Schindler's List: Spielberg'den İkinci Dünya Savaşı Biyografisi
II. Dünya Savaşı’nın kahramanlarından biri olan Oskar Schindler’in hayatının anlatan Schindler’s List, Nazi Almanyası’nın insani tarafı diyebileceğimiz rüşvete dikkat çekerek, Schindler’in Yahudileri kurtarışını hatırlamak istemeyeceğimiz siyah beyaz bir perspektiften anlatıyor.
Sinemada biyografilerin yeri her zaman ayrı olmuştur. Yönetmen ve senaristin asla yeterli özgürlüğe sahip olamadığı, kendi tarzını yansıtmakta diğer türlere kıyasla zorlandığı biyografilerin artısı ise izleyiciden aldığı puanın genelden daha yüksek olmasıdır. IMDB Top 100 listesinde 6. sırada yer alan Schindler’s List, bir biyografi olarak II. Dünya Savaşı’nın erdemli insanlarından biri olarak kabul edilen ve onurlandırılan Oskar Schindler’in savaş döneminde takındığı tavrı anlatıyor.
Filme geçmeden önce biyografi türüne birkaç temel bilgi verip, daha sonrasında filmin dinamiklerine ve satır aralarına değinmek daha sağlıklı olacaktır. Bir insanın hayatını tam ya da kesit(ler) halinde aktaran biyografilerde hikayenin nereden başlayıp nerede biteceğini filmin konusu belirler. Örneğin bir dönemi, bir dönemde yaşanılanları anlatma amacı güden II. Dünya Savaşı filmlerinin büyük çoğunluğu kişilerin dönem süresince yaşadıklarını ya da savaşta yaşadıkları travmanın sonraki dönemlerde hayatlarına ve kişiliklerine yansımasını işler. Ancak bir hayat hikayesinin önem kazandığı, bir kişinin bulunduğu noktaya nasıl geldiğini anlatan filmlerde ise çocukluktan başlayan bir süreç aktarılır. Yönetmenin ve senaristin bu noktadaki önemi ise hikayenin neye odaklandığı, nereden başlayıp hangi aşamalardan geçerek nerede bitmesi gerektiğini belirlemektir. Her ne kadar biyografilerin genellikle başarıya ulaştığı, risksiz bir çalışma olarak yorumlanabileceği görüşü hakim olsa da son olarak Angelina Jolie’nin Unbroken filminde olduğu gibi kopmalar, atlamalar ve kaymalarla son derece anlamsız hale getirilip bir biyografiden ziyade istemsiz olarak kurgusal bir film havasına dönüştürülebilir. Tabii bu demek değildir ki yönetmen ve senarist hikayeye müdahale edemez. Foxcatcher örneğindeki gibi kimi küçük dokunuşlarla filmin genel atmosferini etkilemeden vurgu arttırılabilir.
Bir II. Dünya Savaşı biyografisi olarak Schindler’s List ’e bakarsak eğer, ilk olarak olayların içinde aktif olarak yer alanlara ve olayların yaşandığı yerlere değinmek gerekli. Zira savaş boyunca farklı bölgelerde farklı tavırlar sergilenmiş ve benzer olaylar farklı farklı sonuçlanmıştır. Kraków, yani olayların yaşandığı asıl bölge, Auschwitz Kampı’na yaklaşık 70 km uzaklıkta bulunan bir bölge. 1942 yılındaki Wannsee Konferansı sonrası alınan kararın ardından önemi daha da artan Auschwitz’e yakın olmasının bir sonucu olarak da zaten Yahudiler sona yaklaşmadan önce bu ve benzeri kamplarda hem toplanıyor hem de işgücü olarak kullanılıyor. Yani Oskar Schindler’in memleketine yakın olduğu gerekçesiyle seçtiği bu bölge onun için talihsiz bir tesadüf. Ancak bunun sebeplerine geçmeden önce biraz filme ve filmdeki yan karakterlere değinmek gerekli.
