Fransa'dan Esintiler: Le Havre
Le Havre, aslında Fransa’nın “Okyanus Kapısı” olarak bilinen bir liman kenti. Filmimizin kahramanı Marcel Marx da bu kentte yaşamakta ve ayakkabı boyacılığı yapmaktadır. İşinden kazandığını eşi Arletty’e veren Marcel herkesin birbirini tanıdığı küçük mahallede köpeğiyle beraber kendince bir hayat sürmektedir. Fakat kaçak yollarla Le Havre’ye gelen Afrikalı bir çocuk ve eşinin amansız hastalığı Marcel’in hayatını sorgulamasına sebep olur.
Afrikalı çocuğun İngiltere’deki annesine kavuşma isteği Marcel’in hayatındaki en önemli konu haline gelir. Bir yandan Le Havreli komiser, çocuğun Marcel’de olduğundan şüphelenmekte ve onu yakalamak için çeşitli yollar denemektedir.
Film Fransa’da geçtiğinden dolayı zaten bize yeterince sevimli görünüyor (bkz. Citroen araba, baget ekmek, sevimli kafeler, trençkotlu dedektif) fakat karanlık bir havası da yok değil. Ağır bir tempoda ilerleyen film zaman zaman yükseliyor, oyunculuklar ve sahneler ise kara mizah tadında. Örneğin insanların ayakkabılarını parlatan Marcel’in kendi ayakkabıları parçalanmış ve boyasız.
Filmde asıl vurgu tabii ki insan haklarına yapılıyor. Son günlerde gittikçe artan mülteci ölümlerinden sonra Avrupa ne yapabiliriz diyerek ard arda toplantılar yapıyor ve arama çalışmaları için bütçe artışına gidiyor. Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismäki’nin imzasını taşıyan film, bu soruna çok önceden dikkat çekmek istemiş. Ayrıca filmden öğrendiğimiz bir şey varsa o da yapılan iyiliklerin dönüp dolaşıp hiç ummadığın anda bizi bulabildiği… Bulmayabilir de tabii; ama Kaurismäki bulsun istemiş ve içimizi ısıtmış. Diğer yandan filmde karakterlerin geçmişlerine ve hikayelerine çok az değinilmiş. Filmin mesafeli durduğu yer de tam olarak burası.
64. Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği) ödülünü alan Le Havre, renkleri çok etkileyici şekilde kullanan ve vermek istediği mesajı çok iyi verebilen bir film.
İlk yorumu siz yazın!