngüsünü halıya döker. Örneğin; küçükken Nestle, gençlikte Converse, büyüdükçe Rolex, Ferrari gibi markalar çevremizi sararak hayat döngümüzü kalabalıklaştırırlar.

FullSizeRender
IMG_2731

Bir aşağı katta yer alan, altı büyük halıdan oluşan ve sınıfın Britanyalılar (ve aslında tüm kapitalist toplumlar) üzerindeki büyük etkisini ortaya koyan Küçük Farklıların Kibri, yukarıda bahsettiğim filmlerdeki sorgulamaları izleyiciye bir kez daha, güçlü bir şekilde yaşatan, hem detay hem mesaj anlamında çok etkileyici bir seri. Eskizlerini de sergide görebileceğiniz, dijital ortamda ortaya çıkan Tim Rakewell’in sınıf atlayarak yükselen hayatını anlatan ve Belçikalı bir halı firması tarafından dokunan seri, 18. yüzyılda yaşamış Britanyalı sanatçıWilliam Hogarth’ın eseri, Bir Hovardanın Seyri’ni referans alarak ortaya çıkmış. Grayson Perry’e göre sıradan insanlığa sevgisi sebebiyle en İngiliz sanatçılardan biri olan Hogarth, Bir Hovardanın Seyri’nde zengin bir tüccarın oğlu olan Tom Rakewell’in sınıf sistemi içindeki hazin bir sonla biten yolculuğunu 8 resimden oluşan bir baskı serisi ile gösterir.

IMG_2782 (1)
IMG_2791

Küçük Farklılıkların Kibri serisinde, 18.yüzyıl’ın Tom Rakewell’ini İngiltere’nin kuzeydoğusunda varoşlarda doğan günümüz Tim Rakewell’ine çeviren Grayson Perry, Tim’in hayatının üç evresini ikişer halı ile temsil eder. Parlak öğrenci Tim’in işçi mahallesinde büyümesini, zengin bir kız arkadaş bulup onun ailesi ile uyum sağlamasını, teknoloji/internet sektöründen kazandığı paralar ile tamamen burjuva bir hayata geçip hepimizin hem yapıp hem dalgasını geçtiği “organik” bir hayat yaşayıp Jamie Oliver gibi küçük kahramanlar edinmesini, zengin olup (bu sefer tam İngilizliğe has bir biçimde) taşrada bir konakta yaşamasını ve tüm bunların sonunda, aslında kendi köklerine dönüp ilk halılarda annesinin okuduğu biraz adi bile addedilecek dedikodu dergilerine bu kez kendi, genç paragöz sarışın sevgilisi ve abartılı yaşamıyla konu olup bir araba kazasında öylece ölmesi halılarda ayrıntılarıyla resmedilir.

IMG_2799
IMG_2802

Küçük Farklılıkların Kibri’nin konusu düşündürücü bir mesaj verse de asıl büyüleyici olan, hikayenin içindeki detay çalışmalar. İngiliz kültürüne aşina olanların daha da fazla ayrıntı yakalayabileceği halılarda, Tim’in hayatı boyunca tırmandığı sınıf sisteminde değişen kıyafet, araba, hobi seçimleri gibi küçük gözüken ayrıntılar, aslında zevkle ilgili duruş ve tercihleri çok net ortaya koyan ayrıntılar. Bu ayrıntılar, Perry’nin de belirttiği gibi, bir kişinin hangi toplumsal gruba ait olduğunu veya özlem duyduğunu anlamamıza izin veren küçük ayrıştırıcı unsurlardır. Bu halılarla ilgili sonradan okuyarak öğrendiğim ve ayrı bir hayranlık uyandıran başka bir detay ise, her halının kompozisyonun aynı zamanda erken dönem Rönesans dinsel resimlerine göndermede bulunması. Tekrar bu gözle baktığınızda, ojeli uzun tırnaklar, abartılı makyaj ve dekolteli elbiseli de olsa Tim’i kucağında tutan annenin bir Meryem-İsa referansı olduğunu bir anda anlayıp “Vay canına!” diyorsunuz.

IMG_2790

Bu upuzun yazıdan da anlaşılabileceği gibi, Grayson Perry’nin bir hayranı daha oldu ve aslında daha anlatılacak çok şey var! Arkadaşlarınızla giderseniz beraber daha keyifli üzerinde uzun uzun düşünüp konuşabileceğiniz zihin, iç dünya haritaları, Perry’nin oyuncak ayısı Alan Measles’ın hükümdarlığı, seramik işleri ile çok keyifli bir sergi Pera Müzesi’nde 26 Temmuz’a kadar sizi bekliyor!

Küçük Farklılıklar sergisine noktayı, Socrates’in pazar yerinden geçerken durup bağırdığı, eşya sever bünyelerimize ders niteliğindeki sözlerle bitirelim: İhtiyacım olmayan ne kadar çok şey var!