Schindler’s List, Oskar Schindler’in Kraków’a gelişiyle başlayıp savaşın sonlanmasıyla bitiyor. Fakat bütün bu süreçte hem savaşın etkileri, hem savaşın nasıl geliştiği hem de savaşın insanlar üzerindeki yansıması görülüyor. Filme ilişkin söylemem gerekli ki çekildiği dönem koşullarına –ki büyük kısmı ekonomik– rağmen yine de karakterlerin Almanca konuşmasını beklerdim. Ya da en azından Almanları kötü gösterme çabası içine girmemesini yeğlerdim. Öyle ki arkadaki tüm anonsların Almanca olmasına, pankartların ve tabelaların dönemsel havayı yakalamasına karşın diyalogların genel olarak İngilizce olmasının altında istemli veya istemsiz basit bir mesaj var. Emir kiplerindeki Alman egemenliği Nazileri kötüleme, karalama ve Almanlara dair görüşlerin değişmesini engelleme amacı güderken insaniyeti ve erdemi gösteren konuşmaların, savaşın genel havasından çıkıp arka plandaki insani zaafları yansıtan –rüşvet vs.– durumların İngilizce olması İngilizce ve dolayısıyla da özellikle Amerika’yı insani gösterme çabası içine giriyor. Yani tarafsız olması gereken bir yapım olarak kendini bir tarafa koyuyor. Yaşanılar insanlık adına her ne kadar kabul edilemez de olsa yine de bir tarafta bulunmanın biyografi türüne aykırı olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra davranışları her ne kadar Oskar merkezli bir hikaye olsa da yine de yan karakterlerin, özellikle de acımasızlığıyla anılan Amon’a dair daha fazla bilgi verilmesi ve kafasının karışık olduğu belli edilen bu karakterin neden bu halde olduğunun taraflı izleyiciye bırakılmaması gerektiğine inanıyorum. Bu noktalarda kanaatimce film biraz zayıf kalıyor.
Yine Schindler’s List ‘in yetersiz kaldığı noktalardan devam edersek özellikle de Itzhak’a değinmek gerekiyor. Bir Yahudi olarak Itzhak’ın yaşadıkları malum. Ancak filmde yansıtılanlara bakarsak Itzhak halinden memnun bile diyebiliriz. Zira bir dokunulmazlığı var ve bu dokunulmazlığı altından kendiyle benzer durumda olanları koruyor. Ancak kabul etmek gerekli ki böylesi bir senaryonun gerçek olma ihtimali kulağa pek de doğru gelmiyor. Bir Yahudi’nin istisnai durumlar dışında bu kadar etkin ve kontrol sahibi olması en azından bana inandırıcı gelmiyor. Bunun temelindeki neden ise Amon’a benziyor, yine karakterin geçmişine ait bilgilerin yetersizliği. Yönetmen Spielberg konu üzerinde durmak isterken yine bazı önemli noktaları gözden kaçırıyor. Kendini adadığı –ki filmden para almak yerine vakfa bağışta bulunduğunu belirtmek anlamlı olacaktır– bu konuya, duyduğu saygıya kendini öylesine kaptırmış olacak ki içinde kabaran Nazi nefreti filmin eksik yerlerine odaklanmasını engellemiş.
Birçok II. Dünya Savaşı filminde olduğu gibi Schindler’s List ’in de düştüğü bazı hatalar var. Bunlardan benim için en önemli olanı ise “diğerleri”. Schindler’i odak alan film dolayısıyla Schindler Yahudileri’ni anlatıyor. Fakat bunu yaparken de diğer gerçekleri görmezden geliyor. Bunun en basit örneği de doktorların hastalıklı ve güçsüzleri elediği koşturmacalı sahne. Phoenix filmine dair yazımda da belirttiğime benzer olarak filmde Muselmannlara yakınlığıyla dikkat çeken yaşlı, zayıf ancak hala kendinde olan “çirkin” ve “rahatsız edici” görünen bedenlere değil, sağlıklı olanlara ve en azından gözü daha az rahatsız edenlere odaklanıyor kamera. Nedeni de basit, iyi halde görünen Schindler Yahudileri’nin içinde bulundukları durumu daha iyi göstermek, yani insanlara görmek istediklerini göstermek. Devam edelim, kadınlar Auschwitz kampına geldikleri sırada ortada hiçbir başka Yahudi görülmüyor. Nedeni yine aynı, orada insanların görmek istemediği, bu epik biyografiyi karalayacak gerçekler yer alıyor. Yani Spielberg’in taraflılığı yine kendini gösteriyor.
