Lilting: İngiliz Sinemasında 'Sevgilinin Ardından'
Pera Müzesi ve theMagger işbirliğiyle hazırlanan yazılara 28 Haziran’a dek sürecek Tam Benlik: İngiliz Sinemasında Cinsiyet ve Kimlik programı ile devam ediyoruz!
Sinemada LGBTİ bireylerin yaşamlarını, hikayelerini ya da dertlerini konu edinen filmler söz konusu olduğunda çoğu zaman ‘renkli’ diye tasvir edilen karakterlerin odakta olduğu, toplumun geneline kıyasla uç noktalarda yaşanan hayatların anlatıldığı ya da çıplaklığın, cinselliğin, seksin ön planda tutulup açıkça gösterildiği bir sinema geliyor aklımıza. LGBTİ temalı filmlerin bu kalıpların dışına nadiren çıkıyor olması, yalnızca sinemanın bu alt-türünün değil, farklı cinsel yönelimleri olan bireylerin de stereotiplere dönüştürülmesinde etkili oluyor belki de, ne yazık ki. Pera Film’de devam eden Tam Benlik: İngiliz Sinemasında Cinsiyet ve Kimlik başlıklı gösterim programında yer alan Lilting (Sevgilinin Ardından) ise bu kalıpların dışına çıkıyor. Film, beklenen ‘renklilikte’ bir eşcinsel karakterden, beklenen ‘çıplaklıktaki’ ilişkiden çok uzakta duran bir hikaye anlatıyor. İnsan olmanın getirdiği duyguları koyuyor önümüze; karakterlerine belli bir cinsel yönelimin temsilcileri olarak değil, birer insan olarak bakıyor.
Kamboçya kökenli İngiliz yönetmen Hong Khaou’nun ilk filmi Lilting, Londra’da yaşayan ve birbirlerinden çok farklı olan iki insanın, ortak bir yas ile birleşmesini konu alıyor. Kamboçyalı-Çinli erkek arkadaşı Kai’nin (Andrew Leung) ölümünün ardından Richard’ı (Ben Whishaw), İngilizce bilmeden yaşamaya çalıştığı huzur evinde oğlunun yasını tutan Junn (Cheng Pei Pei) ile iletişim kurmaya çalışırken izliyoruz. Richard, aralarındaki dil bariyerini tercüman Vann’ı (Naomi Christie) yanında sürükleyerek aşmaya çalışırken, tek sorunun dil bariyeri olmadığının bilincinde. Junn’un Richard’a mesafeli davranmasının ardında birçok neden var: Kai’nin ölmeden önce annesine açılamamış olmasından kaynaklı sırlar, Junn’un oğlunu ondan uzaklaştırdığını, dahası kendisinin huzur evinde kalmasına neden olduğunu düşündüğü Richard’a karşı hissettiği kıskançlık ve otuz yıla yakındır yaşadığı ülkenin dilini bile öğrenmemesine neden olan inatçılığı (ya da direnişi)…
Lilting‘in odak noktasında eşcinsel bir çift olmasına rağmen, filmin oldukça duygusal bir boyutunu ele aldığı kimlik konusu, yalnızca cinsel kimlikten ibaret değil. Richard’ın (ve Kai’nin) temsil ettiği cinsel kimliğin yanı sıra, Junn’un (ve Kai’nin) temsil ettiği etnik/kültürel kimlik de filmin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bir yanda, toplum tarafından ‘normal’ kabul edilen heteroseksüelliğin dışındaki cinsel yönelimlere sahip bireylerin bu kimliği benimsemesinin bir ‘açılma’ ile sonuçlanması bekleniyor. Diğer yanda, toplumun çoğunluğunu oluşturan etnik/kültürel köklerin dışındaki bireylerin o toplumda var olabilmesinin asimilasyon ile sonuçlanması bekleniyor. Lilting’de yaşanan ise bu iki kimliğin karşılaştığı dayatmaların ve yaşadığı duygusal zorlukların bir yas etrafında buluşması…
Anın ve anıların birbirine karıştığı sahnelerdeki görüntüleri ve kurgusu ile duygusal yoğunluğu artan filmde başarılı bir ilk-yönetmenlik gözlemlemeniz mümkün. Yönetmen, dil bariyerini kimi zaman izleyicinin olaylara ve anlatılanlara yabancılaşmasını sağlamak, kimi zamansa yoğun duyguların aktarımında söylenenlerin önemsizleştiğini kanıtlamak için kullanıyor ve başarılı oluyor.
Lilting, LGBTİ temalı filmlerden beklenen alışıldık cinsellik, özgürlük ve çok-renklilik çizgisinin dışına çıkıyor ve kimlik meselesini (cinsel kimliğin de dahil olduğu) geniş bir çerçevede ele alıyor. Ve böyle yaparak, eşcinsel çiftlere özelmiş gibi görünen bir sorunun ele alındığı hikayenin ne denli insani, ne denli insana dair olduğunu savunuyor. Richard’ın aradaki dil bariyeri nedeniyle söyleyip söyleyip üzerini karaladığı sözcükleri dinlediğinizde aşkın cinsiyetsizliğini, Junn’un o upuzun monoloğundaki sözcükleri anlamadan hissedebilen Richard’ı gözlemlediğinizde duyguların dilsizliğini anlayacaksınız zaten.
IMDb Puanı: 7.2/10
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Film Önerileri
İlk yorumu siz yazın!