Filmin gerçeklerden kaçmasına ve yalnızca belli bir kısmını, istediği kısmı göstermesine verilecek birçok örnek var. Bunun sebeplerini her ne kadar Amerikan sinemasının taraflı duruşuna, dönemin koşullarına ve insanlığa dair düşüncelerin sınırlarına vermek mümkünse de yine de kabul edemediğimi belirtmek isterim. Bu yüzden de Schindler’s List ‘i biraz da Oskar üzerinden anlatmak istiyorum.
İlk olarak Oskar bir yatırımcıdır. Evini ve eşini bırakıp savaşın sunduğu fırsatlardan yararlanmak için Kraków’a gelir. Zeki bir yatırımcı olan ve pazarlamanın önemini bilen Oskar’ın tek ihtiyacı işten anlayan biridir. O biri olan Itzhak ise haliyle Oskar’ın koruması gereken bir ortak haline gelir. Kendini pazarlamakta, çevre yapmakta insanların dikkatini çekmekte gayet başarılı olan Oskar için savaşın bir tek önemi vardır, o da sunduğu imkanlar. Ucuz iş gücü, iş kurmada sağlanan kolaylıklar, yatırımcıların zor durumda oluşu ve sıcak paranın önemini yavaş yavaş kaybetmesi dışında savaşın varlığının farkında değildir, savaşın varlığını yalnızca bu boyutta hissetmektedir. Fakat ne zaman ki savaş yön değiştirmeye başlar, ne zaman ki üretimin artması için hükümet çalışma kampları kurmaya karar verir, bununla birlikte Oskar savaşın ve etkilerinin farkına varır. Bunun en bariz göstergesi de siyah beyaz filmde dikkat çeken kırmızı montlu küçük kız vurgusu. Küçük kız gettodaki izdihamın içinde sanki düz yolda yürür gibi, hiç kimse de ona “dokunmaz”. Bu kız Oskar için umudun simgesidir, onu bir yatırımcının yanı sıra bir insan yapan etkidir. “Masum” olan, hiçbir suçu olmayan küçük kızın hayatta kalmak için kendi ayakları üzerinde “tek başına” durmak zorunda oluşundan etkilenen Oskar, onun ölümüyle birlikte de yetersiz kaldığını ve daha fazlasını yapması gerektiğini anlar. Kısacası küçük kız Oskar’ın savaş sürecinde yaşadığı iki kırılma anında da vardır.
Oskar’a, Itzhak’a ve Amon’a daha fazla değinmek isterdim, ancak bunun bir zorunluluk olduğunu pek zannetmiyorum. Zira film bu karakterlere eksikleri dışında yeterince değiniyor ve filmin anlatısı içinde izleyicinin anlamakta güçlük çekeceği bir durum bırakmıyor. Bunun dışında daha önce bahsettiğim eksikler perspektifinden bakacak olursak biraz belki bir iki noktadan bahsetmekte sakınca olmayacaktır. Bunlardan ilki olan Amon, üzerinde savaşın ve üstlerinin baskısını fazlasıyla hisseden bir karakterdir. İnsanları olur olmadık yerlerde, sebepsiz yere vurmasının sebebini ise filmin sonunda, Helen için oynanan kumarda söyler: Onların daha fazla acı çekmesinden ve acı içinde ölmesinden duyduğu rahatsızlık. Onları tek kurşunla, mümkün olduğunca çabuk bir ölüm sağlayarak kendince yardımcı olmaya ve üstündeki baskılara, kurallara rağmen onları kurtarmaya çalışır. Bu durumun yarattığı travma sonucunda da ne hale geldi, sevdiği kadını kurtarmak için öldürmesi gerektiği halde bunu yapamadığı için kendine duyduğu nefreti ancak döverek kusabildiği açıkça görülüyor. Affedici olmaktan ve yaptıkları hatalar yüzünden insanları affetmekten vazgeçmesinin, rahatsızlık duymasının sebebi ise üstlerinden aldığı terbiye ve disiplinin yanlış temellendirilmesinin bir sonucudur. Zira onun kusursuz olması ve ideal insanı yansıtması gerekmekte, altındakileri kendine hayran bırakma zorunluluğu vardır. Bir alman ve bir komutan olarak zaafları olamaz.
Oskar ve Amon arasındaki güç meselesine dönersek eğer sözlerindeki pozitif etkiye karşın aslında ironik bir ikilem söz konusudur. Oskar gücün affetmekten geldiğini, güç anlayışının kontrol olduğundan bahseder. Bu kontrol ve affedicilik ise kendinin de belirttiği gibi bir tanrıcılıktır. Aslında satır altında Oskar, Amon’a gücün yalnızca tanrıda olduğunu söylemek ister, onun dışındakilerin zaafları olduğunu, olacağını ve asla güçlü olamayacağını belirtir. Fakat bunu yaparken kendini kontrol eder duruşu ve affedici tavırlarıyla da bir anlamda tanrı rolüne bürünerek onu etkilemeye ve kontrol etmeye çalışır. Dolayısıyla da imkansız olduğunu söylediği bir şeyi gerçekleştirme çabası içindedir, tanrı olmak. Fakat bir tanrı olarak o, Yahudileri kurtarmayı ve parasını kullanarak Alman sistemini bir tanrı misali kandırmaya, kontrol etmeye çalışırken kendinin ne denli güçsüz olduğunu fark eder. Filmin sonunda da bu güçsüzlüğün yarattığı baskıyla zaten çözülen ve kendini kaybeden Oskar’ın sonu ironiktir. Kendini istemsiz olarak tanrılaştırırken, insanları kendi kanatları altına alırken bir insan olduğunu kendine yediremez. Yaptıkları her ne kadar kahramanca ve epik de olsa aslında Oskar bir bağımlıdır. Her ne kadar kadınlara olan düşkünlüğü minimal düzeyde anlatılsa, kahramanlığını lekelemekten kaçınılsa da büründüğü tanrı rolü içindeki zayıflığı ve acizliğiyle aslında üyesi olduğu NSDAP’nin üst düzey üyelerinden bir farkı yoktur. O da kontrol delisidir, o da hakim olmak ve kararlar vermek ister. Yani o da bir Nazi Almanıdır. Film her ne kadar aksini söylese, yaptıkları neticesinde 1100’e yakın Yahudi kurtulsa da bunun tek sebebi onun güç merakı ve tanrı olma arzusundan ibarettir. Yani Oskar’ın derdi insanları kurtarmak değil, insanları kurtarmış olabilmektir.
Filmin IMDb’deki sırasına ve aldığı puanlara bir de bu gözden bakınca aslında sıranın ve oyların bir biyografinin getirdiği artılardan ve Spielberg’in taraflı yaklaşımından kaynaklandığını görebiliriz. Zira eğer ki bu film daha gerçekçi olsaydı, eğer ki gerçekleri tarafsız bir dille aktarmayı tercih etseydi işte o zaman bulunduğu yeri hak eder, ancak tarafsızlığı yüzünden hak ettiği yerin çok daha altında olurdu. Yine de Schindler’s List, sinema tarihinin önemli filmlerinden biri olarak izlenmesi gereken bir yapım. Tabii değindiğim noktaları göz önünde bulundurarak tekrar izlenmesini tavsiye ederim.
IMDb Puanı: 8.9/10
İlginizi çekebilir: Mert Tanöz’den diğer IMDb Top 100 incelemeleri, The Shawshank Redemption, American History X ve Requiem for a Dream
İlk yorumu siz yazın!